Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
1 Ekim 2018
ABD'de Irkçılık: 1970'lerden Günümüze.
Bu yazımda bir filmden söz etmek istiyorum:
Orijinal adı "BlacKkKlansman" olan ve sinemalarımızda "Karanlıkla Karşı
Karşıya" adıyla oynayan bir filmden.
* * *
Birleşmiş Milletler bursuyla gittiğim University of Michigan, Amerika
Birleşik Devletlerinin en Demokrat üniversitelerinden biriydi.
School Of Social Work ise üniversitenin en ilerici, insan haklarına ve
demokrasiye en çok bağlı olan okuluydu.
1964-1966 yılları, Kennedy'nin öldürülmesinden sonra, hem Vietnam savaşının
Johnson tarafından tırmandırıldığı hem de Siyahların İnsan Hakları
mücadelesinin yükseldiği dönemdi.
Benim üniversitedeki danışmanın Dr. Roger Lynd, Nijerya'dan yeni dönmüş bir
Birleşmiş Milletler uzmanıydı ama asıl kimliği çok daha önemliydi:
Vietnam Savaşı Karşıtı Örgütler Konfederasyonu'nun ABD'deki "Hazine
Sorumlusu"ydu (Treasurer).
Üniversite'nin öğrencileri, Asker Alma Dairesi'ni işgal edecek ve hatta
Kuzey Vietnamlılara kan bağışı yapacak denli savaş karşıtı gösteriler
düzenliyorlardı.
"Sit in" ve "Teach in" denilen, sınıfları işgal ederek ders saatlerinde
yapılan Savaş Karşıtı konferansları icat edenler de bizim üniversitenin
öğrencileriydi.
Bizim School Of Social Work öğrencileri ise, konularından dolayı, özellikle
Siyahların medeni hakları konusunda çok aktiflerdi.
Okulun eğitim programı haftada iki gün sahada staj yapmayı öngörüyordu. Ben
iki sömestr Detroit'te Michingan Heart Association'da, Siyahların sağlık
sorunları ile ilgili olarak, iki sömestr de Lansing'de, Vali Romney'in
ofisinde, aile hizmetlerinin güçlendirilmesi programında çalışmıştım
(Aslında "Ailenin Güçlendirilmesi", "Strengthening the Family" programını
ben yazmış ve uygulamaya koymuştum.)
* * *
Detroit'te Siyahların yaşadığı yoksul mahallelerde sınıf arkadaşım Don
Roose ile birlikte çalışıyorduk.
Beni o yoksul Siyahların mahallelerine yollayan Michigan Heart
Association'ın Direktörü Mr. Brickner, yüzünde biraz da müstehzi bir
tebessümle, "Sizden önce iki Amerikalı öğrenci bu işi başaramadı, belki siz
yabancı olduğunuz için yerli halkla daha iyi ilişki kurabilirsiniz"
demişti.
Ben halkın sağlık sorunlarını çözmeye çalışırken, Don Roose da konut
sorunlarını halletmeye uğraşıyordu.
(İki sömestr sonra biz oradan ayrıldık ama temelini attığımız ilişkiler ve
yaptığımız örgütlenmeler, temel sorunları çözmekte elbette yetersiz kaldı
ve bölgede Siyahların Dekroit ayaklanması yaşandı.)
Bu ayaklanma ortamı, Mesele121.org sitesinde Gencer Çakır çevirisiyle
şöyle anlatılıyor:
"...Irksal Eşitlik Kongresi (İngilizce kısaltmasıyla "CORE") başkanı
Floyd McKissick, 1967'de isyanların patlak verebileceği 12 şehirden
oluşan bir liste düzenlediğinde Detroit bu listede yer almıyordu.
Harlem ve Philadelphia 1964'te patlamıştı, Watts 1965'te, Cleveland
1966'da. Ve bunlarla beraber Kuzey'de yer alan kentlerdeki diğer
topluluklar da ayağa kalkmıştı.
