"6 ay önce, ifademe başvurulmak üzere çağrıldığım İstanbul adliyesinde
'Ergenekon Savcısı' Zekeriya Öz, Celal Kazdağlı ile
birlikte yazdığımız 'Ergenekon' (İmge, 1997) kitabını sormuştu:
'10 yıl önce örgütün adına, bağlantılarına ulaşmışsınız. Neden devam
etmediniz?'
Başka bir şey ima etmek istiyordu.
Ben bir madenci cevabı verdim:
'İnebildiğimiz kadar derine indiğimizi düşünüyorduk.'
* * *
İddianame açıklandığına göre aynı soruyu ben sorabilirim:
'Savcı yeterince derine inebilmiş mi?'
Kıyaslayabilmek için bizim kitaptan birkaç hatırlatma yapacağım.
Neler yazmıştık?
Örgütün Avrupa'da, Soğuk Savaş döneminde, CIA desteğiyle,
NATO bünyesinde kurulduğunu,
Esasen solun yükselişini önlemeyi amaçladığını, bunun için Nazi
artığı faşistlerle mafyayı tetikçi olarak kullandığını,
Provokatif eylemlerle kaos yaratıp bir darbeyi kışkırttığını...
Kökeninin 12 Mart'a uzandığını, o dönem adının 'Ergenekon'
takıldığını, içinde subayların, emniyetçilerin, profesörlerin,
gazetecilerin, işadamlarının yer aldığını...
12 Eylül öncesi MİT ve Genelkurmay'a bağlı Özel Harp Dairesi içinde
teşkilatlandığını...
Darbeye giden yolda, 16 Mart katliamından, faili meçhul kalan cinayetlere
kadar pek çok kanlı eyleme imza attığını,
12 Eylül'den önce ASALA'ya, 12 Eylül'den sonra PKK'ya
karşı kimi eylemlerde istihdam edildiğini,
Dönemin Başbakan'ının verdiği işaretle (Veli Küçük'ün
görev bölgesinde) 20'ye yakın Kürt işadamının öldürülmesi işini üstlendiğini,
Maaşının, hileli yollardan verilen ihalelerle ödendiğini,
Zamanla amacını aşıp 'özelleştiğini', dönemin Başbakan'ı
tarafından oluşturulan 'Özel Büro' içindeki 'mafya liderleri, aşiret
reisleri, üst düzey polisler' aracılığıyla terörle mücadele adı altında
siyasi iktidarı kontrol altında tutmaya soyunduğunu...
Uğur Mumcu'nun terör örgütleriyle devletin bağlantılarını
çözmeye çalışırken ve 'Apo'nun kontrgerillacılarla işbirliği
yaptığı' kuşkularından hemen sonra öldürüldüğünü...
Özal suikastını soruşturan savcının, suikastçının 'Dazkırı'daki
kontrgerilla teşkilatına mensup' olduğunu saptadığını ama 'MİT'le ilgili
adamlar'ca uyarılıp tahkikatı bıraktığını...
Örgütün Susurluk kazasıyla deşifre olduğunu, Avrupa'da
'Gladio' açığa çıktıktan sonra sıranın Türkiye'ye geldiğini...
Tanıkları ve belgeleri konuşturarak yazmıştık.
* * *
Kitap ortada...
Ne eksikti kitapta?
'Çetenin sol kolu...'
Ondan da sonraki yazılarımızda bahsetmiştik.
Sabancı suikastının faili Duyar öldürüldüğünde 'Bunu
devlet örgütlenmesi içinde bir kol yaptırdı. Bir hesaplaşma vardı, bize
çözdürdüler' diyen sese kulak vermiş, Duyar konuşmadan hemen
önce Karagümrük çetesini Afyon cezaevine sevk ettiren bürokratı
sorgulamış ve demiştik ki:
'Duyar konuşsa hep sağ eliyle vurduğunu sandığımız çetenin
sol elini de görecektik.' (20.2.1999)
* * *
10 yıllık bu bilgileri, bugünkü iddianameyle kıyaslayınca ne görüyoruz:
Yukarıdaki iddiaların birçoğunu doğrulayan veriler...
Fark nerede?
Savcı, bu devasa örgüt için 'sarı saçlı, göçmen tipli, sert
mizaçlı, vs.' diye bir lider eşkâli veriyor. Adını bilemiyor.
Ama 'Örgütün MİT ve TSK ile bağlantısı olmadığını' söylüyor.
Böylece -bence- bütün bir maziyi sıfırlıyor; örgütü, 12 Eylül
öncesi doğduğu yerlerden, 'beyni'nden değil, 'sinir uçları'ndan
tutuyor.
İddialarını, örgütün tarihsel, kurumsal, küresel kökenlerine değil,
gündelik olaylara, telefon geyiklerine, güvenilirliği tartışmalı
tanık ve belgelere dayandırıyor. Arka planı olmayan, muğlak,
eksik bir tablo çiziyor.
Daha da önemlisi -ve asıl sakıncalısı- dava, topyekûn bir
arınmanın değil, gündelik, yüzeysel bir siyasi hesaplaşmanın izlerini
taşıyor.
O yüzden de çok ihtiyaç duyacağı kamuoyu desteğinden mahrum başlıyor.
* * *
Bütün çekincelerime rağmen, sadece Türkiye'nin ufkunu değil, bizim
de gençliğimizi karartan örgütün adını taşıyan bu davayı çok önemsediğimi,
iddianameyi eksik bulsam da heyecanla okuduğumu söylemeliyim.
Peki 'derin devlet', iddianamedeki örgüt mü?
Emin değilim.
Giderek, asıl bu temizliği yapanın derin devlet olduğuna
ikna oluyorum.
Savcıyı görsem sormak isterim:
'Örgütün adına, bağlantılarına ulaşmışsınız. Neden derine
inmediniz?'"