"EMEKLİ ORGENERAL HURŞİT TOLON'DAN 2.KEZ TUTUKLANMASININ 1'NCİ YILINDA
KAMUOYU AÇIKLAMASI
Bugün kamuoyunda sözde 'Ergenekon Terör Örgütü' olarak bilinen davada
daha önce 7 ay tutuklu kalıp serbest bırakıldıktan sonra, Mahkemece
İKİNCİ KEZ TUTUKLANIŞIMIN YILDÖNÜMÜ!
Ben, 1 Temmuz 2008 tarihinde gözaltına alındıktan sonra, 6 Temmuz 2008
tarihinde 'Silahlı Terör Örgütü Kurmak ya da Yönetmek' iddiasıyla ilk kez
tutuklandım.
7 ay tutuklu kaldıktan sonra, önce 'DOSYADA MEVCUT DELİL DURUMU İTİBARIYLA
SUÇ ŞÜPHESİ ORTADAN KALKTIĞI' gerekçesiyle İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi
Naip Hakimi tarafından tahliye edildim.
Daha sonra, bu karara belli çevrelerin amaçları doğrultusunda yürütülen bir
karalama kampanyasının eşliğinde Soruşturma Savcılığınca yapılan itiraz
üzerine, İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti'nce sadece gerekçe yönünden
kısmi değişiklik yapıldı ve neticeten 'KAÇMA VE DELİLLERİ KARARTMA ŞÜPHESİ
ALTINDA BULUNMADIĞIM' gerekçesiyle TAHLİYE KARARIMA vaki itiraz reddedildi.
Ancak, aradan bir süre geçtikten sonra tahliyeme karar veren Hakim Sn.Necat
Ede, bir başka sanıkla ilgili tahliye talebini değerlendirdiği sırada 'KURUMSAL
BASKI' altında olduğunu belirterek 'DAVADAN ÇEKİLMEK ZORUNDA BIRAKILDI' ve
ardından, özel yetkileri alınarak Bakırköy Adliyesine düz Hakim olarak atandı!
Tutuksuz olarak devam eden 2,5 yıllık yargılama sürecinde, duruşmalara
katılma zorunluluğumun bulunmadığı celselere dahi birçok kez kendi isteğimle
katıldım; bu süre zarfında Adli Kontrol tedbirine hiçbir riayetsizliğim de söz
konusu olmadı.
Bu süreçte Mahkeme; EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, MİT, JANDARMA GENEL
KOMUTANLIĞI VE GENELKURMAY BAŞKANLIĞI'na müzekkere yazarak, iddia edilen
örgütün varlığına ilişkin varsa bilgi ve belgeleri göndermesini istedi. Devletin
en üst istihbarat birimleri 'benim bilgim yok, tespit etmedim' yanıtlarını
verdi; hatta gönderilen bir örgüt şemasına 'deli saçması' tanımı yapıldı.
Sadece tedarik edilmiş birkaç hükümlü ve gizli tanık ile yandaş medya
kalemşörleri dışında, sözde örgütü ne gören, ne duyan, ne de bilene rastlanmadı.
Ben, aradan ancak 3,5 yıl geçtikten sonra Mahkeme Huzurunda nihayet
kendimi ifade etme olanağına kavuştum. Mahkemede, somut delillere dayalı
olarak yaptığım ayrıntılı savunmam ve avukatlarımın yaptığı hukuksal
açıklamalar çerçevesinde, İddia Makamı'nın tarafıma yönelttiği tüm ithamların
asılsız olduğu tereddüde mahal bırakmayacak şekilde kamuoyunun önünde bir kez
daha kanıtlandı. Gerçekten, iddianamede tarafıma yöneltilen suç isnatları
Anayasa ile her ferde tanınan yasal hakların icrasından ibaretti.
Nitekim, İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi'nce daha önce verilip,
kesinleşen 06.02.2008 tarihli kararda; katıldığım tüm toplantılar ve sivil
toplum faaliyetlerinin anayasal hakların icrasından ibaret olduğu; telefon
konuşmalarımda herhangi bir suç unsurunun bulunmadığı; aramalarda ele
geçirilen belgelerin görevim gereği tarafımca düzenlenmiş ya da şahsıma
gönderilmiş belgeler olduğu ve gizliliği bulunmadığı gibi herhangi bir suç
unsuru da ihtiva etmediği' açıkça ifade edilmiştir.