Ne var ki Detroit'in farklı olduğu düşünülüyordu: Bir "model şehir",
siyah insanların yaşayabileceği uygun bir mekân. Şehrin Jerry Cavanagh
adında liberal bir belediye başkanı vardı. Cavanagh, 1963 Detroit
Özgürlük Yürüyüşü'nde Dr. Martin Luther King ve beraberindeki 125 bin
kişi ile Woodward Bulvarı'nda yürümüştü.
Detroit'in ayrıca o dönemde, işçiler arasında ırkçılığa karşı yürütülen
savaşa öncülük ettiği düşünülen Birleşik Otomobil İşçileri (United
Automobile Workers - UAW) adında bir sendikası vardı.
Dahası Detroit'in, özellikle siyahî halka karşı vahşet uygulamalarıyla
bilinen, yüzde 95'i beyazlardan müteşekkil polis departmanını
revizyondan geçirdiği düşünülen "reformcu" bir emniyet müdürü bile
vardı.
1965'teki Watts isyanından sonra belediye başkanı Jerry Cavanagh olup
bitenlerden bihabermişçesine şöyle bir açıklama yapacaktı: "Bu türden
bir şey burada (Detroit'te, ç.n.) olamaz."
Detroit'te olamaz mı? Tabii ki de olabilirdi -ve oldu da! 1967 Detroit
isyanı, henüz sonlanmamışken, 20'nci yüzyıl Amerikası'nın en büyük, en
yıkıcı ve en amansız isyanı olarak tarihteki yerini almıştı. İsyanda en
ez 43 kişi öldürülmüş, 347 kişi yaralanmıştı. Üstelik bunlar, hiç
şüphesiz, olduğundan eksik gösterilen resmi rakamlardı. İsyanda bin
300'den fazla bina yerle bir edilmiş, 2 bin 700 işyeri yağmalanmıştı.
Mal kaybı yarım milyar dolar olarak hesaplanmıştı ki, bu miktar
Watts'taki mal kaybından 12 kat daha fazlaydı. Tabii ki bu sayılar 1967
Detroit isyanının insani ve sosyal yönünü anlatmıyor."
Yazının aşağıdaki satırları, Don Roose ile birlikte çalıştığımız
bölgenin niteliklerini anlatıyor. Elbette ben o zamanlar bunları
derinliğine görememiştim.
"Model Şehir" mi? Hayır, model barut fıçısı!
Detroit'te siyahî halkın yaşadığı mahallelerde işsizlik yaygındı, düşük
ücretler ise yerel ve kalıcıydı.
Polisler, olağan bir işgalci orduydu.
Sivil haklar gösterilerinde yürüyen Birleşik Otomobil İşçileri
sendikasının başkanı, siyah işçilerin, şayet işe alınırlarsa sanayide
(demir ocağı, dökümhane ve vasıf gerektirmeyen işlerde) en kirli ve en
zor işlere hapsedildiği gerçeğini durmadan görmezden geliyordu. Siyah
işçiler, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, vasıf gerektiren işlerden
dışlanmışlardı.
Siyahî halk doğrudan doğruya beyazlardan oluşan bir politik yapı
tarafından yönetiliyor, beyaz polislerce denetim altında tutuluyor ve
beyazlarca idare edilen bir sendika tarafından "temsil" ediliyorlardı.
Ancak 1967'de Detroitlilerin kendi şehirlerinde yüz yüze geldikleri
sorun bundan çok daha fazlasıydı. Aileler, köleleştirilen büyük dede ve
ninelerini; ortakçı/yarıcı olarak gece gündüz çalışan dede ve
ninelerini hatırlıyordu. Detroitlilerin anne ve babaları, dünya
savaşları sürerken iş buluruz umuduyla Kuzey'e gelmişti. Ancak savaş
bittiğinde bu aileler kendilerini kenara atılmış bir halde buldular.
İnsanlar, kendilerine basit/sıradan ve temel demokratik hakları sağlama
niyeti taşımayan bir "demokrasi" için savaşlarda ölmeye gönderildiler.
Patlamaya hazır sorunlar yumağı birikmişti. 22 Temmuz 1967 Cumartesi
gününde isyanı başlatan sadece polis vahşetinin "her zamanki" hadisesi
oldu."
* * *
Ben Detroit'in yoksul mahallelerinde, geceleri obez görünüşlü Siyah
kadınlarla çalıştım.
Çünkü gündüzleri herkes işteydi ve aileler (erkekler ya ayyaş, ya esrarkeş,
ya da kumarbaz olduklarından veya eşlerini terk ettiklerinden dolayı)
anaerkil nitelik taşıyordu.
Üstelik de çok şişman olan bu kadınların kalp sorunları tavana vurmuştu.
Ben en azından bu konuda başarılı olmuş, büyük çabalarla kadınların
güvenini kazanmış ve Direktör Mr. Brickner'in büyük bir şaşkınlık ve
hayranlıkla izlediği bir biçimde, Michigan Heart Association'nin sağlık
ekiplerini bilgilendirme ve tedavi için bölgeye sürekli bir ilişki içinde
sokabilmiştim.
Başarımın sırrı, gündüzleri herkes işte olduğu için, geceleri çalışmakta ve
aileler anaerkil oldukları için, erkekler yerine kadınlarla ilişki kurmakta
yatıyordu.
Kadınların güvenini kazanmak için örneğin, üniversitede "Ev işleri"
(Homemaking) dersi veren bir kadın profesörü (Mrs. Alice Apple) bir kaç
gece, rica minnet getirip onlara gerçekten ev işlerinde ve alış verişlerde
yararlı olacak bilgiler verdirmiştim.
* * *
Sözünü etmek istediğim film benim çalışmalarımdan yaklaşık 5 yıl sonra
1970'lerde geçiyor.
Spike Lee'nin yönetmeni olduğu filmin tanıtım metni şöyle:
"1970'lerin ilk yılları ırkçılıkla ilgili sivil haklar konusunda büyük
karmaşaların yaşandığı dönemlerdir.
Ron Stallworth, Colorado Springs Polis Merkezi'nde çalışan ilk
Afrikalı-Amerikalı olur.
Bu görev merkezde şüpheyle karşılanır ve ekip içerisinde karşıtlık
yaratır. Korkusuz Stallworth ise, toplulukta bir fark yaratmaya ve
kendini kabul ettirmeye karar verir. Cesur bir şekilde çok tehlikeli
bir göreve soyunur: Ku Klux Klan'ın içine sızarak onlarla yüzleşmek.
Aşırı ırkçı biri gibi davranan Stallworth, grupla iletişime geçer ve
sonunda toplantılarına davet edilir. Aynı zamanda Stallworth, Klan'ın
büyük kurucusu David Duke ile de ilişki kurar ve Beyaz Amerika'nın
yükselişine kendini adadığı için onun övgüsünü alır. Bu kapalı
soruşturma gittikçe karmaşıklaşırken, yüz yüze toplantılarda
Stallworth'un kimliğine bürünen iş arkadaşı Flip Zimmerman, ölümcül bir
komployla ilgili bilgilere ulaşır.
Stallworth ve Zimmerman gerçek amacı şiddeti genele yaymak olan bu
oluşumu sona erdirmek için birlikte çalışacaktır.
Film gerçek bir olaydan, Stallworth'un anılarından uyarlanmış. Yönetmen
ve oyuncular çok iyi.
Siyah polisi John David Washington, beyaz polisi Adam Driver oynuyor.
Bu yazıda asıl vurgulamak istediğim nokta filmin, 1970'lerdeki ırkçılığı
bugünlere getirerek, Trump'a ve ABD'deki son beyaz üstünlüğünü savunan
olaylara bağlaması.
Sinema meraklılarına, Siyahların hak mücadelesini ve hem o günkü hem de
bugünkü Amerika'yı anlamak isteyenlere hararetle tavsiye ederim.
|
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 2 Aralık 2024