Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
30 Ağustos 2021
30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun!
30 Ağustos, hepimizin varlığımızı borçlu olduğumuz, Türkiye
Cumhuriyeti'ni kuran askeri zaferin tarihidir.
Bu günün anısına, "Emre Kongar Seçkisiyle NUTUK" adlı kitabımdan ilgili
bir bölümü alıntılıyorum.
* * *
Sevgili okurlarım, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün büyük gücü hem siyasal hem
de askeri açıdan bir dâhî olmasında yatar:
Dünya ve Osmanlı tarihini iyi değerlendiren ve bu değerlendirmeleri üzerine
yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran bir devlet adamı olduğu kadar,
Cumhuriyeti kurmak için önce ülkeyi işgal eden düşmanı yenen büyük bir
komutandır.
Türkiye Cumhuriyeti, dünyayı yönetmek iddiasında olan Birinci Dünya
Savaşı'nın galip devletlerine mensup birtakım politikacıların kapalı
kapılar ardında ellerinde cetvel, petrol bölgesi olan çöllerde sınırlar
çizerek, gizlice tepeden inme kurduğu devletlerden biri değildir.
Tam tersine, sadece galip devletlerin ordularına karşı değil, aynı zamanda
Batı'dan saldıran Yunanistan'a, Doğudan saldıran Ermenistan'a ve içerde
isyan ederek, Milli Mücadele'yi arkadan vuran Padişah çetelerine karşı
savaşarak, kan ve gözyaşı ile elde edilen askeri zaferle kurulmuş bir
devlettir!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bir Feodal Din-Tarım İmparatorluğu'nun
kalıntıları üzerinde çağdaş bir Ulusal Endüstriyel-Kentsel Devlet kurarken,
milleti arkasından sürükleyebilmesindeki büyük karizmatik güç, İstiklâl
Savaşı'nı kazanan komutan olmasından kaynaklanmaktadır.
Millet onun kurtarıcı liderliğine inandığı için, uyguladığı reformlara
(Atatürk Devrimlerine) uyum sağlamıştır.
Sevgili okurlarım, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının arkasında yatan
Kurtuluş Savaşı, bu büyük askeri zafer, çok büyük maddi olanaksızlıklar ve
çok ciddi siyasal engeller içinde kazanılmıştır.
Bu siyasal engeller o noktaya varmıştır ki, ordunun Sakarya savaşından
sonra kıpırdayamadığını belirten bir konuşmacı (Vasıf Bey) Meclis'te Gazi
Paşa'ya muhalif olanlar tarafından "Bravo" denilerek alkışlanmış ve
uzatılma zamanı gelen Başkomutanlık yasası uzatılmamıştır.
Bu durumu Mustafa Kemal Paşa şöyle anlatır.
"Bu kararın sonucunda ne oldu efendiler biliyor musunuz? Başkomutanlık
iki gündür havada kalmış ve belirsizleşmişti. Eğer ben şu anda orduya
komuta ediyorsam, yasalara aykırı olarak komutanlık yapıyorum.
Meclis'te ortaya çıkan oylamaya göre komutayı derhal bırakmak isterdim
ve Başkomutanlığımın sona erdiğini hükümeti bildirdim. Fakat sonradan
düzeltilmesi olanaklı olmayan bir felakete yol açmamak zorundaydım.
Düşman karşısında ordumuz başsız bırakılamazdı.
Dolayısıyla Başkomutanlığı bırakmadım, bırakamam ve bırakamayacağım!"
Atatürk Nutuk'ta, Sakarya Savaşı'ndan sonra düşman karşısında
güçlendirmeye önem verdiği üç cepheyi Millet, Büyük Millet Meclisi ve
ordu olarak tanımlıyor.
Düşmana karşı yapılan Milli Mücadelede Milletin maddi manevi desteğini
birinci sıraya koyuyor.
Daha sonra, milletin temsilcisi ve Kurtuluş Savaşı'nın yöneticisi
olarak Millet Meclisi'nin, İstiklâl Savaşı'ndaki önemini ve desteğini
vurguluyor.
