18 Şubat 2013
Sedat Ergin'den Fatih Hilmioğlu Dosyası.
Sedat Ergin son yıllarda medyada araştırmacı gazetecilik
denince akla gelen ilk isim oldu.
Medyanın pek dikkatini çekmeyen konularda veya kamuoyunun bildiğini
sandığı ama bilmediği sorunlarda, eline aldığı dosyaları büyük bir titizlikle
inceliyor, irdeliyor ve son derece anlaşılabilir bir dille okura aktarıyor.
Ben kendisinin yazılarından çok şey öğreniyorum...
Keşke genç gazeteciler de bu yazılardan, araştırmacı gazetecilik felsefesini
ve yöntemlerini öğrenseler.
* * *
Emekli Orgeneral Ergin Saygun trajedisinin kamuoyuna yansıması,
Profesör Fatih Hilmioğlu'nun durumunu da bir kez daha gündemin
başına oturttu.
Bu acıklı öyküyü, Sedat Ergin'in 12 ve 13 Şubat tarihlerindeki
iki makalesinden okuyalım.
* * *
Sedat Ergin
12 Şubat 2013, Hürriyet
"İnsaf ölçüleri yitirildiğinde
BUGÜN 'vicdanların paslanması' başlığı altında açacağımız ikinci dosyanın konusu olan kişi, Ergenekon davası sanıklarından, tutuklu yargılanan eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Fatih Hilmioğlu.
Prof. Hilmioğlu, Ergenekon'un 12'nci dalgası çerçevesinde 16 Nisan 2009 tarihinde tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne konulduğunda zaten uzun yıllardır tedavi görmekte olan bir siroz hastasıydı.
Kendisi de bir tıp profesörü (gastroenteroloji) olan Hilmioğlu'nun sağlık durumunda geçen dört yıl içinde meydana gelen gelişmeleri, bu konuda hazırlanan sayısız raporu, Adli Tıp Kurumu'nun oynadığı rolü ve yargının bu süreçteki tutumunu tek bir yazı içinde anlatabilmek mümkün değil. Ancak dosyanın ana hatlarını şöyle özetleyebilirim.
Hilmioğlu tutuklandıktan üç ay kadar sonra yüz felci geçirdi ve Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne sevk edildi. Burada yüz felci için verilen ilaçlar karaciğer enzimlerini 8-10 kat fırlatıp durumu birden ağırlaşınca, Hilmioğlu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Bölümü Hepatoloji Servisi'ne sevk edildi. Eski rektör, burada kapısında jandarmanın nöbet tuttuğu, 10 metrekare büyüklüğünde bir tutuklu odasına yerleştirildi. Eşi de kendisine refakat edebiliyordu. Hilmioğlu yeniden
Silivri'ye gönderilinceye kadar 21 ay Cerrahpaşa'da kalmıştır.
Bu süre zarfında Cerrahpaşa'dan kendisinin sağlık durumuyla ilgili bir dizi sağlık kurulu raporu çıkmıştır. Bunlardan 19 Ağustos 2009 tarihli raporda şöyle deniliyor: 'Hastada Hepatit-B'ye bağlı karaciğer sirozu ve başlangıç halinde portal hipertansiyon bulguları mevcuttur. Beslenmesinin çok düzenli olması ve iltihabi hastalıklardan korunması için bulunduğu ortamın koşullarının hijyenik olması gerekir. Yakın aralıklarla da karaciğer kanseri için kontrol edilmelidir. Bu hastalarda yüzde 2-3/yıl karaciğer kanseri riski vardır. Stresli koşullar bağışıklığını düşürerek enfeksiyon ve mide kanamalarına zemin hazırlayabilir. Bu gibi bir durumun gelişmesi ölüm tehlikesi yaratabilir. Tutukluluğunun devamı hayatı için kesin bir tehlike teşkil eder.'
13'üncü Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi, avukatının bu rapora dayanarak Hilmioğlu'nun serbest bırakılması için yaptığı başvuru üzerine dosyayı Adli Tıp Kurumu'na havale etmiştir.
