Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

16 Ekim 2017

ABD ile Vize Krizi.

Berkant Gültekin ile "Vize krizi" konusunda yaptığım söyleşi dün BİRGÜN gazetesinde yayınlandı.

Bu söyleşi metnini kendi sitemde de yayınlamak istedim ki, ilerde bu konuda neler söylediğim rahatça görülebilsin.

* * *

1- Pek çok uzman tarafından son yaşanan vize krizinin, ABD ile AKP arasındaki en ciddi kriz olduğu ifade ediliyor. Siz bu krizin ölçeğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye politikası özelinde de bazı ayrım noktaları mevcut. AKP, YPG'yi terörist olarak görüp Kürt hâkimiyet sahasına şiddetle karşı çıkarken, ABD aynı yapıyı "kara gücü" olarak tanımlıyor ve resmi kanallarla silah veriyor. Gerçekten vize krizi için "En ciddi kriz" denilebilir mi?

E.K. Aslında bu kriz bir birikim sonucunda ortaya çıktı. Tek kaynağı ne son konsolos görevlesinin tutuklanması ne de sadece Suriye'de yaşanan çelişkiler.

Bu kriz çok daha geniş kapsamlı olarak, ABD'nin Radikal Siyasal İslam Terörü'ne karşı, "Ilımlı/Amerikancı/Demokratik/Neoliberal İslam" modeli oluşturma projesinin başarısızlığından kaynaklanıyor:

Türkiye, dinden demokrasi beklendiği için yanlış ve olanaksız olan bu modelin "Örnek/Model ülkesi"olarak seçilmiş ve Ortadoğu'daki öteki ülkelere yol göstermesi beklenmişti. Oysa model yanlış olduğu için yürümedi; Libya'da çok kan akıttı ve ülkeyi aşiretlerin yönetimine bıraktı. Irak'ı böldü ve istikrarsızlaştırdı. Mısır'da "Siyasal/Amerikancı/Ilımlı İslam"ın diktatörlüğe dönüşmesi ile iflas etti, ancak ABD'nin desteğiyle yapılan bir askeri darbe ile önlenebildi. Suriye'de çok kan akıtmasına karşın, Esad'ı deviremedi, açıkça başarısız oldu. Sonuç olarak hem Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı kana boğdu, hem de istikrar değil, istikrarsızlık getirdi.

Suriye, bu süreç içinde sadece tek bir olaydır. AKP/Erdoğan iktidarının, mezhepçi ve dar görüşlü, anlık fırsatçılıklarla götürülmeye çalışılan iç ve dış politikalarının kesişme noktalarındaki başarısızlığı yansıtmaktadır:

İçerde "Kürt Açılım" ile iktidarını güçlendiremeyeceğini görünce, milliyetçi söylemlere çark eden iktidar, dışarda da Esad'a ve Esad'la çatışan YPG'ye karşı geliştirdiği düşmanlıklarla, Rus ve Amerikan güçleriyle olan ilişkilerde, hem kendi içinde tutarsız olan, hem de zaman içinde keskin virajlar alan farklı tutum ve davranışlarla, müttefiklerinin güvenini yitirmiştir!

Aslında krizin temelinde, AKP/Erdoğan iktidarının yanlış, değişken ve güvenilmez izlenim veren iç ve dış politikalarına ek olarak başka bir çelişki daha yatmaktadır:

ABD'nin uzun vadede Ortadoğu'da İsrail'i tehdit eden Arap ablukasını kırmak için, bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasından yana olduğu bilinmektedir. AKP/Erdoğan iktidarının İç politikada da "Kürt Açılımının" da rafa kaldırmasından sonra, artık bu proje Türkiye'nin milli güvenliğine karşı yakın ve vahim bir tehdit olarak algılanmaya başlanmıştır. Bir başka deyişle, Suriye krizi, aslında sadece Esad'ın kişiliğine yönelik yanlış ve mezhepçi bir politikanın sonucu olarak değil, Kuzey Irak Kürt Bölgesi'ndeki özerklik referandumundan ve Türkiye'nin Güney sınırında, denize kadar uzanan bir "Kürt koridoru" oluşturulması projesinden de kaynaklanmaktadır.

