Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
2 Nisan 2018
Seçim Boykotu Üzerine Merdan Yanardağ Yazısı.
Sevgili izleyicilerim, bugün, önümüzdeki seçimleri boykot çağrılarına karşı
Merdan Yanardağ'ın yazdığı yazıyı alıntılıyorum.
Yazısının sonunda, "İkinci Cumhuriyetçilerle" ilgili bir de ilginç polemik
notu var...
Meraklısı için önemli olduğunu sanıyorum.
* * *
Seçimleri boykot etmek doğru bir tutum olabilir mi?
Merdan YANARDAĞ
AKP iktidarının MHP desteğiyle Meclis'ten geçirdiği yeni seçim yasası, hiç
kuşkusuz halkın iradesini, daha somut bir ifade ile seçim sandığını "çalma"
operasyonunun alt yapısını hazırlama girişimidir. Yeni yasayla, hem seçim
güvenliği büyük ölçüde ortadan kaldırılmış durumdadır hem de oy sandığı,
devlet aygıtını elinde tutanların bütün operasyonlarına açık hale
getirilmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki; 16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği referandumunda
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) eliyle kaynağı belirsiz 1, 5 milyon mühürsüz oyun
geçirli saydırılarak kıl payıyla da olsa seçimi almak, büyük bir panik ve
korkuya yol açmış durumda. Çünkü, referandumu kimin kaybettiğini en iyi
bilenler AKP liderleridir. Eğer öyle olmasaydı, yeni seçim yasasıyla halkın
iradesini karanlık mahfillerde değiştirmeye dönük böyle bir yasa
çıkarılmazdı. O nedenle, bu seçim yasası, dinci-faşizan AKP-MHP blokunun
elindeki bir silah olmaktan çok, onun korkusunun ve güçsüzlüğünün de bir
işaretidir. Dahası, bu seçim yasası, daha 2019 seçimleri -ki yerel, genel
ve cumhurbaşkanlığı olmak üzere üç seçim olacak- yapılmadan, AKP-MHP
blokunun sandıkta yenildiğinin işareti, hatta kanıtı durumundadır.
Ancak, muhalefetin beklenen tepkiyi eylemli ve etkili bir şekilde ortaya
koyamaması, 16 Nisan 2017 referandumunu Erdoğan-AKP iktidarı kaybettiği
halde halkın oylarına ve iradesine sahip çıkılamaması, toplumda büyük bir
umutsuzluk yaratmış durumda. Asıl sorun budur. AKP iktidarına tepkili
yurttaşların büyük bölümü, "Bunlar gitmeyecek, bir yolunu bulup iktidarı ve
devleti ellerinde tutmaya devam edecekler" diye düşünüyor. Bu ruh hali
büyük karamsarlık ve yılğınlığa yol açıyor. Başta CHP olmak üzere, ilerici
muhalif parti ve örgütlerin halka yeterince güven verememesi, bu
karamsarlığı daha da büyütüyor.
Durum böyle olunca, kimi aydınlar ve toplumun eğitimli kesimlerinde
seçimleri boykot etme eğiliminin, yani sandığa gitmeyerek, bu sahtekarlığa
ortak olmama tutumunun güçlendiği gözleniyor. Bu tutum, halk içinde de bir
protesto eylemi şeklinde gelişme eğilimi gösteriyor
BOYKOT HER ZAMAN DEVRİMCİ BİR TAKTİK MİDİR?
Öncelikle belirtelim ki, "boykot" belli koşullarda devrimci siyasal
tatiktiklerden biridir. Örneğin; yönetenlerin artık eskisi gibi
yönetemediği, yönetilenlerin çok büyük bölümünün de bir önceki dönemde
olduğu gibi yönetilmek istemediği ve bu tutumunu eylemli olarak ortaya
koyduğu, ulusal ölçekte derin bir siyasal ve toplumsal kirizin yaşandığı
koşullarda, seçimler halkın devrimci enerjisini ve değişim iradesini
söndüren etki yaratır. Toplum öznel (subjektif) bakımdan da eskiyi aşmaya
ve yeni bir döneme sıçramaya hazırdır. Bir de devrimci siyasal örgütler
toplumdaki bu eğilime öncülük edecek programa ve iradeye sahip ise, işte bu
koşullarda seçimleri boykot etmek doğru devrimci taktik olacaktır.
Ancak, bir koşul daha vardır; topluma bir seçenek sunmuk... Toplumsal
mücadeleye öncülük eden parti ya da örgütler, eğer krizi aşacak ilerici bir
siyasal çözüm önerisi ve hedefini de halkın önüne koyabilirlerse boykot
biricik siyasal taktik haline gelecektir.
Ayrıca, "ulusal kriz" ve "devrimci durum" dışında öyle siyasal koşullar
oluşabilir ki, seçimlere katılmak bir suça ortak olmak anlamına gelebilir.