Üçüncü güçlendirilmesi gereken cephe olarak da elbette orduyu
belirtiyor.
Başkomutanlık Meydan Savaşı'na bu üç cepheyi olanaklı olduğu ölçüde
güçlendirdikten sonra girmek istediğini açıklıyor ve karşılaştığı siyasal
engelleri ve maddi olanaksızlıkları uzun uzun anlatıyor.
Bütün hazırlıkları tamamladıktan sonra giriştiği saldırıyı, Türkiye'nin
yazgısını belirleyen Dumlupınar Savaşı'nı da aşağıdaki biçimde aktarıyor:
Hücum Planımızın Esası
Efendiler, düşman ordusunun cephe ve örgütlenmesini ve ona karşı Batı
Cephesindeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordudan oluştuğunu
anlatmıştım.
Öteden beri hazırladığımız saldırı planımızın esasını da bilgilerinize
sunayım:
Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir
kanadında ve olanaklı olduğu ölçüde dışında toplayarak, onları yok edecek
bir meydan muharebesi yapmaktı. Bunun için uygun gördüğümüz konuşlanma, ana
kuvvetlerimizi düşmanın Afyon Karahisar civarında bulunan sağ kanadının
güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanda toplamaktı.
Düşmanın en hassas ve önemli noktası orası idi. Hızlı ve kesin sonuç almak,
düşmanı bu kanadından vurmakla olanaklıydı.
Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu
bakımdan bizzat gerekli incelemeleri yapmışlardı. Hareket ve saldırı
planımız çok önceden saptanmıştı.
Konya'ya gelmiş olan General Townshend'in isteği üzerine, kendisiyle
görüşmek üzere Ankara'dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi
Karargâhı'nın bulunduğu Akşehir'e gittim. Harekât hakkındaki görüşmeyi
Genelkurmay Başkanı'nın da katılmasıyla yapmayı uygun gördük.
Ben, 24 Temmuz'da Konya'ya gittim. 27'sinde tekrar Akşehir'e döndüm. Fevzi
Paşa Hazretleri de 25 Temmuz'da Akşehir'e gelmişti. 27/28 Temmuz gecesi
yaptığımız görüşmeler sonucunda, saptanmış olan plan gereğince hücum etmek
üzere, 15 Ağustos'a kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına çalışmayı
kararlaştırdık.
28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra bir futbol maçı bahanesiyle ordu
komutanları ve bazı kolordu komutanları Akşehir'e çağrıldı. 28/29 Temmuz
gecesi komutanlarla hücum planımız hakkında genel bir fikir alışverişinde
bulundum. 30 Temmuz 1922 günü Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi
Komutanı'yla tekrar görüşerek nasıl hücum edileceğini ve ayrıntıları
saptadık. Ankara'dan çağırdığımız Milli Savunma Bakanı Kâzım Paşa da, 1
Ağustos 1922 günü öğleden sonra Akşehir'e vardı. Ordu hazırlığının
tamamlanmasında Milli Savunma Bakanlığı'na ilişkin olan hususlar
belirlendi.
Saldırıya Hazırlık Emri
Ordunun hazırlıklarının tamamlanmasıyla saldırının çabuklaştırılmasını
emrettikten sonra tekrar Ankara'ya döndüm. Batı Cephesi Komutanı 6 Ağustos
1922'de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emri verdi.
Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Paşalar da Ankara'ya döndüler.
Efendiler, saldırı için tekrar cepheye gitmeden önce, Ankara'da
belirlenmesi gereken bazı durumlar vardı. Saldırı emri verdiğimi henüz
Bakanlar Kurulu'na tamamen bildirmemiştim. Artık onları resmen haberdar
etmek zamanı gelmişti.
Yaptığımız bir toplantıda iç, dış ve askeri durumları görüştükten ve
tartıştıktan sonra, hücuma geçmek konusunda Bakanlar Kurulu ile
fikirbirliğine vardık.
Önemli bir başka sorun daha vardı. Muhalifler, ordunun çürüdüğünden,
kıpırdayacak durumda olmadığından söz ederek, böyle karanlık ve belirsizlik
içinde beklemenin felaketle sonuçlanacağı propagandalarına çok hız
vermişlerdi.