Daha çok kısa bir süre önce Rus uçağını düşüren Türkiye'nin Rusya ve İran'la işbirliğine yanaşması, ABD'nin YPG'ye verdiği doğrudan destekten kaynaklanmaktadır ama, Suriye'deki Kürt oluşumu ile ilgili olarak çok farklı sonuçlar vermesi beklenemez. Bu açıdan iktidar hem kendisini hem de kamuoyunu oyalıyor veya hatta "aldatıyor" diyebiliriz.

Elbette bütün bu olayları, Türkiye'de, HDP'nin genel başkanlarının, milletvekillerinin ve belediye başkanlarının hapiste olmaları gerçeğinden de bağımsız olarak düşünemeyiz. Çok kısa bir süre önce terör örgütü PKK'nın Güneydoğu'da mevzi kazmasına dahi göz yuman, askeri kışlasına, polisi karakoluna hapseden iktidar şimdi, yasal bir partinin seçilmiş temsilcilerini hapse atmıştır.

Suriye'deki Kart güçleri sorunu ve Kürt oluşumu, Barzani'nin Kuzey Irak Kürt Bölgesi'nde yaptığı özerklik referandumu ile de Türkiye'nin tutumunu sertleştirmesine yol açmıştır.

Bu faktörlere ek olarak AKP/Erdoğan iktidarının artık içerde de çok yıprandığı ve önemli ölçüde taban yitirdiği, bu zayıflamayı durdurmak için, içerde ve dışarda "ortak düşmanlar" yaratarak bu eksen üzerinden yeni bir oy derlemesi/bütünleştirmesi (konsolidasyon) projesi gerçekleştirmeye çalıştığına dikkat edilmelidir.

Dolayısıyla, "vize krizi" hem bugüne kadar izlenen yanlış iç ve dış politikaların birikimli bir sonucu olarak görülebilir, hem de son günlerde, ABD'deki Zarrab ve Halk Bankası yargılamalarının, Gülen'in iadesi sorununun, Proteston rahibinin ve konsolos görevlisinin tutuklanmasının güncel yansımalarının dışa vurumu olarak algılanabilir.

Özetle AKP/Erdoğan iktidarının iç ve dış politikadaki yanlışlarının, zigzaglarının, birikimli ve güncel bir yansımasıdır vize krizi! Bu açıdan bakıldığında elbette "En ciddi kriz" denilebilir çünkü hem günceli hem de süreci yansıtmaktadır.

2- Vize başvurularının askıya alındığı yönündeki açıklama, Ankara'daki ABD Büyükelçiliği tarafından yapıldı. Büyükelçi John Bass ise konuyla ilgili demecinde, "Diplomatik misyonumuzun bir Türk çalışanı Türk yetkili mercileri tarafından tutuklanmıştır. Ancak, bu tutuklamanın neden meydana geldiğini veya ne olduğunu ve şayet varsa çalışanımıza karşı olan delilleri, sarf ettiğimiz tüm çabalarımıza rağmen tespit edemedik" ifadelerini kullandı. Sizce bu salt Türkiye'deki Amerikalı personellerin durumuyla ilgili atılmış bir adım mı? Bu karar, Trump yönetiminin Türkiye'ye yönelik genel yaklaşımından ve Ortadoğu politikalarından bağımsız okunabilir mi?

E.K. Sorun elbette Türkiye'de son yıllarda görülen Hukuk Devleti erozyonunun ve adalet mekanizmasındaki haksızlık ve hukuksuzlukların uluslararası ilişkilere de yansımasıdır ama, doğrudan bu vize bunalımı gibi büyük bir krize yol açması beklenmezdi. Hiç kuşkusuz, AKP/Erdoğan iktidarının Erdoğan'ın dış gezilerinden sergilediği tutum ve davranışlar, içerdeki haksızlık ve hukuksuzluklar, medya üzerindeki baskılar, Avrupa Birliği ile olan gerilimler ve elbette Ortadoğu politikasındaki tutarsızlıklar bu krizin arka planını oluşturuyor.

Bu kararı ABD büyükelçisi Bass'ın tek başına aldığını düşünmek olanaklı değildir. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bu konuda demeç verdiren Dışişleri Bakanlığı mensupları ya cahildir ya da kasten yanlış bilgi vermektedirler. Nitekim ABD yönetimi derhal kararın birlikte alındığını açıklamış ve Büyükelçiyi överek, ona sahip çıktığını ve kararın ABD'nin kararı olduğunu net bir biçimde ifade etmiştir.

