Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

HİLMİ ZİYA ÜLKEN BUGÜNLERİ GÖREBİLSEYDİ NE DERDİ?

 

Emre Kongar

 

20 Eylül 2001

Cumhuriyet Kitap

 

Hilmi Ziya Ülken sadece önemli bir düşünür değil, çok verimli bir yazardı da.

Bütün ciddi yazarlar gibi kendi ülkesinin düşünce tarihini çok önemsiyordu.

"Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi" adlı büyük çalışması, bugün bile önemini koruyan bir başyapıttır.

1966 yılında yayımladığı bu kitabın son bölümü "Türk Düşüncesi Nereye Gidiyor?" başlığını taşımaktadır.

Ülken'in ileriye dönük gelişmeler açısından çok da iyimser olduğu söylenemez.

Bu bölümde şöyle diyor:

"1940'dan sonra Çağdaş Dünşünce tarihimize bir göz atacak olursak bir bakımdan durgunluk, hatta gerilme, bir bakımdan ilerleme denebilecek bazı gözlemlerle karşılaşabiliriz. Batı fikir hayatına girmek için bir yüzyıldan beri yapılan tereddütlü, ürkek adımların birdenbire büyük hız kazanmış olan çeviri faaliyeti bunların başında gelir. Tanzimatçılar Montesquieu, Rousseau ve umumiyetle 18. yüzyıl düşüncesine dayanmak istedikleri halde onlardan hemen hiçbir şey çevirmemişler ve memlekete bu fikirleri pek yüzeysel olarak aksettirmişlerdi. II. Meşrutiyet'te fikir hareketleri hızlandı, fakat derinleşmedi. Fikir adamlarının çoğu dergi yazarı olmaktan çıkamadılar. Dergiler de uzmanlığa doğru gidecek ve derinleşecek yeyrde orta seviyeye hitap eden edebi dergi olarak kaldılar. Fikir yazıları gündelik hayata tesir etmek için daima bu seviyeden yukarı çıkamıyordu. Toplumsal hareket uyandırmak, reform yapmak, öğretmek bilgiyi halka yaymak gibi maksatlar yüzünden asıl fikir, uzmanca düşünce bir türlü yerleşemiyordu. Buna rağmen bilgiyi halka yaymak düşüncesi o kadar egemendi ki, Ahmet Mithat'dan günümüze kadar verilen her bilgi ağır görülerek halkın seviyesine göre daha hafifleri istenmiş, bu yüzden hakiki fikir çığırları kurulamamıştır. Buna karşı son zamanlarda bir yandan devletin yayınladığı Batı ve Doğu klasiklerinden çevirilier serisinin gittikçe çoğalması, bir yandan da bireysel teşebbüslerle ve özel sermaye ile yayınlanan aynı nitelikteki eserler, geçmiş 80 yılın eksiklerini tamamlamakta olduğu gibi, yeni Batı fikir hayatının büyük eserlerini de vermektedir. Daha şimdiden Platon'un belli başlı Dialoque'ları Türkçeye çevrilmiş bulunuyor. Aristo'dan Organon'ları okuyoruz. Daha metafizik ve ahlak kitapları çevrilmemiştir. Descartes'ın esererinden çoğuna sahip bulunuyoruz. Spinoza, Leibniz, Malebranche gibi esaslı Cartesien filozofları Türkçe'den okuyoruz. İngilizlerden Berkeley, Hume, Spencer ve Mill çevrilmiştir. 18. yüzyıl filozoflarından çoğunun eserinin Türkçeleri elimizdedir. Günümüze gelince Bergson, Durkheim, H. Poincare gibi son yüzyıl Türk düşüncesine tesir etmiş fikir adamlarının hemen bütün eserleri çevrilmiştir. Henüz Alman Felsefesinden -Nietzche müstesna- hiç bir şey çevrilmemiştir. Bu yeni fikir faaliyetinin bütün başarısına rağmen buna esaslı bir eksiklik gözü ile bakılabilir. Fakat 20 yıl içinde yapılanlara bakılınca, bu eksiklerin de yakında kapanacağı tahmin edilebilir. Bugün bile felsefe ve sosyoloji tahsil edenlerin eline verilebilecek hayli zengin bir kütüphane kurulmuştur.