Gerçi, Meclis'teki bu anlayışın dışardaki yankıları, zaten düşmanlardan çok
gizlemek istediğim harekât bakımından yararlıydı. Fakat bu olumsuz
propaganda, en yakın ve en inanmış kişiler üstünde bile kötü etki yapmaya
başlamış, onlarda da kuşkular uyandırmıştı. Onları da yakında yapacağım
hücum hakkında ve altı yedi günde düşman ana kuvvetlerini yeneceğime
ilişkin olan güvenim konusunda aydınlatmayı ve kaygılarını yatıştırmayı
gerekli gördüm. Bunu da yaptıktan sonra Ankara'dan ayrıldım. Genelkurmay
başkanı benden önce 13 Ağustos 1922'de cepheye gitmişti.
Ben, birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi pek sınırlı sayıda birkaç
kişiden başka bütün Ankara'dan gizledim.
Benim kaybolacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hatta
benim Çankaya'da çay ziyafeti verdiğimi de gazetelerle ilan edeceklerdi.
Bunu elbette o zamanlar duymuşsunuzdur.
Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobil ile Tuz Çölü üzerinden Konya'ya
gittim. Konya'ya hareketimi orada kimseye telgrafla bildirmediğim gibi,
Konya'ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya'da
bulunduğumun da hiçbir tarafa bildirilmemesini sağladım.
20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat dörtte Batı Cephesi Karargâhı'nda,
yani Akşehir'de bulunuyordum. Kısa bir durum değerlendirmesinin ardından 26
Ağustos 1922 sabahı düşmana hücum için Cephe Komutanı'na emir verdim.
26 Ağustos 1922 Hücum Emri
20/21 Ağustos 1922 gecesi 1. ve 2. Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhı'na
çağırdım. Genelkurmay Başkanı ve Cephe Komutanı'yla birlikte saldırı
biçimimiz hakkındaki görüşü harita üzerinde kısa bir harp oyunu şeklinde
açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı'na o gün vermiş olduğum emri tekrar
ettim.
Komutanlar harekete geçtiler. Saldırımız, stratejik ve taktik açılardan bir
baskın olarak gerçekleştirilecekti. Bunu olanaklı kılmak için yapılan
yığınağın ve alınan önlemlerin gizli kalmasına önem vermek gerekliydi. Bu
nedenle, bütün harekât gece uygulanacak, kıtalar gündüzleri köylerde ve
ağaçlıklar altında dinlenecekti. Hücum bölgesinde yolların düzeltilmesi ve
benzeri etkinliklerle düşmanın dikkatini çekmemek için, başka bazı
bölgelerde de aynı biçimde sahte uygulamalar yapılacaktı.
24 Ağustos 1922'de karargâhlarımızı Akşehir'den hücum cephesi gerisindeki
Şuhut kasabasına taşıdık. 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut'tan, muharebeyi
yönettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısında çadırlı ordugâha aktardık. 26
Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30'da topçu
ateşimizle hücum başladı.
Başkomutan Savaşı
Efendiler, 26, 27 Ağustos günlerinde, yani iki günde, düşmanın Karahisar'ın
güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğunda bulunan özel olarak
güçlendirilmiş cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün
kuvvetlerini, 30 Ağustos'a kadar Aslıhanlar civarında kuşattık.
30 Ağustos'ta yaptığımız muharebe sonucunda (buna Başkomutan Muharebesi adı
verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman
ordusu başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasında
bulunuyordu.
Demek ki, planladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oldu.
31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir'e doğru
ilerlerken, diğer kısımlarıyla da düşmanın Eskişehir ve kuzeyinde bulunan
kuvvetlerini yenmek üzere harekete geçmişlerdi.
Ateşkes Önerisi
Efendiler, Başkomutan Muharebesi'nin sonuna kadar her gün büyük başarılarla
gelişen saldırımızı, resmi bildirilerde gayet önemsiz bir harekâtmış gibi
gösteriyorduk. Amacımız, durumu olanaklı olduğu ölçüde dünyadan gizlemekti.