Toplumda, iktidarın ya da egemen güçlerin bir politikasını protesto etmek
yönünde yaygın bir eğilim gelişebilir. İşte böyle bir eğilimden kopmak da
doğru olmaz. Bu koşullarda düzen ya da rejim değişimi gibi büyük ve radikal
hedeflerden çok, daha sınırlı amaçları bulunan bir protesto eylemi olarak
da seçimleri boykot etmek gerekebilir.
Günümüz Türkiyesi'nde ise -nesnel ve öznel bakımdan- yukarıda saydığım
koşullar bulunmuyor. Daha önemlisi, seçimlere bir yıldan fazla bir zamanın
bulunduğu bir aşamada, olası iç ve dış siyasal gelişmeleri hesaba katmadan
boykot taktiğini önermek ve topluma başkaca bir seçenek sunmamak,
kitlelerde pasifikasyona yol açacaktır. Bu tutum, islamcı-faşizan blokun
önünü açarak, alanı gericiliğe bırakmaktan başka bir anlam taşımayacaktır.
Bir yıl siyasette çok uzun süredir. Çünkü, hiç beklenmedik ulusal, bölgesel
ya da küresel bir gelişme, önümüze bambaşka bir tablo koyabilir. Ülkede
öyle bir siyasal ve toplumsal alt-üst oluş yaşanır ki, ortada ne iktidar ne
de bugünkü anlamda muhalefet kalır. Bu durumda boykot veya seçimlere
katılma tutumlarının her ikisi de gereksiz hale gelir vb.
BOYKOT AKP-MHP BLOKUNA YARAYACAKTIR!
Bu kez seçimlerde AKP iktidarını "demokratik" ve "özgürlükçü" gerekçelerle
destekleyecek liberaller ve sol liberaller artık yok. Hayat tarafından
bütün tezleri yanlışlanan, tarih tarafından mahkum edilen bu kesimlerin,
-yer yer siyasal şirretlikleri devam etse de- artık ciddiye alınacak bir
itibarları, yüzleri ve güçleri de bulunmuyor.
Ancak, şimdi de Gülen Çetesinin tasfiye edilmesinden sonra pek, "milli" ve
"anti emperyalist" gerekçelerle Erdoğan-AKP iktidarına destek veren bazı
ulusalcı çevreler ortaya çıktı. Bu ulasalcı kişi ve çevrelerin "yetmez ama
evetçi" liberallerden -bu tutumları bağlamında- gerçekte pek bir farkları
bulunmuyor. Ancak bu ulusalcılar, önümüzdeki seçimlerde dinci-faşizan
AKP-MHP blokunu açıkça desteklemeye de cesaret edemiyor.
Öte yandan, bazı liberallerin ve kimi radikal ulusalcı çevrelerin kendi
umutlarının tükenişini bütün topluma ait bir tutum haline getirmek
istedikleri de gözleniyor. Öyle ki, seçimlerin "boykot" edilmesi görüşü
alttan alta özellikle bu çevreler tarafından gündeme getiriliyor.
Sonuç olarak, daha bugünden eçimlerin "boykot" edilmesi görüşünü savunanlar
son çözümlemede Tayyip Erdoğan'ın liderliğini yaptığı AKP-MHP blokuna,
diğer bir tanımlamayla mezhepçi-faşizan cepheye nesnel bakımdan "evet"
demiş olacaktır.
Bugün kimi sol çevrelerde de gündeme gelen bu boykotçu eğilim, deyim
uygunsa "sanal devrimci" bir pozisyonu temsil ediyor. Çünkü, seçimi
reddettiğiniz takdirde kitlelere daha büyük, gerçekleşebilir ve onları
harekete geçirecek devrimci bir seçenek sunmak gereklidir. Dahası bu
seçenek için etkili bir mücadeleyi örgütleme gücüne sahip olunmalıdır. Oysa
durum öylesine açık ki, solun genel olarak ne böyle bir örgütsel ölçeği ve
gücü var ne de bu yönde yapılacak bir çağrının kitleler nezdinde bir
karşılığı...
Ayrıca hukuksal bakımdan yüzde 50'nin altnda bir katılım gerçekleştiğinde,
seçimlerin iptal edileceğine dair bir anayasal ya da yasal düzenleme de
bulunmuyor. Yukarıda da belirtildiği gibi, daha çok ulusal ölçekte yaşanan
"devrimci durum" ve kriz ortamında izlenecek politik bir taktik olarak
boykot, kitlelerin devrimci bir kalkışma içinde olmadıkları koşullarda
egemen güçlere ve iktidara hizmet etmekten başka bir sonuç doğurmaz.
GERİCİ-FAŞİZAN BLOK YENİLECEKTİR!
