Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
9 Ocak 2017
Refik Erduran'ın Ardından...
Refik Erduran'la ilk tanışmam beni eleştiren bir yazısı üzerine
olmuştu:
1978-1979 yıllarında Ecevit Başbakan olmuş, ben de yayın
tekelini elinde tutan TRT'de "Ayda Bir" adıyla bir tartışma
programı yapmaya başlamıştım.
Yılmaz Dağdeviren
Televizyon Daire Başkanı, Ayla Erdemli programın
yönetmeniydi.
Milliyetçi Cephe hükümetleri tarafından ekrana çıkmaları yasaklanan Çetin Altan, Uğur Mumcu gibi ünlüleri ilk
kez ekrana çıkarıyordum.
Program için bazı ilkeler koymuştum:
Hiç bir konuşmacı 45 saniyeden fazla sürekli konuşmayacak, konuşan olursa,
öteki konuşmacı veya ben sözünü keserek lafa girecektik. Her programda bir
ünlü gazeteci-yazar ile bir bilim insanı veya politikacı bir uzman
olacaktı. Tercihan konuklardan biri kadın biri erkek olacaktı.
Terör gibi, yoksulluk gibi toplumsal sorunları ele aldığım program tek
kanallı Türkiye'de bir fırtına gibi başladı ve müthiş bir reyting
aldı...
O zamanlar henüz internet filan olmadığı için, çuvallarla mektup
geliyordu...
Bir genç kadının mektubunu hiç unutmuyorum:
"Heyecanlı bir polis romanı okur gibi izledim programı"
diyordu.
O sırada Refik Erduran Milliyet'te köşe
yazıyordu...
Program bütün Türkiye'de büyük ilgi uyandırmış, haberlere ve yorumlara konu
olmuştu:
Refik
de, ilk programdan sonra, benim, dinamizmi sağlamak için yaptığım
müdahalelere, "Emre Kongar yönetici olarak çok konuşuyor" diye
eleştiri getirdi.
Ben de buna cevaben, ondan sonraki programda bu eleştiriye de değinerek hem
programın genel dinamik yapısı hakkında bilgi verdim, hem de biraz geri
çekildim.
Bunun üzerine Refik "Gerekli numaralar" diyerek
bir yazı daha yazdı ve bana, kendimi ve programı düzelttiğim için, "iyi numara" verdiğini söyledi.
Sonradan sık sık, o zamanlar ikimizin de davetli olduğu kokteyllerde
karşılaştık ve sürekli olarak kısa ama yoğun sohbetler yaptık.
Bunlardan birinde ben onun yine o sıralarda yazdığı ve sermayedarları
savunan bir yazısına atıf yaparak "Kapitalistlerin sizin savunmanıza gereksinmeleri yok ki" dedim.
Bana karşılık olarak gülümseyerek, "Sahi mi, onların savunmaya ihtiyaçları yok mu" diye yanıt verdi.
Böylece hem tartışmayı uzatmadı, hem de bana katılmadığını büyük bir
nezaketle belirtti.
Bir keresinde de, herkesin ortasında, "roman mı tiyatro mu" diye yaptığımız
bir edebiyat tartışmasında geldiğimiz bir noktada, "Dünyanın en büyük yazarı kimdir" diye sordu. Bir an düşündüm ve
aklıma önce, "İnsanlık Komedyası" serisinden dolayı Balzac
geldi, ama sonra Shakespeare'in daha geniş bir alanı
kapsadığını düşünerek, "Shakespeare" dedim. Onun üzerine,"Shakespeare, ne yazarıdır" diye sordu, ben"Tiyatro yazarıdır" diye yanıt verince de, "İşte tiyatronun ve tiyatro yazarlığının önemi de buradadır" diye
tartışmamıza son verdi.
Üçüncü eşi Tülay hanımla evlenirken nikah şahidi olmamı
istediğinde doğrusu biraz şaşırmıştım; çünkü öyle bir yakın samimiyetimiz
yoktu. Ama tereddütsüz kabul ettim elbette. Sessiz, dostlar arasında
yapılan sade bir nikahla evlendiler.
Daha sonra Kültür Bakanlığı Müsteşarlığım sırasında da dostluğumuz sürdü.
Hatta bir defasında ("Ben Müsteşarken" adlı kitabımda da
anlattığım gibi) bir banka muamelesi için, yanında kimlik belgesi olmadığı
için ona kimliğini belirten bir yazı bile verip işlerini halletmesini
sağlamıştım.
Sonradan her attığı adımda telefonla bana danışmak gibi adet geliştirdi. Sabah gazetesinde köşe yazarlığına başlamadan önce de
benden onay istemişti.
Yazdığı bir roman Milliyet'te tefrika edilirken,
müsveddelerin Los Angeles'te otomobilinden çalındığı gerekçesiyle yarıda
kesmişti.
Eski eşi Leyla Umar'la da yakın arkadaş olduğum için
birbirleri için söylediklerini, niçin ayrıldıklarını çok iyi bilirim. Ama
tahmin edersiniz ki bu özel yorumlarını, kendilerine saygımdan dolayı,
kimseyle paylaşmadım ve paylaşamam.
Viagra
'yı da ilk çıktığında kendi üzerinde denemiş ve Milliyet
'te izlenimlerini yazmıştı.
Üçüncü eşi Tülay Hanım'dan boşandıktan sonra onun kızı ile
evlenmesi çok eleştirildi. Bu konuda kendisine hiç bir şey söylememe karşın
bana bunun sebebini "Çocuk sahibi olmak istiyorum" diye
açıklamıştı.
Nazım
'ı nasıl kaçırdığını bana kamuoyuna açıklamadığı ayrıntılarla uzun uzun
anlatmıştı. En stresli anlarını, gemiye vardıklarında Nazım Hikmet'i getirdiğini söylediklerinden sonra,
Moskova'dan onay beklendiği sırada geçen zamanda yaşadıklarını belirtmişti.
Renkli, ilginç, aykırı bir kişiliği vardı...
Çok eleştirildi, hiç birine kulak asmadı, istediği gibi yaşadı...
Nur içinde yatsın!
|
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 16 Eylül 2024