Batı düşüncesine ait kaynaklar artarken Doğu klasikleri de ona paralel olarak ilerliyor. 5 asırlık Osmanlı fikir tarihinde medrese ve tekke ilminin temelini teşkil eden klasikleşmixş kitaplardan pek azı Türkçeye çevrilmişti. Farabi, Ibn Sina, İbn Rüşdlerin Türkçesi yoktu. Kelâm ve tasavvufun klasik eserlerine ait şerhler ve haşiyeler de hiçbir zaman aslına bağlı çevirilerin yerini tutmuyordu. Bir ara Gazalî çevirilerine rağbet edilmiş, o da yarım kalmıştı. Abdühlamid II'nin Gazalî'yi çevirtmek için gösterdiği gayretin yarımlığı İhya ve Tehafül çevirilerinin Yıldız Kütüphanesi'nde bastırılmadan kalmış olmasından anlaşılıyor. Buna karşı, son yıllarda bu alandaki çalışmalar da hızlanmıştır. Fakat henüz İbn Sina'dan hiçbir çeviri yoktur."

Hilmi Ziya Ülken bu saptamalardan sonra, dönüyor ve "Memleketin umumi fikir hayatı ne durumdadır?" diye soruyor.

Bakın bu konudaki düşünceleri neler:

"Yüz güldürecek olan bu çalışmalar dışında, acaba memleketin umumi fikir hayatı ne durumdadır? Bu bakımdan sayısı gittikçe çoğalmakta olan yayınları başlıca iki grupta toplaabiliriz: 1) birincisi özel sermaye ile basılan ve sosyalizm ile günün modası existentialism'e ait, çoğu birkaç formalık bir yayınlar serisidir. Bunlardan pek azı telif, çoğu çeviri veya toplamadır. Bu yayınlarda göze çarpan nokta Türk Dil Kurumu'nun ileri sürdüğü kelimeleri bol bol kullanmak yüzünden anlaşılmaz bir hale gelmek ve konularının yüzünde kalmaktır. 2) İkincisi yine özel sermaye ile ve sık sık yayınlanan dini kitaplar serisidir. Bunların pek azı ciddi bir araştırma eseridir. Genel olarak halkın kapışacağı konular seçilmekte ve halktaki fanatik zihniyet bu yayınları beslediği gibi, bu yayınlar da o zihniyeti beslemektedir. Eskiden yüksek islami eserler Medrese, Darül-hikme, vb. tarafından yayınlanır, tarihe ve ilme hizmet eder, bağnaz halkın ihtiyacına da sahhafların yayınları cevap verirdi. Şimdi bu yeni ve çok sayıdaki yayınlarda bu iki kaynak birbirine karışmış ve yüksek ilmi-tarihi eserlerin seviyesini düşüren bir sonuca varmıştır.

Kısaca her iki yayın tarzı da karşılıklı iki türlü bağnazlığı baslayan zayıf seviyeli birer akım halini aldıkları için, satış sayısı, okuma bilgisi batkımından halkı ve kitapçıları sevindirecek bir durumda iseler de, aslında fikir seviyesini alçalttıkları, sağ ve sol kanada ait fanatizmi arttırdıkları için hiç de ümit verici görünmüyorlar. Bu hal memleketimize özgü değildir. İş bölümü zayıf, meslek teşkilatları kurulmamış, Ortadoğu memleketlerinin çoğunda bu kutuplaşma ve bilgiden uzaklaşma, bağnazlık halini alan bir inanç gerilemesi hali görülür. Eğer yakında yeni yetişen nesillerin de işbirliği yaparak dünya fikir tarihinin büyük eserlerini dilimize mal etmek için yaptıkları gayretler ve onlarla bilikte yerli fikir ürünlerini veren kitaplar ve uzmanlık dergileri çoğalmamış olsa bu son işaret ettiğimiz yayınlara çok kötümser gözle bakmak gerekecektir. Fakat çok şükür ki Felsefe Arkivi, Araştırmalar, İlahiyat Dergisi, Dil-Tarih ve Coğrafya Dergisi gibi dergiler var, ve bunlar ciddi yayınlar yapmaktadırlar.

Türk düşüncesi, İzzet, Baltacıoğlu gibi fikir sentezi verecek kafalar yetiştirmiştir. Yeni nesiller fenomenoloji, yeniontoloji, felsefi antropoloji yönünde, ilim felsefesi ve yeni mantıkta araştırmalar yapıyorlar. Henüz olgun eserlerini vermemişlerse de Batı fikir dünyasına açtığımız pencerenin her zaman daha geniş, ufkunun her zamandan zengin oluşu gelecek için iyimser olmamızı sağlayan belirtilerdir." (Hilmi Ziya Ülken, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, 3. baskı-İstanbul, Ülken Yayınları, 1992, ss.488-499.)