Eğer gereği yapılırsa, ilerici muhalefet güçleri dönemin ihtiyaçlarına
yanıt veren bir programla etkili bir mücadele stratejisi izler, gerekli
taktik adımları atarsa, AKP-MHP blokunun, diğer bir ifadeyle gerici-faşizan
cephenin, 2019'da yapılacak her üç seçimde de yenilgiye uğratılması
mümkündür. İslamo-faşist yükselişin sert bir kırılmaya uğratılmasının
toplumsal, tarihsel ve siyasal koşullarının büyük ölçüde oluştuğunu
söyleyebiliriz. Henüz kurulu düzenin sınırları dışına çıkmaya hazır olmayan
geniş toplum kesimlerinin, büyüyen tepkilerini seçim sandıklarına
yansıtacaklarını öngörmek yanlış olmayacaktır.
Yapılacak iş, seçim güvenliği için daha çok çalışmak, sandıklara ve halkın
iradesine etkili bir şekilde sahip çıkmaktır. Özellikle seçim gecesi olası
bir hile ya da sahtekarlık girişimine anında ve etkili bir şekilde karşı
koymak, gerekirse sokakları işgal ederek en sert şekilde yanıt vermeyi göze
almaktır.
Unutulmamalıdır ki, yeni yasa nasıl düzenlenirse düzenlensin, her şeye
karşın seçimlerde hileye başvurmak, oyları çalmak, sonuçları değiştirmeye
çalışmak, halkın iradesini engellemeye kalkışmak yasal bakımdan hala ağır
bir suçtur. Yasaktır! Bu durum, muhalefetin en büyük meşruiyet silahı ve
alanıdır.
NOT:
Anımsanacağı gibi, Prof. Murat Belge'nin ülkeyi terk edeceğinin ortaya
çıkmasıyla başlayan ve benim "Liberal İhanet" adlı kitabım (Kırmızı Kedi
Yayınları) çevresinde gelişen tartışmaya Gün Zileli de katılmış ve daha çok
liberalleri savunan/kayıran bir tutum içine girmişti. Bu çerçevede aramızda
başlayan tartışma sırasında, "Liberal İhanet" kitabımı okumadığı ortaya
çıkmış, bunun üzerine kendisi kitabı okuyacağını ve yazacağı yazı ile onu
"yere sereceğini" ilan etmişti. Beni yıkıcı bir üsluba sahip olmakla
eleştirdiği halde, kendisinin de muhtemelen farkında olmadığı, geçmişte
kalan kökne, saldırgan ve polemikçi (tartışmacı değil, polemikçi) tutumu
vardı. Ancak, kitabı okuduktan sonra yazdığı yazıda beni de şaşırtan bir
tavır sergiledi. Kitabı "yere sereceğini" söyleyen Gün Zileli, okuduktan
sonra kaleme aldığı yazısında şöyle diyordu;
"Diyebilirim ki, kitabın esası, AKP diktatörlüğüne, 2000-2013 yılları
arasında destek veren liberal ana akımın eleştirisi olarak doğru bir
yönelimi temsil etmektedir. (…) Soldan gelen liberallere yönelttiği
eleştiriler esasen doğrudur ve bu eleştirilere ben de katılmaktayım."
(www.gunzileli.com/2018/02/22)
Ayrıca benim hakkımda daha önce yine kişisel bloğunda yazdığı, ancak yanıt
vermeyi gereksiz gördüğüm bir başka yazısında kullandığı kimi ifadeler için
de özeleştiri yapıyordu. Zileli'nin bu tutumunu son derece olumlu bulduğumu
belirtmeliyim. Bu yaklaşım, beklemediğim ölçüde iyi ve sevindirici bir
tavırdı.
Elbette Gün Zileli yazısında, Liberal İhanet kitabıma ilişkin bir dizi
eleştiri de yöneltiyor. Yazının asıl gövdesini de bu eleştiriler
oluşturuyor. Söz konusu eleştiriler esas olarak yanlış olmakla birlikte,
Zileli'nin yaklaşımı nedeniyle acil şekilde yanıtlanmasını gerktirecek bir
durum da kalmadı. Çünkü bu eleştirilerin bir bölümü ideolojik önyargılar ve
doğru olmayan bir bakıştan kaynaklanıyor, -ki esas olarak bunları
tartışacağız- bazıları ise yanlış anlama ya da anlaşılmanın ürünü
görünüyor.
Özetle; Gün Zileli'nin yazısı ve bu tutumu, benim yanıt vermek konusunda
acele etmemi de engelledi. (İsteğimi kırdı da diyebiliriz.) Serin kanlı bir
yanıt vermek için acele etmeden, olayın soğumasını beklemenin daha doğru
olacağını düşündüm. Sonuçta, aynı dünya ve fikir iklimi içinde olduğumuzun
bilinci ve duygusuyla her zaman tartışabilirdik. O nedenle acele etmedim.
Kendisinin "liberter" olduğunu belirten, ama liberal eğilimlerinin ağır
bastığını düşündüğüm Gün Zileli arkadaşın yazısına, gündemin yoğun olmadığı
bir sırada, önümüzdeki günlerde daha kapsamlı yanıt vereceğimi belirterek,
bu uzun notu noktalıyorum.
|
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 9 Eylül 2024