Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
1 Şubat 2016
Siyasal'ın Akademik Kurul Bildirisi
Cumhuriyet'te dün, 31 Ocak 2016 tarihinde, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Akademik Kurulu'nun yayınladığı bildiriyi yazdım.
Önce o yazıyı görelim:
Bugün, dünkü yazıda o sözünü ettiğim " Bu 'En zor koşullarda dahi...' ifadesini biraz açıklamak istiyorum: 1960 yılında Demokrat Parti'nin otoriter baskıları toplumu iyice boğmuştu... Hapishaneler, Metin Toker gibi ünlü gazetecilerle, Osman Bölükbaşı gibi ünlü politikacılarla dolmuştu. Bu baskılardan en çok etkilenen fakültelerden biri, devlete memur yetiştiren Mülkiye idi... İdari şubedeki arkadaşlara, kaymakam olduklarında Demokrat Parti'nin ilçe başkanının emrine gireceklerini, vali olanların ise il başkanının şamar oğlanı olacaklarını söyleyerek takılıyorduk. Ortada artık ne anayasa kalmıştı, ne yasalar... Menderes'in diktatörlüğü her yerde egemendi... Askerlere "Orduyu yedek subaylarla yönetirim" diyerek saldırıyor, üniversite hocalarını, "Kara cübbeliler" diyerek aşağılıyor, hırsızlık ve yolsuzluk haberleri hakkında ispat hakkı isteyenlere de "İsmail Hakkı mı, o da kim" diye karşılık veriyordu. 28 Nisan 1960 günü, İstanbul Üniversitesi'nde olaylar olduğunu, demokrasi isteyen öğrencilerin gösterilerine müdahale eden polisin Rektör Sıddık Sami Onar'ı yerlerde sürüklediğini duymuştuk. Bir de öğrencinin öldüğü söyleniyordu. 29 Nisan bir Cuma günüydü. Fakülte'nin ön bahçesinde toplanmış ve "Yaşasın Demokrasi", "Menderes istifa" diye bağırmaya başlamıştık. Aramızda hoca yoktu ama, sevdiğimiz hocalardan biri olan Prof. Arif Payaslığoğlu'nu, ikinci katın pencerelerinden birinde bağırırken gördüğü anımsıyorum. Asker gelmiş, ama bahçeye girmemişti. Bir süvari birliği ön bahçeye, bina ile yeşil çimenlik arasındaki yola girişi kapatacak biçimde konuşlanmıştı. Askerler bahçeye girmesin diye atların ayaklarının dibine yatmıştık... Şimdi düşündükçe hâlâ tüylerim korkudan diken diken olur: Ben de en ön sırada sırt üstü yatıyordum bir atın nallarına bir karış mesafede... At bir ürkse, beynimin parçalanması işten bile değildi. Atın ayaklarının altına yatmadan önce, birliğin başındaki binbaşının yakasına yapışıp, "Biz vatan haini miyiz, niçin bize saldırıyorsunuz" diye bağırdığımı anımsıyorum. Şimdi düşünüyorum da "ucuz kahramanlık" yapmışım, çünkü asker gelince öğrenciler "yaşasın ordu" diye tezahürat yapmışlardı. Sonradan bu binbaşının Millî Birlik Komitesi üyelerinden Vehbi Ersü olduğunu öğrenmiştik. Öğrencilerin antipatik gördüğü polis ise askerlerin arkasındaydı. Başlarında Mülkiye mezunu olan emniyet Müdürü Niyazi Bicioğlu vardı... Hareketsiz bekliyorlardı. Ertesi günkü gazetelerde CHP milletvekili Ferda Güley'in Siyasala gelip öğrencileri kışkırttığı yazıyordu... Oysa gözlerimle görmüş kulaklarımla duymuştum: Ferda Güley bir otomobilin üstüne çıkıp "Çocuklar dağılın, size söz veriyorum Meclis'te isteklerinizi savunacağız" demiş ve öğrencileri yatıştırmaya çalıştığı için de, keskin göstericiler tarafından yuhalanarak Fakülte'den ayrılmak zorunda kalmıştı. Öğlen 12'ye doğru artık gösteri hızını kaybetmiş, öğrenciler dağılmaya yüz tutmuştu. Hepimiz gösterinin olaysız biteceğini düşünmeye başlamıştık. Birdenbire, Fakültenin ön bahçesinde, süvari birliğine dik olarak, binaya karşı mevzilenmiş olan piyade birliğinin başındaki omuzu kalabalık bir general "Ateş" emri verdi ve piyadeler okul binasını yaylım ateşine tuttular. Sonradan öğrendiğimize göre Menderes Fakülte bahçesinde hâlâ öğrencilerin olduğunu duyunca "Dağıtın" diye emir vermiş, bu emri de sonradan Ankara sıkıyönetim komutanı olan Korgeneral Namık Argüç bizzat uygulamıştı. Piyade ateşiyle birlikte polis de ateş ederek binaya girdi ve bizim "Sütunlu Salon" dediğimiz girişteki salonda olan öğrencilere saldırmaya başladı. O kargaşada kimsenin ölmemiş olması bir mucizedir... Çünkü polislerin kafalar hizasında tuttuğu tabancalarla ateş ettiklerini bizzat gördüm. Sadece Altan adlı bir son sınıf arkadaşımız, mucizevi bir biçimde, yanağının bir tarafından girip öbür tarafından çıkan bir kurşunla yaralanmıştı. Biz yurtta kalanlar ne yapacağımızı şaşırmıştık, çünkü yurt Fakültenin içindeydi ve bizim evimiz, kaldığımız yurt, yani Fakültemizdi. Aşağıya yemekhaneye inip saklandık. Allahtan olayın hemen arkasından üniversiteler tatil edilip öğrenciler memleketlerine yollandılar ve ben de İstanbul'a ailemin yanına geldim... Okulların ne zaman açılacağı belli olmadığı için, boş durmayayım diye Derby lastik fabrikasına işçi olarak girdim... Hafta sonları da Nazım'ın üvey oğlu Memet Fuat ve eşi Şişli Terakki'den edebiyat hocam İzgen Bengü'yü, Piraye'nin yaşadığı konakta ziyaret ediyordum. Fakülte 12 Mart 1971 Askeri darbesi ile de bir krize daha girdi. Dekan Prof. Mümtaz Soysal, askerler tarafından dersinden alınıp hapse atıldı ve Prof. Uğur Alacakaptan'la birlikte buz kırmaya ve tuvalet temizlemeye zorlandı. Fakülte öğretim kadrosu o zaman da siyasal baskılara boyun eğmedi. Zaten geleneğinde, Fakülte'nin 1957'deki akademik yılı başlangıcında öğrencilere "Nabza göre şerbet vermeyin" diyen ve bu nedenle görevden alınan Dekan Prof. Turan Feyzioğlu'nun (Barolar Birliği Genel Başkanı Metin Feyzioğlu'nu büyüten dedesi) bağımsız tavrı vardı. 1980 askeri darbesinde de en büyük saldırılardan biri Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin değerli hocalarına yapıldı. Prof. Bahri Savcı gibi karıncaezmez bir Anayasa hocası bile, pek çok değerli meslektaşıyla birlikte, emekliliğine bir kaç ay kala, 1402 sayılı yasa ile sıkıyönetim komutanlığı tarafından görevden alındı. Evet demem odur ki, baskıcı siyasal iktidarlar gelir geçer, Siyasal Bilgilerin bağımsız ve demokratik Akademik anlayışı ise onurlu bir biçimde devam eder. |
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 5 Haziran 2023