Çünkü, düşman ordusunu bütünüyle yok edeceğimize güveniyorduk.
Bunu anlayıp, düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni
girişimlerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten de bizim
hareketimizi hissettikleri zaman ve saldırımızdan hemen sonra bize
başvurular olmuştu.
Örneğin hücum etmekte olduğumuz sırada Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf
Bey'den, ateşkes hakkında İstanbul'dan bildirimde bulunulduğuna ilişkin 4
Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım. Verdiğim yanıt aynen şudur:
Tel, makama özeldir.
5.9.1922
Bakanlar Kurulu Yüksek Başkanlığına
C. Anadolu'daki Yunan ordusu kesin olarak yenilmiştir.
Yunan ordusunun artık yeniden ciddi bir direniş gösterme olasılığı yoktur.
Anadolu için herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır. Ateşkes, ancak
Trakya için söz konusu olabilir.
Dolayısıyla Eylül'ün onuna kadar Yunan hükümeti doğrudan doğruya veya
İngiltere aracılığıyla hükümetimize resmen başvurduğu takdirde aşağıdaki
koşullar ortaya konularak yanıt verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylül'ün
onundan sonra yapılacak başvurunun yanıtının başka olma olasılığı vardır.
Bu takdirde durum ayrıca bana bildirilmelidir:
1. Ateşkes tarihinden başlayarak on beş gün içinde Trakya 1914 sınırlarına
kadar kayıtsız koşulsuz Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin sivil
memurlarına ve askeri kuvvetlerine teslim edilmiş bulunacaktır.
2. Yunanistan'daki esirlerimiz on beş gün içinde İzmir, Bandırma ve İzmit
limanlarında teslim olunacaktır.
3. Yunanistan, Yunan ordusunun üç buçuk yıldan beri Anadolu'da yaptığı ve
yapmakta devam ettiği yıkımı onarmayı şimdiden üstlenecektir.
Büyük Millet Meclisi Başkanı,
Başkomutan Mustafa Kemal
Ordularımız İzmir Rıhtımında İlk Verdiğim Hedefe, Akdeniz'e Vardılar
Doğrudan bana iletilen bir telsiz telgrafta da, İzmir'deki İtilaf
devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunmak yetkisi verildiği
bildiriliyor, hangi gün ve nerede görüşebileceğim soruluyordu. Buna
verdiğim yanıtta da, 9 Eylül 1922'de Nif'te! (İzmir, Kemalpaşa)
görüşebileceğimizi bildirmiştim.
Gerçekten de dediğim günde ben Nif'te bulundum.
Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında
ilk verdiğim hedefe, Akdeniz'e varmış bulunuyorlardı.
Muhterem efendiler, Afyon Karahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan
sonra düşman ordusunu tamamen yok eden veya esir alan ve kılıç artıklarını
Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtımızı açıklamak ve nitelendirmek için
söz söylemeyi gereksiz sayarım.
Her aşamasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve zaferle
sonuçlandırılmış olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subaylar ve komuta
heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kez daha yazan muazzam
bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlık inancının ölümsüz
abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun
başkomutanı olduğumdan, sonsuza kadar mutlu ve bahtiyarım.
Efendiler, işte şimdi diplomasi alanına geçebiliriz.
Gerçi askeri zaferimizden ümitsiz olup sorunu, daha önce diplomasi yoluyla
çözmek inanç ve iddiasında bulunanları, dediklerini yapmak hususunda biraz
fazlaca bekletmiş oldum. Bununla birlikte, sonuçta benim de diplomasi
alanında ciddi olarak çalışmaya değer verdiğimi görerek memnun olmaları
gerekirdi. Böyle olup olmadığını göreceğiz.
Ordularımız, İzmir ve Bursa'yı geri aldıktan sonra Trakya'yı da Yunan
ordusundan kurtarmak için İstanbul ve Çanakkale yönünde yürüyüşlerine devam
ederken, o zaman İngiltere Başvekili bulunan Lloyd George, fiilen savaşa
karar vermiş bir tavırla yardımcı kıtalar istemek için dominyonlara
başvurmuş. Ondan sonraki uygulamalara bakılırsa, Lloyd George'un isteğinin
yerine getirilmediğini kabul etmek gerekir.
