Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
MEDYA NOTU
EMRE KONGAR
11 EYLÜL'DEN SONRA MEDYADAKİ DEĞİŞME VE SON KURBAN: ORHAN PAMUK
Sovyetler Birliği 1989'da Berlin Duvarı'ın yıkılması ve 1991'de Rusya, Belarusya, Ukrayna ve Bağımsız Devletler Topluluğu arasında imzalanan andlaşma ile çöktü. Türkiye bu büyük değişimi, ancak 1997'de, yani fiili çöküşten sekiz, hukuki ve siyasal dağılmadan da altı yıl sonra, 28 Şubat'ta yayımlanan Milli Güvenlik Kurulu bildirisi ile algıladı. Fakat yarım asırlık Soğuk Savaş koşullanmalarından kurtulmak kolay değildi. Tüm siyasal, ekonomik, hukuksal ve kültürel sistem, Soğuk Savaş'a göre biçimlenmişti. Tabii medya da Soğuk Savaş'tan nasibini almıştı. Aslında Türkiye'deki medya, özellikle de onun önde gelen ögeleri olan günlük gazeteler ve televizyon kanalları, her türlü değişme eğilimlerine karşı, bu eğilimler kavga çıkarmaya yol açtıkları ve kavga da tiraj ve reyting getirdiği için oldukça hassastır. Nitekim, Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra, düş kırıklığına uğramış olan sınıf diktatörlüğü yanlıları, gazete ve dergilerdeki köşelerinde ve ekranlardaki programlarında eskiden "Emperyalizmin oyunu" olarak niteledikleri "demokrasi" kavramına sarıldılar. Onların anladığı "demokrasi" her ne kadar, kimi zaman "liberal demokrasi" olarak eskiden çok saldırdıkları "sermayenin tam denetimindeki demokrasiye", kimi zaman da "halk dalkavukluğu" biçiminde ortaya çıkan ve "şeriata ya da ırkçılığa göz kırpan" "çoğunluğun diktatörlüğüne" doğru sapmalar gösterse de, bu değişme esas olarak, Türkiye'de "demokrasinin yerleşmesi" açısından olumlu bir adımdı. Tabii, Türkiye'de olup bitenler sadece dünyadaki Soğuk Savaş'ın sona ermesine bağlı değildi. Bir yandan dünyada, Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere karşı Amerika tarafından desteklenen radikal siyasal İslam'ın Sovyetler yıkıldıktan sonra da gelişmesini sürdürmesi, öte yandan Türkiye'nin yaşadığı ırkçı kökenli iç saldırı, medyayı ve medyada yer alan yazarları ve programcıları etkileyen öteki ögelerdi. Gözle görülür biçimde belirgin olarak ortaya çıkan ittifak, Türkiye'nin Laik ve Demokratik Sosyal Hukuk Devleti modeline karşı, bu modeli reddeden eski sınıf diktatörlüğü yeni sermaye egmenliği yanlıları ile ezelden beri şeriatçı ve ırkçı diktatörlük taraftarları olarak bu modele karşı çıkanların Mustafa Kemal Atatürk'e saldırma konusunda güç birliği yapmalarıydı. Bu da işin olumsuz tarafıydı. Böylece 11 Eylül saldırısına kadar Türkiye'de garip bir durum ortaya çıkmıştı: Laik ve Demokratik Sosyal Hukuk Devleti modeline şeriatçılık, ırkçılık, sınıf diktatörlüğü ve sermaye egemenliği adına karşı çıkanlar, bu muhalefetlerini "demokrasinin ırkçı ve dinci açılımlar doğrultusunuda geliştirilmesi" adı altında sergiliyor, ama aynı zamanda Türkiye'de demokratik modelin temellerini atan Mustafa Kemal Atatürk'e de her vesile ile çatıyorlardı. Aslında her grubun hedefi farklıydı: Bir grup şeriatı, bir grup ırkçı bir ayrılıkçılığı, bir grup ise sermayenin sınırsız iktidarına dayalı liberal bir rejimi savunuyordu. Ama bunlar, geçici olarak "laik ve demokratik sosyal hukkuk devleti" modeline karşı muhalefette ve Atatürk'e saldırmakta ittifak etmişlerdi. İşte 11 Eylül saldrısı bu ittifakı bozdu. Şeriatçılar ile "eski solcu yeni liberal" yazarlar ve programcılar ayrıldılar. Üzerinde ittifak ettikleri "Atatürk düşmanlığı", yine üzerinde ittfak edilebilecek bir "Amerikan düşmanlığına" dönüştürülemedi. Ünlü ve büyük romancımız Orhan Pamuk'a yapılan son saldırıları, işte bu ayrışmanın bir sonucu olarak görüyorum ve değerli yazarımıza haksızlık edildiğini düşünüyorum. Ben bütün bu tartışma ve kavgaların Türkiye'de demokrasinin gelişmesine yararlı olacağını umdum. Umdum ki, herkes, kendisi için istediği demokratik hak ve özgürlükleri "karşısındakiler" için de kabul etsin. Bütün olumsuzluklara karşın, bu umudumu korumak istiyorum. |
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 2 Aralık 2024