24 Haziran 2013
Biber Gazı Yasaklanmalıdır.
Bugüne dek kimyasal kullanımı ile ilgili olarak meslek kuruluşlarının görüşlerini yayınladım burada.
Bugün iki ayrı yazıyı daha paylaşmak istiyorum.
Biri Sedat Ergin'in işin hukuki yönüne ilişkin yazısı, öteki
İsmet Berkan'ın teknik yazısı.
* * *
Ergin'in yazısı aslında iki gün üst üste yazılan iki yazıdan oluşuyor.
Birinci yazı 19 Haziran tarihli, ikincisi 20 Haziran.
Birinci yazı:
Biber gazı Türkiye'nin dünyadaki yüzünü kızartıyor
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, bir süredir ısrarla polisin biber gazı
kullanmasının Avrupa Birliği müktesebatının bir parçası olduğunu
belirterek, İstanbul polisinin göstericilere karşı başvurduğu önlemin
Avrupa standartlarına uygun olduğunu söylüyor.
Başbakan, örneğin, geçen pazar günkü İstanbul mitinginde "Avrupa Birliği
müktesebatına aç bak. Polis, biber gazını kullanır, yetkisi var..." diye
konuştu. Dünkü grup konuşmasında bu görüşünü tekrarladı.
Başbakan "Aç bak..." dediğine göre, isterseniz bir açıp bakalım. Ancak
açıp baktığımızda, gerçeğin pek de Erdoğan'ın zannettiği -ya da ona aktarıldığı-
gibi olmadığını görüyoruz.
* * *
Evet, biber gazı konusunda mutlak bir yasaklama yok AB'de. Ancak, sağlık
açısından yarattığı ciddi mahzurlar nedeniyle kullanımı önemli sınırlamalara
bağlanmış durumda.
AB'nin resmi müktesebatı içinde biber gazı kullanımının esaslarına
ilişkin spesifik bir yönerge yok. AB ülkeleri, insan haklarıyla ilgili bütün
konularda olduğu gibi bu başlıkta da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin
içtihatları ve Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi'nin (İÖK) ilkelerini
uygulamakla yükümlü. Aslında AİHM de büyük ölçüde İÖK'ün ilkelerini, raporlarını
esas alıyor içtihatlarını oluştururken.
Avrupa Konseyi üyeliği ve AİHM nedeniyle Türkiye açısından da bağlayıcı olan
bu içtihatlar ve ilkeler, polisin biber gazını hangi durumlarda, hangi ölçülere
göre kullanılabileceği konusunda bir dizi sınırlama getiriyor.
* * *
Bu sınırlamalar için yeni bir çalışma yapmaya zaten gerek yok. Çünkü,
insan hakları alanındaki iki önemli uluslararası otorite, son 48 saat
içinde yaptıkları açıklamalarla biber gazı kullanımında uyulması gereken
ölçüleri Türk hükümetine hatırlattı. Önceki gün Avrupa Konseyi Genel Sekreteri
Thorbjorn Jagland ve dün de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri
Navi Pillay...
Pillay, açıklamasında "polisin aşırı güç uygulaması" konusundaki
"kaygılarını" kayda geçirip, Türk hükümetine "polisin uluslararası alanda
kabul edilmiş insan hakları normlarına uygun davranmasını sağlaması" çağrısında
bulundu.
Türkiye, bu açıklamayla, 2013 yılında dünyanın gözü önünde BM İnsan Hakları
Komiseri'nden açık uyarı alan bir ülke durumuna düşmüştür. Bu açıklamanın önemi,
Pillay'in göstericilere verilen çok ağır karşılığın "sorunun hala önemli bir
parçası olduğunu" vurgulamasıdır. Bir başka anlatımla, hükümete nazikçe
"Sorunun bir parçası da sizsiniz" demiş oluyor Pillay.