Anlaşıldığı gibi Ülken 1960'lı yılların ortalarında kaleme aldığı kitabının sonunda, Türk düşünce yaşamını, dini kitaplar ile sosyalizm ve egzistansiyalizm arasında, üstelik de seviyesiz bir yayın ortamında sıkışmış görmektedir.

Ülken tüm toplumsal bilimlerin felsefi bir temele dayanması gerektiğine inandığından, (Hamza Uygun, İnan Özer, "Hilmi Ziya Ülken", Türk Toplum Bilimcileri I, -der.-Emre Kongar, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1982, s.161) Türkiye'deki felsefe akımlarını da çok önemsiyordu.

Ülken'in yukardaki yargılarında dikkati çeken husus, "özel sermaye ile basılan" ya da "yayınlanan" ifadeleridir.

Hiç kuşkusuz, Cumhuriyet'in aydınlanma devrimini devlet eliyle yaşayan Ülken, "özel sermaye ile basılan ve yayınlanan" kitapları biraz da yadırgıyor galiba.

Aslında Ülken'in "düşünce yaşamı" hakkındaki yargıları inanılmaz bir öngörü ile Türkiye'nin toplumsal yaşamındaki etkileri açısından doğru çıktı.

Sosyalizm, komünizm, Marxizm konusunda, farklı ülkelerin değişik siyasal uygulamalarından etkilenmiş modeller üzerindeki yüzeysel, adeta broşür biçimindeki ezberci yayınlar, Türkiye'yi goşizmin bataklığında önce 12 Mart 1971'de, sonra da 12 Eylül 1980'de, iki sağcı ve baskıcı darbe ile karşı karşıya getirdi.

Hiç kuşkusuz, bu iki darbenin de arkasında "düşünce ortamı" olarak, Marxist felsefe konusundaki yoksulluk ve yoksunluk çok önemli bir rol oynamıştı.

Tabii Ülken'in ikinci gözlemi de doğruydu ve hâlâ doğrudur: Din konusundaki yayınlar hâlâ yüzeysel ve kışkırtıcıdır.

Türkiye bunun da bedelini, 28 Şubat 1997'de, şeriat devleti tehlikesinin yanından teğet geçerek ödemiştir.

Yine de Remzi Kitabevi'nin artık hızını kaybetmiş olan "Büyük Fikir Kitapları" dizisi ve bugün Yapı Kredi Yayınları'nın tüm hızıyla devam eden çeviri ve telif yayınları arasındaki felsefe kitapları, Ülken'in deyimiyle "özel sermaye ile basılan" kitaplar arasında, bir zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan "klasikler" dizisine benzer işlevler yerine getirmektedirler.

Remzi'nin ve Yapı Kredi'nin dışında, burada adlarını anmaya yerimin yetmeyeceği pekçok yayınevi, kimi zaman adeta "ihtisaslaşarak", "felsefe çevirileri" konusunda çok önemli işlevler yerine getirmişlerdir.

Ülken tabii "postmodern" felsefe akımlarına yetişemedi.

Yetişseydi, Batının "Soğuk Savaş" aracı olarak, Sovyetlerin son yıllarında Avrupa'da geliştirdiği ve hem akılcılığı hem deneyselciliği reddeden, hem de akılcılık ve deneyselcilik anlamındaki pozitivist çağdaş düşüncenin karşıtı olarak empoze edilen bu akım için ne derdi bilmiyorum.

Ayrıca bu akımın ülkemizdeki yansıması olarak ortaya çıkan, din istismarına dayalı politika yapan sahtekârlarla, düş kırıklığına uğramış goşistlerin (özellikle de eski Maocuların) ve Tahirîlerin (Kemal Tahirciler'in) "postmodern" alandaki ittifakı onu bile şaşırtabilirdi.

Ama kendisini şaşırtacak olumlu gelişmeler de dikkatini çekebilirdi Ülken'in:

Örneğin, artık her kitapçıda rahatlıkla bulunabilen batı felsefesinin hemen hemen tüm klasiklerinin çevirileri, İonna Kuçuradi'nin "değerler" alanındaki özgün çalışmaları, "insan hakları" ile felsefe arasında kurulan bağlar, Arslan Kaynardağ'ın felsefe tarihi ve "kadın felsefeciler" üzerindeki çalışmaları ve Boğaziçi, Orta Doğu gibi çağdaş üniversitelerin felsefe bölümlerinde üretilen özgün çalışmalar, Nermi Uygur'un denemeleri, Macit Gökberk'in eskimeyen "Felsefe Tarihi" gibi bir temel başvuru yapıtının Türkçe'de yayımlanmış olması onu sevindirebilirdi.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 15 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional