Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

İbrahim Altay, Sabah Gazetesi, 5 Şubat 2011

Türk toplumbiliminin yöntem sorunu var

Emre Kongar'ın koordinatörlüğünde hazırlanan Türk Toplumbilimcileri kitabı, çeşitli güncellemelerle yeniden basıldı. Kitapta, Türkiye'de toplumbiliminin gelişmesine katkıda bulunmuş önemli isimlerin ortaya koyduğu modeller ve düşünceler anlatılıyor

Emre Kongar'ı hangi özellikleriyle tanımlamaya çalışsanız, diğer bazı özellikleri eksik kalır. 1963'te Mülkiye'den mezun olmasından beri Türkiye'nin siyasi, idari, akademik, kültürel ve sanat hayatına önemli katkılarda bulundu. Yorulmak ve durmak bilmeksizin çalıştı. Bilim adamıdır, kültür adamıdır, sanat adamıdır, bir bakanlıkta müsteşarlık ve TV'de program yapmıştır. 30'dan fazla kitap ve sayısız makale yazmıştır; köşe yazmıştır. Kongar, görüşlerine katılmasa bile pek çok kişinin düşünme tarzına ve kişiliğine saygı duyduğu bir isimdir. Tutarlı olmaya önem verir, kelimelerini dikkatle seçer. İnsanları sever ve bu yüzden de sevilir. Geçtiğimiz dönemde SABAH yazarı Mehmet Barlas ile yaptıkları Yorum Farkı isimli televizyon programı sayesinde konuların işleri kişiselleştirmeden de tartışılabileceğini, farklı düşünceleri savunan insanların da iyi arkadaş olabileceğini gösterdiler. Prof. Dr. Emre Kongar, sadece Türkiye'nin Toplumsal Yapısı gibi model öneren ve oluşturan kitaplar yazmakla kalmadı; aynı zamanda Türkiye'de toplum biliminin gelişmesine katkı sağlamış biliminsanlarının düşünce sistemlerini anlamaya ve açıklamaya çalışan incelemeler de yaptı. Hatta denilebilir ki öğrencilerini yönlendirerek bu alandaki çalışmalara önderlik etti. Bu neviden derli toplu çalışmaların ilki sayılabilecek olan Türk Toplumbilimcileri iki cilt halinde 80'lerin başında ve ortasında yayımlandı. Bu ciltlerde Türk toplumbilimibiliminin gelişmesine yapmış isimlerin düşünce sistemleri incelendi. Bölümler, Kongar'ın koordinatörlüğünde kendisi ve o zamanki doktora öğrencileri tarafından yazıldı. Türk Toplumbilimcileri kitabını önemli kılan birçok özellik var. Birincisi: Bu alandaki en kuşatıcı ve sistemli inceleme olması. İkincisi: Kuşaklar arası bir işbirliği ve çalışma neticesinde ortaya çıkarılması, buna rağmen de bir dil ve anlatım birliğinin sağlanması. Üçüncüsü: Sadece toplumbilim alanında çalışanları ilgilendiren bir uzmanlık kitabı gibi görünmesine rağmen herkes tarafından okunup anlaşılabilecek bir açıklıkla yazılması. Aradan neredeyse 30 yıl geçtikten sonra Remzi Kitabevi, iki cildi tek bir ciltte birleştirerek ve bazı güncellemelerle yeniden yayımladı. Bu vesileyle Emre Kongar ile görüştük...

- Türk Toplumbilimcileri alanındaki ilk çalışma mıydı?

- Bir anlamda evet, bir anlamda hayır. Evet, çünkü Türk toplumbilimcileri üzerine toplu bir çalışma yoktu. Ama aynı zamanda 'Hayır' da denebilir; çünkü benden önce çok değerli yazar ve bilim insanları Türk düşünce tarihi üzerine değerli kitaplar yazmışlardı. Ayrıca tek tek de monografiler özellikle referans kitaplarında bulunabilir.

- Kitap Türkiye'de pek rastlanmayan türde bir kuşaklararası birlikte çalışma örneği. Çeşitli bölümleri o zaman doktora öğrenciniz olan araştırmacılar yazdı.

- Kitabın en övündüğüm yönü ve belki de en özgün olan tarafı budur. Biliyorsunuz, Türkiye'de bilimde de, sanatta ve edebiyatta (ve hatta gazetecilikte) olduğu gibi egosu yüksek yıldızlar vardır. Bunlar kendilerinden başka pek kimseyi beğenmez, kimseyle de işbirliği yapmazlar. Oysa ben esas olarak kendimden önceki yazarlara büyük bir minnetle, kendi çağdaşlarıma, yaşıtlarıma saygıyla, ve benden sonraki kuşaklara da bir sevgi, güven ve destek duygusuyla yaklaşırım. Bu duygularımın ne denli haklı, doğru ve verimli olduğu bu kitabı beraber yazdığım doktora öğrencilerimin kariyerleriyle kanıtlandı. Akademik hayata devam edenlerin hepsi profesör oldu. İçlerinden rektörler, dekanlar, enstitü müdürleri, bölüm başkanları çıktı. Bu görevleri halen devam edenler de var. Onlarla övünüyorum. Zaten bu nedenle ilk baskılarda isimlerinin kapakta yer almasını şart koşmuştum.