Açıklamada şunları da söylüyor Komiser: "Göz yaşartıcı bombaların ve biber
gazının insanlara yakın bir menzil içinden ateşlendiği ya da kapalı alanlarda
kullanıldığı yolundaki haberler ve plastik mermilerin kötü amaçla kullanıldığına
ilişkin iddialar süratli, etkili, şeffaf ve inandırıcı bir şekilde
soruşturulmalıdır."
* * *
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland'in önceki gün yaptığı ve
hükümete biber gazı konusunda AİHM içtihatlarına uyulması çağrısında bulunduğu
açıklaması daha az önemli değildir. Jagland, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
çerçevesinde gösteri özgürlüğünün ne şekilde sınırlanabileceği konusundaki AİHM
içtihatlarının "çok açık" olduğunu belirterek, şöyle diyor:
"Güvenlik kuvvetlerinin güç kullanarak müdahale etmeleri gerektiği durumlarda,
bu müdahale kesinlikle orantılı ve gerekli olmalıdır. Örneğin AİHM, bir dizi
kararında, biber gazının-hastaneler dahil olmak üzere- kapalı yerlerde kullanımının
gerekli ve orantılı olmadığına kanaat getirmiştir."
* * *
AİHM içtihatlarında, ayrıca biber gazının sağlık açısından yol açtığı sorunlara
kuvvetli bir şekilde dikkat çekiliyor. Örneğin mahkemenin 2012 tarihli Ali
Güneş/Türkiye kararında, bu gazın doğrudan yüze sıkılmasının yol açtığı fiziksel
ıstırap, ihlalin gerekçesi içinde değerlendirilmiştir.
Hastaneye biber gazı sıkılması ise AİHM'nin geçen yılki DİSK/KESK kararında
yer alan bir ihlal nedenidir. Burada ihlalin gerekçelerinden biri polisin
1 Mayıs 2008'deki 1 Mayıs olayları sırasında Şişli Eftal Hastanesi'ne gaz bombası
atmış olmasıdır.
Tabii, çok önemli bir konu daha var. Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi,
sağlığa dönük mahzurları nedeniyle şu koşulu da getirmiş hükümetlere: "İstisnai
olarak açık alanda kullanılması ihtiyacı doğduğunda, söz konusu yerde açıkça
belirlenmiş koruyucu önlemlerin bulunması gerekir. Örneğin, biber gazına maruz
kalan kişilere derhal bir tıp doktoruna erişim ve rahatlatıcı önlemler
sağlanmalıdır".
Yaralıların bulunduğu bir otel lobisine biber gazı sıkılmasının ne anlama
geldiğini AB müktesebatı açısından değerlendirmeyi okurlarımıza bırakıyoruz.
Yarın bu konuya devam edeceğiz.
NOT: Bu yazı kaleme alındıktan sonra BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon'dan da yeni
bir açıklama geldi.
İkinci yazı:
Bir kent halkını 'gaz'lamak
Muhtemelen istatistikler önümüzdeki haftalarda, aylarda açıklanacak.
Ama kesin rakamlar önümüzde olmasa da geçen yaklaşık üç hafta içinde
İstanbul polisi tarafından tüketilen miktarın, son zamanlarda dünyadaki en
yoğun ve en yaygın biber gazı kullanımı egzersizlerinden birine işaret ettiğini
söyleyebiliriz. Bu konuda bir Avrupa rekoru kırdığımıza şüphe yok.
Bütün mesele, Avrupa'nın Türkiye'yi de bağlayan hukuk kurallarının bu
rekora ne diyeceği? Tüketilen miktar kadar biber gazından kaynaklanan hak
ihlalleri anlamında da etkileyici bir rekor kırdığımızı zannediyorum.
Dünkü yazımızda Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi'nin getirdiği ölçüler
ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatları çerçevesinde biber gazı
kullanımının bir dizi sınırlamaya tabi olduğuna dikkat çekmiştik. Örneğin kapalı
mekânlarda kullanımı yasak. Açık mekânda başvurulduğunda ise özellikle insan
sağlığı açısından taşıdığı riskler nedeniyle "gereklilik" ve "orantılılık"
kriterlerine göre kullanılması gerekiyor.