Ama unutmayalım, vize krizinin ve Türkiye/ABD geriliminin arkasındaki esas faktör ABD'nin "Ilımlı/Amerikancı/Neoliberal İslam" projesinin çökmüş olması ve AKP/Erdoğan iktidarının hâlâ bu çizgideki politikalar konusunda ısrarını sürdürmesidir.

3- Erdoğan iç politikada imajını korumak için "milliyetçi" söylemden vazgeçmiyor. İlk andaki tepkilerine bakılırsa, ABD krizinde de üslubunu değiştirmedi. Ancak Erdoğan'ın liderliğini yaptığı AKP hükümetlerinin Türkiye'yi ekonomik, siyasi ve askeri açılardan ABD'ye bağımlı hale getirdiği ortada. Erdoğan, geçen ay New York'ta düzenlenen BM Genel Kurulu'nda da Trump'la samimi görünerek, kendisini uluslararası arenada meşru hale getirmeye çabaladı. Yani Erdoğan çıkışı hâlâ ABD'ye yakın durmakta arıyor ve görünürdeki tüm 'restlerine' rağmen Beyaz Saray'ın ikazlarını dikkate almadan edemiyor. Hatta Türkiye'de yandaş gazeteler de ikilinin fotoğrafını koyarak, "Hiç olmadığı kadar yakınız" şeklinde manşetler attı. Durum böyleyken, sizce AKP ve Saray yönetimi bu krizi yönetmek için nasıl bir yol izleyecek?

E.K. AKP/Erdoğan iktidarı bir ABD ürünüdür: 28 Şubat'ta iktidardan uzaklaştırılan Erbakan'ın Anti Emperyalist, Anti Amerikancı Refah Partisi'nin arkasından dolanıp, Erbakan'ın yardımcıları tarafından Amerikancı ve Neoliberal çizgide kurulan İslamcı bir partidir. Böyle bir partinin ABD'ye karşı Anti Amerikan ve Anti Emperyalist bir tutum ve davranış sergilemesi beklenemez.

İktidar, şimdiye kadar böyle krizlerde, örneğin AB ile Halkoylaması öncesi oluşan krizde olduğu gibi, yüksekten atıp, sonra geriden anlaşan bir tutum izlemiştir. Bir başka deyişle, "içeri başka" "dışarı başka" bir söylem oluşturmakta, aynı konuda iç kamuoyuna başka, dış muhataba başka tutum ve davranış sergilemektedir. Sanıyorum, bu konuda da aynı sürece tanık olacağız!

4- Erdoğan'ın Türkiye'yi NATO ittifakından uzaklaştıracağı ve Avrasya blokuyla daha yakın ilişkiler kuracağı yönünde görüşler dile getiriliyor. S400 füze sistemi anlaşması gibi, son zamanlarda Rusya ile olan ortaklıklar göze çarpsa da, Türkiye sermaye sınıfının ve genel olarak ülke ekonomisinin Batı ile hayati bağlar kurduğu göze çarpıyor. Ekonomik ve siyasi bakımdan, Türkiye'nin Batı ile olan ilişkilerinin geleceğini ve "eksen kayması" ihtimalini nasıl yorumluyorsunuz?

E.K. Sovyetlerin yıkılmasından sonra, Soğuk Savaş bitince, Türkiye'nin Batı ile olan ilişkileri, siyasetten çok ekonomiye kaydı. Bir başka deyişle, bağımlılık, siyasal olmaktan çok ekonomik biçimde gelişti. Bu açıdan Batı ve özellikle de Avrupa Birliği ile olan ilişkiler olmadan Türkiye ekonomisinin ayakta kalması pek mümkün görülmüyor. Elbette topyekûn bir ekonomik yeniden yapılanma zaman içinde tedricen gerçekleştirilebilir ama hem bunun maliyeti hiç bir iktidarın ödeyemeyeceği kadar çok yüksek olur, hem de zaten bu iktidarın bunu yapacak ne bilgisi, ne yeteneği, ne gücü, ne de isteği var; sadece içerde seçmenine selam yolluyor.

Bu açıdan Türkiye'nin yakın geleceğinde, en azından bu iktidar döneminde, ciddi bir eksen kayması görmüyorum. Elbette AKP/Erdoğan iktidarı gerçekleri farklı yansıtmakta çok başarılı olduğu için, bu gerçeğin tersine bir izlenim de yaratabilir; ne de olsa emrinde koskoca bir tetikçi ordusu ve emir kulu medya var!


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 15 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional