Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
MEDYA NOTU
EMRE KONGAR
LAİKLİK VE DEMOKRASİ: CUMHURBAŞKANI VE MEDYA
12 Eylül 1980 askeri darbe sonrasında, askeri yönetim ve onu izleyen Özal dönemi sırasında yepyeni bir "kamuoyunu biçimlendirme çabası" yaşandı: Türkiye'de tartışılan ana kavram ve terimlerin içleri boşaltıldı, onlara yeni içerikler verilmeye çalışıldı. Bu kavramların başında laiklik ve demokrasi geliyor. Laiklik ilkesi demokrasinin önkoşuludur; laiklik olmadan demokrasi olamaz; bu kavramlar çatışma halinde değil, uyum içindedir. Çünkü demokrasi, bütün vatandaşlar için, din, dil, ırk ayrımı yapılmaksızın tanınan temel hak ve özgürlüklere ve bu açıdan vatandaşların eşitliğine dayanır. Bir eşitliği, tek bir din ya da mezhep mensuplarına tanımak, "ötekilerine" tanımamak olmaz. Ayrıca sadece "ötekiler" değil, toplumda egemen olan dinin ya da mezhebin mensupları da inançlarını, bir şeyhin veya devletin baskısından bağımsız olarak özgürce yaşayabilme güvencesine sahip olmalıdır. Bir başka deyişle laiklik, sadece farklı inanç sahiplerinin eşit haklara sahip olmasını değil, egemen inanç sahiplerinin de dinsel özgürlüklerini, inançlarını, istedikleri gibi yaşayabilmelerini güvenceye alır. Bu özgürlük güvencesinin sınırı, başkalarının dinsel özgürlükleridir. Devlet, bazı kişi veya grupların "inanç özgürlüğü" adı altında, aynı din ya da mezhepten, veya farklı din ve mezheplerden olanların inanç özgürlüklerine, ibadetlerine karışmasını, bunları baskı altına almasını engellemekle yükümlüdür. Bir demokraside, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin başında gelen inanç ve ibadet özgürlüğünün devletin güvencesi dışında bırakılması düşünülemez. Çünkü devletin güvencesi dışında bırakılırsa, bu hak ve özgürlük, derhal bir takım müdahalelere, baskılara açık hale gelir: Tarih bu tür müdahale ve baskıların ve bunların sonunda ortaya çıkan kanlı çatışmaların örnekleriyle doludur. Devlet, bireylerin inanç ve ibadet özgürlüğünü, bu özgürlüğe başkalarının müdahalelerini engelleyerek korur. Başkaları bu müdahaleleri "kendi inançlarına göre" yaptıkları veya böyle iddia ettikleri için, devletin bunları önlemesi, bu alandaki "özgürlüklerin" "kötüye kullanılmasının" engellenmesi anlamını taşır. İşte Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Meclis'i açış konuşmasında dile getirdiği, dini inançlar üzerindeki "sınırlama ve denetim" budur. Bu sınırlama ve denetim, demokratik bir rejimde devletin sadece hakkı değil, görevidir de: Demokrasinin temeli olan, vatandaşların dinsel özgürlüklerini koruyan bir görev. Devlet bu görevini yapmadığı ya da yapamadığı zaman o toplumda demokrasiden söz etme olanağı kalmaz. Bazı büyük medya kuruluşlarının, Ahmet Necdet Sezer'in bu konuşmasını "laiklik demokrasiye karşıymış gibi" yorumlamalarını büyük bir üzüntüyle gördük. Oysa demokrasi, çoğunluğun isteği ve desteğiyle de olsa, laiklik ilkesini kaldıramaz, zedeleyemez; çünkü o zaman o rejimin adı demokrasi olmaz. Tabii, büyük medyanın bu cehaletinin veya bilinçli saptırmasının altında, demokrasi kavramının, temel hak ve özgürlüklerden soyutlanarak, sadece bir "çoğunluk yönetimi" yani bir "çoğunluk diktatörlüğü" derecesine indirilmesi çabası yatmaktadır. Türkiye'nin laiklik ve demokrasi yolunda geldiği bu nokta, büyük medya açısından çok düşündürücüdür; çünkü laikliğe ve demokrasiye en çok muhtaç olan kurum hiç kuşkusuz medyadır. Medyanın, bu kavramların içlerini boşaltması, onları anlamsızlaştırması ve saptırması, "kendi bindiği dalı kesmesidir". Laik ve demokratik rejim zedelenirse, bundan ilk zarar görecek olan kurum medyadır. Medyanın bunun bilincinde olmaması çok hüzün vericidir. |
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 30 Eylül 2024