Önce "kapalı mekân" faktörüne bakalım. Yasak, çünkü kapalı bir alanda
kullanıldığında, biber gazının yol açtığı sonuçlar başvurulan polisiye önlemdeki
hedefin amacını aşıyor. Caydırıcı olmaktan çıkıp maruz kalan insanın sağlığını
ciddi derecede tehlikeye sokuyor. Gezi Parkı direnişi ve sonrasındaki olaylarda
biber gazının kapalı alanlarda yaygın bir şekilde kullanılması nedeniyle, AİHM
içtihatları ışığında vahim derecede hak ihlalleri yaşanmıştır.
Divan Oteli'nin lobisinden içeri biber gazı bombası atılması bu fasılda
zihinlere en çok kazınmış olan görüntüdür, ancak geçen üç haftalık süre içinde
kapalı başka mekânlara da atıldığına -örneğin apartman girişlerinden içeri-
tanıklık ettik.
Bu konuda Türkiye'nin dış dünyada başını çok ağrıtacak bir olayı da
aktaralım. ABD'nin en saygın insan hakları kuruluşu olan Human Rights
Watch (HRW), geçen pazartesi günü yayımladığı ve biber gazı konusunda
alarm çanları çaldığı raporunda, polisin bu gazı bir hastane alanı içinde
kullandığına ilişkin önemli tespitlere yer vermiştir. İstanbul'da Alman
Hastanesi'nde yaşanan bir olayın aktarıldığı rapordaki bu tespit, bizzat
HRW'nin tanıklığına dayanmaktadır.
Buradaki problemli durum, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere polisinin
biber gazı önlemine başvururken ayrım gözetmeksizin, çok geniş bir kullanım
serbestisi içinde hareket etmesine izin verilmiş olmasıdır. Ayrım gözetilmeyince
yalnızca göstericiler değil, gösterici olmayan on binlerce insan da biber gazının
olumsuz etkilerine maruz kalmıştır.
Özellikle kent merkezlerinde yoğun nüfusun yaşadığı semtlerde kullanıldığında,
göstericilerin yanı sıra, sokaktan geçen, bu arada evinde oturan insanlar da biber
gazı mağduru olmuştur. On binlerce insan için biber gazı ile yaşamak tehlikeli bir
yaşam tarzına dönüşmüştür.
Bu konuda en çarpıcı olaylardan biri önceki gün yazarımız Gila Benmayor'un
köşesinde aktarıldı. Gila'nın kızı, geçen pazar sabahı İstanbul Şişli'deki evinde
uyurken sabah saat 04.00 sularında camı kırıp evinin salonuna düşen bir gaz
bombası kapsülünün sesiyle uyanmış, panik içinde terk etmek zorunda kaldığı
evine ancak iki saat sonra dönebilmiştir.
Gila'nın kızının başına gelen, hedef alınmadığı halde mağdur olan bir
vatandaşın durumunu konu alıyor. Bir de biber gazının doğrudan hedef alınarak
kullanılmasının yol açtığı ihlaller var. Biber gazında amaç, göstericiyi
sendeletip etkisiz hale getirmek, bu suretle caydırıcılık yaratmaktır. Ancak
özellikle İstanbul ve Ankara'da tanık olduğumuz kullanımında, sistematik bir
şekilde bu çerçevenin dışına çıkıldığı, biber gazına -hedef alınarak ateşlenmek
suretiyle- normal klasik bir silah işlevinin yüklendiği durumlar da yaşanmıştır.
Göstericilerin uğradığı mağduriyetlere baktığımızda karşımıza vahim ötesi bir
tablo çıkıyor. Biber gazı bir tarafa, doğrudan polisin sıktığı kurşunla ya da
darp etkisiyle hayatını kaybeden vatandaşlarımız var. Ayrıca, bu yazıyı yazdığım
sırada iki vatandaşımız başlarına gaz kapsülü çarptığı için komada yaşam
mücadelesi veriyordu.