- Kitabın önsözünde 'yalnız bilim adamı'nın dramından söz etmişsiniz. Toplumbilimciler için de bu geçerli mi?

- Bilim insanı her şeyden önce bir aydındır. Gerçeği arar, kalabalıklara dalkavukluk yapmaz. Bu arayışı sırasında, gerçeğin peşinde koşarken yalnızlaşır, siyasal ve geleneksel değerlerle çatışmalar yaşayabilir. Gerçeği arama çabaları, genellikle kimse tarafından da desteklenmez, tam tersine politikacılar bundan pek hoşlanmaz. Çünkü siyaset genellikle gerçekler üzerinden değil, imajlar ve umutlar üzerinden yapılır.

- Toplumbilimciler hak ettikleri itibarı gördü mü?

- Burada karşılıklı bir ilkellik, az gelişmişlik söz konusu: Toplum yeterince gelişmemiş olduğu için, toplumbilimsel çalışmaları yeterince değerlendirmiyor. Ama unutmayalım, profesör unvanlı birçok şaklaban da saçma sapan, tarihsel ve toplumsal gerçeklere aykırı düşüncelerini 'bilim insanı' kisvesi altında topluma satmaya çalışıyor. Bu iki az gelişmiş davranış biçimi, toplumbilimcilerin, yani gerçekten toplumsal gerçeğin peşinde koşanların yeterince değerlendirilmelerini engelliyor.

- Türkiye'deki siyasi durumla toplumbiliminin gelişmesi arasında nasıl bir ilişki var?

- Doğrudan bir ilişki var: Göreli özgürlük dönemlerinde toplumsal bilimler gelişiyor ve serpiliyor. Özgürlüklerin sınırlandığı ve kısıtlandığı dönemlerde toplumsal bilimler geriliyor.

Kitapta ele alınan toplum bilimciler: Ziya Gökalp, Prens Sabahattin, Hilmi Ziya Ülken, İbrahim Yasa, Niyazi Berkes, Nurettin Şazi Kösemihal, Cahit Tanyol, Cavit Orhan Tütengil, Mübeccel Belik Kıray, Mehmet Ali Şevki, Mehmet İzzet, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, İsmail Hüsrev Tokin, Mümtaz Turhan, Muzaffer Şerif Başoğlu, Sedat Veyis Örnek.

BİLİM , NANKÖR BİR İŞTİR

- Kitapta ele aldığınız bazı toplumbilimcilerle siz aynı zamanlarda yaşadınız. Hatta bazılarıyla siyasi yelpazenin birbirine pek de yakın olmayan yerlerindeydiniz. Buna rağmen onları büyük bir tarafsızlıkla ele almaya çalıştığınız dikkatlerden kaçmıyor. Sözgelimi siyaseten farklı tercihlere sahip olduğunuz Mümtaz Turhan hakkında 'Türk Düşünce tarihinin mümtaz kişilerinden biridir' diyorsunuz.

- Mümtaz Turhan, Türkiye'nin en önemli yazar ve düşünürlerinden biridir. Hatta ben Mümtaz Turhan'ın hakkının yendiğini düşünüyorum. Müthiş önemli bir insandır. Malesef sağ kesim, sağ düşünür ve yazarlar, örneğin soldan gelen Cemil Meriç'i sahiplendikleri kadar, kendi içlerinden gelen Mümtaz Turhan'ı sahiplenmedi. Bu da onların ayıbıdır. Oysa Turhan'ın düşünceleri, katkıları en az Cemil Meriç kadar önemlidir ve mutlaka bugüne ışık tutarak şekilde irdelenmelidir.

- Yusuf Akçura'yı, Baltacıoğlu'nu, Abdullah Cevdet'i ve Behice Boran'ı da içerecek bir üçüncü cilt hazırlama konusunda umutlu olduğunuzu belirtmişsiniz. Aradan geçen zamanı da dikkate alırsak başka hangi isimleri içermesi gerekir sizce bu üçüncü cildin?

- Yeterince vakit ve yardımcı bulursam, bu isimlere ek olarak, İlhan Başgöz'ü, Cemil Meriç'i, Pertev Naili Boratav'ı, Nermin Abadan'ı, Şerif Mardin'i düşünüyorum. Ama şu anda elimde biri roman olmak üzere üç çalışma daha var. Bilmem ömrüm vefa eder mi?

- Dünyada kültürel, sosyal ve idari yapılarda çok hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşandı. Türkiye'ye de bunun yansımaları oldu. Bu çerçevede baktığınızda Türk toplumbiliminin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Çalışmalarını beğendiğiniz genç akademisyen ya da araştırmacılar var mı?

- Bilim esas olarak üniversitelerde yapılır. Çünkü nankör bir iştir. İnsan ancak araştırmayı, öğrenmeyi, yazmayı, öğretmeyi seviyorsa bu işi yapabilir. Bunları da en iyi sağlayacak yer üniversitelerdir. Türkiye'deki bugünkü YÖK sistemine ve üniversitelerdeki duruma bakınca pek de umutlu olamıyorum doğrusu. Elbette genel siyasal ortamın da belirleyiciliği var. Gençler arasında çok parlak, çok iyi yetişmiş, gerçekten bilim yapmak isteyen çok kişi var. Önleri kesilmezse veya daha rahat bir yaşam için bilimden, bilimsellikten sapmazlarsa, gelecekte iyi çalışmalar yapabilirler.

ZAMAN İÇERİSİNDE NEDENLER SONUCA DÖN ÜŞEBİLİR

- Kitabın girişinde Türk toplumbiliminde yöntem sorunu olduğunu söylüyorsunuz. Tam olarak nedir bu yöntem sorunu?

- Toplumsal bilimler açısından Türkiye'deki yöntem sorunu iki yönlüdür. Birinci olarak, bir takım insanlar baştan bazı siyasal, ideolojik, ekonomik, kültürel, toplumsal sonuçlar saptıyor ve sözde araştırmalarını bunlara göre yapıyorlar. Yani araştırmayı gerçekleri bulmak, sonuç elde etmek için değil, başta kabul ettikleri kendi inançlarını gerçek olarak topluma kabul ettirmek için yapıyorlar. İkinci olarak daha teknik ve iyi niyetli bir sorun var. Birinci cildin başında ben bunun üzerinde uzun uzun durdum. Bilimsel yeni bilgi elde etmenin yöntemi doğal bilimlerde de, toplumsal bilimlerde de tek ve biriciktir: Gözlem, hipotez, sınama-araştırma, genellemelere varma. Bilimsel bilgi ancak sınanabilen, yanlışlığı ya da doğruluğu yeni araştırmalarla denetlenebilen bilgidir. Bunu elde etmenin yolu da biraz önce anlattığım tümevarım yoludur.

- Bunun dışında kalanlar bilimsel değil mi?

- Geri kalanları, inanç, varsayım ve sayıltılardır. Tabii bunlar da bir araştırmanın başında biliminsanına yol gösterir, sezgilerini biçimlendirir ama gerçeklere ulaşma yöntemi daha özel ve spesifik bir çalışma gerektirir. Pek doğal olarak toplumsal bilimciler sadece gerçeklerin resmini çekmekle yetinmez, yetinemez. İşte bu nokta genel yaklaşımlar, felsefi yorumlar devreye girer. Elde edilen verileri, bilgileri, tarihsel, toplumsal, ekonomik, kültürel süreçler içinde değerlendirmek ancak bu tür genel yaklaşımların kullanılmasıyla olanaklı olur. Burada da en geçerli yaklaşım zıtların etkileşimi yaklaşımını kullanmaktır, çünkü zaman içinde toplumsal bilimlerde nedenler sonuç, sonuçlar ise neden haline dönüşebilir ve bağımlı değişkenlerin sayısı çok çok fazladır. İşte günümüzün sorunlarından bir budur: Örneğin pozitivizm ile diyalektiği aynı kulvarda karşılaştırmak doğru değildir. Pozitivizm bilgi elde etmenin yolu, diyalektik ise onu yorumlama çerçevesini veren yaklaşımdır.

- Marksizm demiyorsunuz; diyalektik diyorsunuz...

- Pozitivizmi maalesef andım, çünkü orada tarif ettiğim şey pozitivizm. Ama Marksizm değil diyalektik diyorum, çünkü o, Marksizm değil. Öncesinde de vardı, sonrasında da var. Ayrıca Marksizm dediğin zaman bir gerekircilik, bir zorunluluk, bir şema empoze ediyorsun ki ben onun bilimsel hiçbir tarafı olduğu kanısında değilim. Bir sezgidir, bir sayıltıdır, bir hipotezdir, bir tarih tezidir, evet, ama bilimsel bir bulgu asla değildir. Buna karşılık sınıfların ilişkileri, kimi zaman çatışması, kimi zaman uzlaşması, sermayenin gücü, işçi-emekçi sınıflar ve en önemlisi diyalektik, yani zıtların etkileşimi, nedenlerin ve sonuçların yer değiştirmesi, evrensel bir yöntemdir. Arada çok büyük bir fark var. Bu, Auguste Comte'un sapıtıp pozitivizmi bir din olarak savunması gibi bir şey. Marks'ın beşli şemasını gerekircilik olarak sunması da o kadar yanlış. Buna karşılık Comte'un kullandığı deneysel yöntem ne kadar doğruysa, Marx'ın da tarihe bakarken esas olarak kullandığı diyalektik yöntem o kadar doğru. Ama Marx, diyalektiği kullanarak oluşturduğu beşli şemada bilimsellikten uzaklaşıyor.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 15 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional