Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
1 Nisan 2013
ABD, Atatürk'ü Yeniden mi Keşfediyor?
ABD Başkanı Demokrat Obama'nın, ikinci döneme başladığında
bir Cumhuriyetçi'yi, Chuck Hagel'i Savunma Bakanı olarak ataması
sadece ABD'nin iç politikası ve Başkanlık ile Kongre arasındaki dengeler
bakımından değil Türkiye bakımından da önemli.
Chuck Hagel, bir Atatürk hayranı ve her vesileyle bunu dile getiriyor.
Olayı sadece Türkiye'nin, ABD'nin Ortadoğu politikasında kullanacağı bir
müttefiki olması açısından görmek olanaklı elbette.
Ama Türkiye'nin hızla laik ve demokratik düzenden bir Ilımlı İslam
(demokrasiyi bir araç olarak kullanan, Amerikancı İslam) düzenine,
Batı'dan Ortadoğu'ya kaymakta olduğu düşünülürse bu atamanın bazı yan
sonuçlarının olabileceği de akla gelebilir.
Bu konuda hem haber hem de yorum açısından çok güzel bir yazıya rastladım dün:
Hürriyet'in Washington temsilci Tolga Tanış çok ilginç
bir makale yazdı.
Benim bugüne kadar dile getirdiğim ve savunduğum pek çok gerçeği ve
görüş açısını hem haber hem de yorum açılarından destekleyen bir yazı bu.
Bu nedenle hem okurlarımı bilgilendirmek, hem da Tanış'ın ilginç
perspektifinden haberdar edebilmek için, kendisinden izin alarak, yazının
tümünü aşağıya alıyorum...
Yazıya ayrıca basın ahlâkı, moda deyimiyle "medya etiği" açısından da
bakmak olanaklı:
Tanış sansasyonun değil, gerçeğe uygun haberin ve bilginin
peşinde; kendisinin sansasyonel olabilecek bir haberini öldürmek bahasına
gerçeği arıyor ve elde ettiği sonuçları okurlarıyla paylaşıyor!
Bir tarafın tutuculuklarına Atatürk'ü alet etmeyi bırakma, diğerlerinin de
Atatürk'e itibarını iade etme vakti gelmedi mi?
Washington'da bir masanın etrafında 50 kişilik bir grubuz. Ortadoğu'nun
yakın döneme kadar önemli liderlerinden birini dinliyoruz. Ülkesinin Arap
Baharı'nı nasıl gördüğünü, bölgenin nasıl kalkınacağını anlatıyor.
Konuştu uzun uzun... Soru faslına geçildi. Özellikle Körfez ülkelerinin
ne kadar çok parası olduğundan, nasıl büyük eğitim yatırımları yaptıklarından
bahsetmeye başladı. Sonunda ben de el kaldırdım. İçerisi think tank'çi,
stratejist, diplomat dolu. Ki birçoğu 'Bitse de rapor edecek bir şey olmadan
gitsek' diye bekliyor muhtemelen.
Neyse... 'Buyrun' dedi moderatör. Ben de teşekkür ettim. 'Çok kısaca
Türkiye'yi nasıl gördüğünüzü de öğrenebilir miyim?' dedim. O ana kadar hiç
bahsetmemesine şaşırdım hem. Hem de bir yandan hikâye lazım. Yiyip içip
sırdaş olup kalkacak değilim.
Anlatmaya başladı. 'Atatürk'ün kurduğu modern cumhuriyet', 'İçinde
İslamcıları eriten seküler sistem', 'Bölgenin güçlü ülkesi...' Güzel şeyler
söylüyor. Ben de dürüst konuşayım. Biraz da bunları anlatır diye düşünerek
sormuştum zaten. İyi haber için.
Ama sorun...
Bir süre sonra AK Parti'den bahsetmeye başladı. Ama AK Parti demiyor.
'Müslüman Kardeşler' diyor. 'Müslüman Kardeşler Türkiye'de şunu başardı,
bunu yaptı.' Gaf desen... Bir değil, iki değil, üç değil. Müslüman Kardeşler
aşağı Müslüman Kardeşler yukarı...