Bir diğer grupta yaralananlar, vücutlarında kalıcı sakatlıklar meydana gelen
göstericiler/vatandaşlar var. Özellikle biber gazı kapsülünün yüze çarpması
sonucu bazı göstericiler gözünü kaybetti. Biber gazına ek olarak plastik mermi
kullanılmasının yol açtığı vakalar da malum.
Yakalandıktan sonra polisin kötü muamelesine maruz kalan çok sayıda vatandaşın
durumu ayrı bir kategori oluşturuyor.
Hadiseler sırasında meydana gelen hak ihlallerinin dökümünü önümüzdeki
günlerde çok daha net göreceğiz. Tabii kullanılan biber gazının buna maruz kalan
insanların -ister gösterici, ister sokaktaki ya da evindeki vatandaş- sağlığında
yol açtığı tahribat, zaman içinde yaşanacak vakalarda, doktor raporlarında ortaya
çıkacaktır.
Evet farkındayım, bütün bunlar için "hak ihlali" tanımlamasını yapmam
çok hafif kalıyor. İnsan hayatı hiçe sayıldı demem daha doğru olacak.
* * *
Ergin'in yazısının son paragrafını siyahla ben vurguladım.
Bir kez daha okuyalım burada:
"Evet farkındayım, bütün bunlar için "hak ihlali" tanımlamasını yapmam
çok hafif kalıyor. İnsan hayatı hiçe sayıldı demem daha doğru olacak."
Bilmem başka söze gerek var mı?
* * *
İsmet Berkan'ın teknik yazısı 23 Haziran tarihli:
Biber gazı deyip geçme tanı, gör altında yatan bilimi
Birincisi, savaş hukukuyla ilgili olarak yapılmış Cenevre Anlaşmaları'ndan
biri, biber gazını 'kimyasal silah' sayıyor ve savaşta kullanılmasını yasaklıyor.
Tabii böyle bir anlaşma var ama bu anlaşmanın imzacısı fazla devlet yok;
onu bilelim.
İkincisi, yeterince çok ülke tarafından kabul edilmiş olsun veya olmasın
fark etmez, bir temel uluslararası hukuk metninde 'kimyasal silah' olarak
nitelenen ve savaşta kullanımının yasaklanması istenen bir maddenin sivil
nüfus üzerinde kullanılmasında herhangi bir sınırlamama olmaması, hatta
kullanımın 'hukuki' olması çok tuhaf, çok tartışmalı bir durum.
Peki nedir biber gazı? Ünlü National Geographic dergisinden Brian Clark
Howard, bu sorunun cevabını bulmak için Yale Üniversitesi tıp fakültesinden
Sven-Eric Jordt ile konuşmuş. Bu yazıda okuyacağınız bilgilerin büyük çoğunluğu
bu söyleşiden alındı ama başka kaynaklardan da yararlanıldı.
Gezi gösterileri sırasında polisle karşılaşanlar zaten iyi biliyor,
bu 'gaz'ın iki temel kullanım biçimi var.
O 'kırmızılı kadın' fotoğrafında, polisin sırtındaki tüpten ve yakın
mesafeden doğrudan insanın üzerine sıkılan şey 'biber spreyi.' Bir zamanlar
pek çok kişinin kendini savunmak amacıyla çantasında taşıdığı sprey yani.
İkinci kullanım biçimi ise o meşhur ortalığı dumana bulayan kapsüllerle
uzaktan fırlatıldığı hali.
Önce şunu bilelim: Biber 'gazı' aslında gaz değil; sıvı. Ama bu kapsüllere
yerleştirilirken kimyasal yöntemlerle gaz haline getiriliyor.
O kapsüllerle uzaktan fırlatılan 'gaz'ın iki türü var. İstanbullu eylemciler
bir hayli iyi biliyor, kapsüllerin üstünde ya OC yazıyor CS.
Üzerinde OC yazan, eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in talihsiz
açıklamasındaki gibi 'doğal.' Çünkü OC 'Oelum Capsicum'un kısaltması. Yani
'Acı biber yağı.'