İtilaf Devletlerinin 23 Eylül 1922 Tarihli
Ateşkes Önerisi
Bu sıralarda, İstanbul'da Fransız olağanüstü Komiseri bulunan General Pelle
benimle görüşmek üzere İzmir'e geldi. Tarafsız alan adını verdiği bir
bölgeye ordularımızın girmemesinin uygun olacağını belirtti.
Milli hükümetimizin böyle bir bölge tanımadığını, Trakya'yı da
kurtarmadıkça ordularımızın durdurulmasına olanak bulunmadığını söyledim.
General Pelle, Mösyö Franklin Bouillon'un benimle görüşmek üzere gelmek
istediğine dair almış olduğu özel bir telgrafı gösterdi. Kendisini İzmir'de
kabul edeceğimi söyledim.
Mösyö Franklin Bouillon bir Fransız savaş gemisiyle İzmir'e geldi. Fransa
hükümeti tarafından ve İngiltere ve İtalya hükümetlerinin de uygun
görmesiyle benimle görüşmeye geldiğini söyledi. Biz Franklin Bouillon'la
görüşürken, 23 Eylül 1922 tarihli İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları
imzasıyla bir nota geldi. Bu nota, esaslı olarak iki meseleyi kapsıyordu.
Biri askeri harekâtın durdurulmasına, diğeri konferansa, barışa ilişkindi.
Biz, Rumeli'de milli sınırımıza kadar Doğu Trakya'yı tamamen almadıkça,
askeri hareketten vazgeçemezdik. Ancak, vatanımızın bu kısmından düşman
kıtaları çıkarıldığı takdirde fazla bir hareket yapmaya kendiliğinden gerek
kalmayacaktı.
Bu notada, Venedik veya başka bir kentte toplanacak olan, İngiltere,
Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve
Yunanistan'ın çağrılacağı bir konferansa delegelerimizi göndermeye olur
verip vermeyeceğimiz sorulmakla birlikte, görüşmeler sırasında
Boğazlar'daki tarafsız bölgeye tarafımızdan asker gönderilmemesi koşuluyla,
Edirne dahil olmak üzere Meriç'e kadar Trakya'nın bize geri verilmesi
hakkındaki isteğimize iyi gözle bakılacağı belirtiliyordu.
Notada, Boğazlar'dan, azınlıklardan, Milletler Cemiyeti'ne girmemizden de
söz edilmekteydi..
Konferansın toplanmasından evvel, Yunan kıtalarının, İtilaf devletleri
komutanlarının çizecekleri bir hattın gerisine çekilmesi için, İtilaf
devletlerinin nüfuzunu kullanacağı sözü verilmekte ve bu konuda görüşülmek
üzere Mudanya veya İzmit'te bir toplantı yapılması önerilmekteydi.
* * *
Sevgili okurlarım, görüldüğü gibi Gazi Mustafa Kemal Paşa Dumlupınar
Başkomutanlık Meydan Muharebesini kazanınca, artık Birinci Dünya Savaşı'nın
galip ülkeleri onunla barış koşullarını konuşmak üzere görüşmelere hazır
olduklarını bildirmeye başlamışlardı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsız bir ülke olarak kurulmasının ilk adımı
olan Mudanya Ateşkes Antlaşması böyle ortaya çıkmıştı.
Mudanya Ateşkesi'nden sonra, Lozan barış görüşmeleri gündeme gelmişti.
* * *
Kendi İnternet sitemde GÜNCEL yazılarımı izleyen sevgili okurlarım,
yukardaki satırları, Remzi Kitabevi tarafından basılmış olan "Emre
Kongar Seçkisiyle NUTUK" adlı kitabımda, Atatürk'ün sözlerini
kullanılan dile bizzat aktardığım ve hem öncesinde, hem de sonrasında
yorumladığım sayfalardan alıntıladım.
Hepinizin Zafer Bayramı tekrar kutlu olsun!
|
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 8 Temmuz 2024