Hiçbir şey demedim. Salondakilerden de ses çıkmadı. Öylece kapandı oturum.
Yapabilirsiniz tabii. 'Şu önde gelen kritik ülkenin lideri AK Parti'ye
'Müslüman Kardeşler' dedi' diye yazdınız mı tamam. Ama yine de sormam lazım.
Adını mı unuttu? Başka bir şey mi var? Çünkü dediğim gibi aslında güzel şeyler
söylüyor. Ama söylediği tam diplomatik sorun sebebi.
Yanına gittim. Durumu anlatıp acaba adı mı aklına gelmedi diye 'Bir
düzeltme yapmak ister misiniz?' dedim.
Yanımızda da Al Arabiya'dan biri duruyor. 'Bence mutlaka düzeltin'
dedi lidere.
Lider de bana dönüp, 'Evet, lütfen Müslüman Kardeşler dediğimi
yazmayın. Sorduğunuz için teşekkürler' dedi. 'Ama' dedi sonra,
'unutmayın, öyle olmasalar bile yakınlar.'
Belki kendi elimle hikâyeyi öldürdüm. Ama en azından bu haliyle
anlatabilirim. Ve bu haliyle bile önemli olduğunu düşünüyorum. Şundan:
Ortadoğu'ya damga vurmuş üç liderin, ölümlerinden sonra onların yerine
geçen üç çocuğu da yakın döneme kadar Başbakan Erdoğan'a çok yakındı.
'Protégé' denir. Erdoğan'ın (59) kolladığı, yaşının da etkisiyle abilik
yaptığı protégé'leriydi belki bu çocuklar. Babasını 2000'de kaybedince
Suriye'nin başına geçen Beşar Esad (48). Kral Hüseyin 1999'da ölünce Ürdün'ü
devralan Kral Abdullah (51). Ve babasını 2005'te bir suikastta kaybeden
eski Lübnan Başbakanı Saad Hariri (43).
TÜRKİYE NE KAZANDI?
Ama Arap Baharı'ndan sonra her şey tersyüz oldu. Önce ilk hayal
kırıklığını Suriye'de yaşadı Başbakan. Esad bildiğini okudu. Sonra
Atatürk'e gözyaşı döken Abdullah çark etti. Ve geriye bir tek Saad
kaldı. O da şimdilik.
Sorum şu: Elbette kimse Suriye'de yaşanan vahşetten sonra Esad'ı
savunacak değil. Ya da bir krallık hiçbir zaman yaşadığımız çağın akıl
öğreteni olacak değil. Ama en hafif şekliyle söylersem, son iki yıldır
perçinlenen bu Müslüman Kardeşler algısı Türkiye'ye ne kattı? Bu
kutuplaşmada Türkiye bundan ne kazandı?
Hafta içi Amerikan Savunma Bakanı'na Atatürk hakkındaki soruyu sorduğumda
gözleri parladı birden. Cevap verdikten sonra sorduğum için teşekkür ettiği
yetmedi. Sorunun sonunda sözü yanındaki Dempsey'ye bıraktıktan sonra da bana
bakıp kafasını salladı. Diyeceğim... Dünyanın en büyük devrimlerinden birini
yapmış bir adam yıllar yılı nasıl statükonun elinde hapsolmuş aklım almıyor
ama... Artık Türkiye'nin kalkınmasının 10 yıl önce değil, bu cumhuriyetin
ilkeleri konulduğunda başladığını söylemenin zamanı gelmedi mi? Bu gelişmeyi
o cumhuriyetin yetiştirdiği beyinlerin başardığını kabul etme vakti değil
mi? Müslüman Kardeşler meselesi biraz fazla ileri gitmedi mi?
İki taraf için de söylüyorum. Artık insanların tutuculuklarına Atatürk'ü
alet etmeyi bırakması, diğerlerinin de Atatürk'e itibarını iade etmesi
gerekmiyor mu?"
|
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 2 Eylül 2024