Sonrasında 'hayati tehlike' olup olmadığı konusunda 'Yok' diyen Adli Tıp Üçüncü İhtisas Kurulu ile 'Var' diyen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi arasında bir çekişme yaşanmıştır. Sonuçta dosya Adli Tıp Genel Kurulu'na gitmiştir. Genel Kurul, 28 Ocak 2010 tarihinde 'İki ayda bir Üniversite Hepatoloji Bölümü'nde takibinin yapılması koşuluyla hapishanede kontrol altında kalmasına engel bir durum olmadığı' yolunda bir karar almıştır. Hilmioğlu, bu raporun ardından Cerrahpaşa'daki odada kalmaya devam etmiştir.
İşler bundan sonrasında kötü bir seyre girmiştir. Çünkü, 22 Aralık 2010 tarihinde Cerrahpaşa'da çekilen bilgisayarlı tomografide 'parankim segment 2'de bir adet ve segment 6'da üç adet silik sınırlı prostkontrast hipodens lejyon (Displastik Nodül) mevcuttur' saptaması yapılmıştır.
Bu teknik ifadenin Türkçesi 'Muhtemeldir ki, hasta karaciğer kanseri' mesajını içeriyor. Ancak kesin teşhis için biyopsi de gerekiyor. Hilmioğlu'nun avukatı, bu rapora dayanarak Özel Yetkili Mahkeme'ye başvurup kendisinin serbest bırakılmasını talep ettiyse de başvurusuna olumsuz yanıt verilmiştir.
Bu rapordan yaklaşık üç ay sonra Prof. Hilmioğlu Cerrahpaşa'dan Silivri Cezaevi'ne sevk edilmiştir. Cezaevine hangi gerekçelerle ve nasıl gönderildiği sorusu başlı başına bir yazının konusudur.
Hilmioğlu, 5 Mart 2011 tarihinden bu yana Silivri'de iki kişilik bir koğuşta kalıyor. Adli Tıp Kurumu, kanser başlangıcı teşhisi öncesindeki eski değerlendirmesini değiştirecek ikinci bir tetkik yapmadı. Hilmioğlu'na biyopsi de yapılmadı.
Geçen ekim ayında 22 yaşındaki oğlu Emir'i trafik kazasında kaybetti Hilmioğlu. Bu olay sonrasında depresyon tedavisi görüyor. Ayrıca, bir ay önce tetkiklerinin yapıldığı Avcılar'daki Murat Kölük Devlet Hastanesi'nin verdiği raporda (9 Ocak), sağlık raporuna şeker hastalığı ve böbrek ile ilgili sorunlar da eklendi. Daha önce yemek 'borusunda ölümcül kanamalara yol açabilen varis' de tespit edilmişti.
Bu arada hukuk egzersizi devam ediyor. Avukatı, her ay bu raporlarla özel yetkili mahkemeye başvuruyor, mahkeme de her seferinde reddediyor."
* * *
Bu öykü burada bitmiyor...
Olayın çok daha vahim, insanın aklının almadığı yönleri var.
Gerisini de 13 Şubat tarihli ikinci yazıdan okuyalım.
* * *
Sedat Ergin
13 Şubat 2013, Hürriyet
"Sevk: Akıl hastanesi
KENDİSİNDE kanser başlangıcı olduğu raporla saptanan bir tutuklu, bu bulguya rağmen bulunduğu üniversite hastanesindeki tek kişilik tutuklu koğuşundan alınıp cezaevine gönderilebilir mi?
Türkiye'de mümkündür. Ve bu konuyu yetkililere sorduğunuzda, mevzuatla, Adli Tıp Kurumu raporlarıyla ve sistemin işleyişle ilgili pek çok izahat dinleyebilirsiniz.
Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından eski İnönü Üniversitesi Rektörü
Prof. Fatih Hilmioğlu'na karaciğer kanseri başlangıcı tanısının 2010 yılı
sonunda (22 Aralık) konmasına karşılık, kendisinin üç ay sonra (8 Mart 2011)
Silivri Cezaevi'ne sevk edilmesinin perde arkasını araştırırken birbiriyle
çelişen bir dizi açıklamayla karşılaştım.
Prof. Hilmioğlu, sevki öncesinde siroz hastalığı nedeniyle tedavi gördüğü
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde kapısında
jandarmanın beklediği bir tutuklu koğuşunda kalmaktaydı.
Avukatı olan kardeşi Hayati Hilmioğlu'na sorarsanız, kendisinin neden
Cerrahpaşa'dan gönderildiğine Silivri Cezaevi yetkilileri tarafından verilen
yanıt, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü'nden kendilerine
gelen bir yazıdır.
Avukata 'Bu yazıyı gördünüz mü?' diye sorduğumda, 'Hayır ama cezaevinin
ikinci müdürü bana yazıyı okudu' yanıtını verdi.
Adalet Bakanlığı'nın üst düzey bir yetkilisini arayıp bu durumu ilettiğimde,
kendisi konuyu araştırdıktan sonra bana 'Kesinlikle bakanlıktan böyle bir
yazının gitmiş olması söz konusu değil. Bakanlığın böyle bir yetkisi yok'
yanıtını verdi.
Bakanlık çevrelerinden bu konuda aldığım izahat şu mealdedir: O dönemde
basında bazı tutukluların keyfi olarak üniversitelerde ağırlandığı yolunda
yapılan yayınlar üzerine Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı konuya el atmış,
Hilmioğlu'nun sağlık raporlarını Cerrahpaşa'dan istetmiş, ardından bunları
Silivri'deki Devlet Hastanesi'ne ileterek, kendisinin tedavisinin yapılıp
yapılamayacağını sormuştur. Silivri Devlet Hastanesi olumlu yanıt verince,
Hilmioğlu'nun Silivri Cezaevi'ne sevki yapılmıştır.
Bu sevk işlemi, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'nun 28 Ocak 2010'da verdiği,
özetle '2 ay aralıkla bir üniversite hastanesi hepatoloji bölümünde tetkiklerin
yapılması koşuluyla cezaevinde kalabilir' şeklindeki raporuna dayandırılmıştır.
Buradaki sorun şudur. Adli Tıp Kurumu raporu, Hilmioğlu'na kanser teşhisi
konulmasından yaklaşık bir yıl öncesine aittir, dolayısıyla son duruma yanıt
vermesi söz konusu değildir. İkincisi Adli Tıp da üniversite hastanesini adres
gösteriyor, devlet hastanesini değil.
Aslında gelinen noktada Hilmioğlu'nun sağlık durumunun ciddiyeti bu
tartışmaları geride bırakmış bulunuyor. Sonradan ortaya çıkan komplikasyonlarla
birlikte Prof. Hilmioğlu'nun sağlık durumunun fotoğrafı, resmi raporların da
teyit edeceği şekilde şöyle çekilebilir:
1) Siroz hastasıdır,
2) Karaciğer kanseri başlangıcı teşhisi konmuştur (ancak iki yıldır biyopsi yapılmamıştır),
3) Bu arada kronik böbrek sorunu ortaya çıkmıştır,
4) Şeker hastalığı başgöstermiştir,
5) Yemek borusunda ölümcül kanamaya yol açabilen (özafagus) varisleri vardır,
6) Geçen ekim ayında oğlunun trafik kazasında ölümünden sonra ağır bir
depresyona girmiştir.
Sorunun bir boyutu, bunların birbirlerini olumsuz yönde etkileyen hastalıklar olmasıdır. Örneğin, siroz hastalığı nedeniyle kendisine depresyon tedavisi için gerekli olan antidepresan ilaçlar verilemiyor. Doktorların büyük bir bölümünün birleştiği husus, kendisinin mülti-disipliner bir üniversite hastanesinde bakım altına alınmasının gerektiğidir. Oysa Prof. Hilmioğlu Silivri Cezaevi'nde iki kişilik bir koğuşta alıkonmaktadır.
Bütün bu sağlık bulguları, Ergenekon davasına bakan Özel Yetkili 13'üncü Ağır Ceza Mahkeme Heyeti'nin tutumunu etkilememiştir. Mahkeme, topu Adli Tıp Kurumu'na atmaktadır. Oysa Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun pekâlâ mahkemeye Adli Tıp Kurumu'ndan bağımsız olarak da hüküm verme serbestisi tanıyan içtihatları var.
Daha önemlisi, geçen temmuz ayında yürürlüğe giren Üçüncü Yargı Paketi zaten getirdiği adli kontrol sistemi ile hâkimlere tutuksuz yargılama konusunda geniş bir takdir yetkisi tanıyor.
Bu arada, Adli Tıp Kurumu'nun avukatlarının Hilmioğlu'ndaki kanser başlangıcı bulgularını göndermesine rağmen eski raporunu gözden geçirme, güncelleme ihtiyacını duymamış olması da çok problemli bir durumdur.
Bu arada dosyayı incelerken dikkatimi çeken bir nokta daha oldu. Bakırköy
Sadi Konuk Araştırma Hastanesi 9 Ocak 2013 tarihinde Prof. Hilmioğlu için
verdiği raporda, 'Hepatoloji (karaciğer), nefroloji (böbrek), endokrinoloji
(şeker hastalığı için) olan ileri bir merkezde 2 ay sonra takibi ve kontrolü
uygundur. Takip olduğu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği ağır
depresif nöbet nedeniyle değerlendirilmesi uygundur' raporu vermiştir.
Peki bu rapor Silivri Devlet Hastanesi'ne havale edildiğinde 15 Ocak 2013
tarihinde Prof. Hilmioğlu'nun buradan sevki nereye çıkmıştır dersiniz? Bakırköy
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne.
Silivri'nin 15 Ocak 2013 tarihli bir cümlelik sevk yazısında,
Hilmioğlu'nun diğer sağlık soruna hiçbir atıf yoktur. Hilmioğlu,
Bakırköy'e gitmeyi reddetmiştir.
Özetle, 2013 Türkiye'sinde bir kanser hastasını akıl hastanesine sevk
eden bir zihniyet var karşımızda.
Prof. Hilmioğlu'na birçok düzlemde yapılan muamele Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 'Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır' şeklindeki
ikinci maddesinin açık bir ihlalidir.
Önümüzdeki dönemde maruz kaldığı bu işlemler nedeniyle yapılabilecek bir
başvuruda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Hilmioğlu'nun yaşam hakkını
ihlal ettiği için Türkiye'yi mahkûm etmesi kimseye şaşırtıcı gelmemelidir."
* * *
Emekli Orgeneral Ergin Saygun ve Profesör Fatih Hilmioğlu
olayları medyaya yansıyan trajediler.
Kamuoyu bir de, içerde hayatlarını yitiren Kuddusi Okkır ve
Kaşif Kozinoğlu'nu biliyor.
Kendisini tutuklamaya gelenleri görünce hayatına son veren Yarbay
Ali Tatar da belleklerde...
Ama kamuoyu, belki Prof. Mehmet Haberal'a rapor veren üniversite
profesörü hocaların bu rapordan dolayı hapse atıldıklarını unuttu...
Belki İlhan Selçuk'u ölüme götüren sürecin, Ergenekon
soruşturmasında gözaltına alınmasından bir hafta sonra geçirdiği kalp
krizi ile başladığına dikkat etmedi...
İçerde mamayla beslenen hasta tutuklarının varlığından Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın çıkışından sonra haberdar oldu.
Kim bilir daha kimler umutsuz durumda...
Kim bilir daha ne trajediler yaşanıyor kamuoyuna yansımayan...
Medya suskun, kamuoyu olup bitenlerden habersiz...
Bütün bunların sorumlusu olanları Başbakan'ın dediği gibi,
"Tarih affetmeyecek!"
|