Üzerinde CS yazan kapsüllerle atılan ise doğal değil, kimyasal bir bileşim.
Ana maddesi 2-chlorobenzalmalononitrile adını taşıyor.
Geçmişte başka bazı gaz çeşitleri de kullanıldı, mesela Amerika Vietnam'da CN
kullandı ama bugün en yaygın kullanılan iki gaz bunlar.
Yaygın diyorum ama aslında o kadar da değil. Mesela Bahreyn, bu ülkede
bir 'Arap Baharı' türü ayaklanma yapmak isteyen Şii nüfusa karşı bu iki gazı
en az bizim kadar kullandı, haftalar boyunca. O zaman Bahreyn'i 'Halka karşı
orantısız güç kullanmak'la eleştiren ülkeler arasında Türkiye de vardı.
Orantısız gücün bir bölümü de bu gazdı işte.
Son yıllarda Bahreyn'den sonra Türkiye bu gazı en çok kullanan ülke oldu.
(Amerika'da mesela gazı kullanmaya bir yasal engel yok ama polis genellikle
bu gazlar yerine 'biber spreyi'ni kullanıyor. İngiltere'de de durum benzer.
Biber spreyi, kapsülden atılan gazla kıyaslandığında daha az kalıcı etki
bırakan ama yine de feci bir şey.)
Gaza bizzat maruz kalanlar daha iyi biliyor, aynı işe yarasa da bu iki gaz,
yani OC ile CS arasında ciddi fark var.
OC, yağ bazlı olduğu için sabunlu suyla yıkamadan etkilerinden kurtulmak
kolay değil. Kaldı ki, gaz aslında sadece bronşlarınızı daraltarak nefes alma
güçlüğü çekmenize yol açmıyor, vücudunuzda temas ettiği her yerdeki ağrı
uyarıcılarını tetikliyor. Özellikle en nemli bölgeler, terli göğüs ve koltuk
altı, ağız göz çevresi OC'nin etkilediği yerler.
CS daha da beter. Yale Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre OC de CS
de vücudun tamamında ağrı uyarıcılarını harekete geçiriyor, ciltte yanma hissi
ve kızarıklıklara neden oluyor.
OC ve CS'nin etkilerini azaltmak için neler yapılabileceği konusu da
araştırılmış. Henüz bu konudaki bilimsel makale yayınlanmış değil ama ilk
sonuçlara göre bazı ağrı kesiciler gaza 'iyi geliyor.'
Ama böyle düşünmek de doğru değil. Çünkü eğer daha gaz atılmadan, gaza
karşı bir önlem olarak ağrı kesici alınırsa, bu sefer gaza maruziyet eşiği
yükseliyor ve sonuçta bu sefer aşırı dozdan etkilenmeler olabiliyor.
Ayrıca gaz maskesi de bir çözüm değil. Belki gözleri koruyor ve nefes
almayı mümkün kılıyor ama vücudun geri kalanı gaza maruz kalıyor. Özellikle
polisler ve ön saflardaki göztericilerle gazeteciler için geçerli bu durum.
Gaz sırasında sadece nefes alabilmek yeterli değil; vücudu da korumak gerekiyor.
Nitekim bu gazlardan birinin (CS) suya karıştırılıp TOMA'dan sıkılmış
halinin doktorları bile yadırgatacak biçimde alerjik reaksiyonlara sebep olması,
ciltte yanma etkisi yapması hiç de azımsanmamalı.
Peki acaba Türk göstericilerin bulduğu anti asitli solüsyon bir işe yarıyor
mu? Göstericilere veya yüzü ağzı bu solüsyonla yıkanmış olanlara sorarsanız evet
yarıyor, acıyı azaltıyor, bir rahatlama sağlıyor. Belki ileride bu solüsyon da
bilimsel literatüre girecek ama şimdilik bir bilgim yok.
* * *
Haksız mıyım her türlü kimyasal gaz ve su yasaklanmalıdır derken!
|