Ancak, ne tesadüftür ki; eski Genelkurmay Başkanı E.Org. İlker Başbuğ'un
06.01.2012 tarihinde tutuklanmasından sadece 4 gün sonra, Mahkeme dosya
kapsamında tutuklanmamı gerektirebilecek hiçbir olumsuz gelişme
bulunmamasına rağmen, 10 Ocak 2012 tarihinde İddia Makamı'nın talebi
üzerine bu kez 'terör örgütü kurmak ya da yönetmek' isnadından
vazgeçerek 'cebir ve şiddet kullanarak TC hükümetini ortadan kaldırmaya
ve görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek,
devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belgeleri
veya vesikaları temin etmek' isnadı ile yeniden tutuklanmama karar verdi.
İşin en acı yanı, Mahkemenin yeni delil diye tutuklama kararına sözde
gerekçe olarak gösterdiği belgeler, avukatlarımın ısrarlı talebi üzerine
tutuklanmamın üzerinden ancak 2 gün geçtikten sonra dosyaya konuldu.
Belgeye bir de baktık ki; Mahkemenin Devlet Sırrı olduğunu ileri
sürdüğü gizli belgeler, BAŞBAKANLIK GÜVENLİK İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN
14.12.2010 tarihli yazısı ile YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILAN TALİMAT VE YÖNERGELERDENMİŞ'!.
Düşünebiliyor musunuz; avukatlarım bu belgenin gizliğinin 2009 yılında
kaldırıldığından, aynı Mahkemede görülen 2010/106 Esas No'lu dosyaya 2011
yılında Başbakanlık'tan gelen cevabi yazı içeriği ile haberdarlar; ancak
Mahkeme bundan haberdar değil! Çünkü, Mahkeme Türk Milleti adına karar
vermekle yükümlü olmasına rağmen maalesef tarafsız ve bağımsız hareket
edemediği için sadece o celse hakkımda peşinen verilmiş tutuklama kararını
yüzüme tefhim ederek yargılama görevini yerine getirdiğini düşünüyor! Ancak,
Anayasa'da, AİHS'de ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nda tutuklamayı gerektiren
kuvvetli suç şüphesinin, kaçma ya da delilleri karartma şüphesinin somut
olguya dayandırılması gerektiğini reddediyor.
Üstelik, gizli olduğu ileri sürülen belge de, oğluma ait evde yokluğunda
kapısının kilidi kırılarak yapılan yasadışı arama sırasında bulunduğu ileri
sürülen, ancak arama tutanaklarında her nedense yer almayan Elba Marka 2 No'lu
düzmece CD'nin içerisinde yer alıyor!
Gerçekten, dosya kapsamına baktığımızda, şahsıma isnat edilen tüm
suçlamaların oğluma ait evde yokluğunda yapılan bu yasadışı arama sırasında
bulunduğu ileri sürülen Elba Marka 2 adet CD'ye dayandırıldığı açıktır.
Ancak, Mahkeme, Adli Emanette şahsımla ilgili aramalarda elde edilen
toplam CD sayısından nasıl 3 adet daha fazla CD'nin bulunduğunu, yargılamanın
bu aşamasına kadar halen daha kanıtlayamadığı gibi, iddianamede suçlamaların
sözde delili olarak gösterilen bu CD'lerin imajlarını da dosyaya ibraz
etmeyerek savunma hakkımızı açıkça kısıtlamaktadır.
Ayrıca, iddianamedeki anlatıma göre, şahsımla ilgili aramalarda el
konulan toplam belge sayısından 317 adet daha fazla belgenin bulunduğu ileri
sürülmesine rağmen, bu fazlalığın neden kaynaklandığı da halen daha
açıklığa kavuşturulmamıştır.
Nitekim, talebimiz üzerine, Mahkeme tarafından Ankara Emniyet Müdürlüğüne
ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bu hususlar sorulmuş ise de, ilgili Makamlar
tarafından sözkonusu sorulara somut bir yanıt verilmek yerine, bilgi kirliliği
yaratılarak düzmece delillerin örtbas edilmesine çalışılmıştır.
Buna dayalı olarak, Mahkemeden, konunun aydınlığa kavuşturulması için
ilgili Emniyet Müdürlüklerine yeniden müzekkere yazılmasına ve düzmece suç
delili yaratan kolluk görevlileri hakkında derhal yasal işlem başlatılmasına
ilişkin talep de bulunulmuş ise de, bu taleplerimiz de maalesef REDDEDİLMİŞTİR.
Emniyet Görevlileri tarafından yapılan yasa dışı arama ve düzmece suç
delilleriyle ilgili olarak oğlum Ali Tolga Tolon tarafından daha önce yapılan
suç duyurusunun yanı sıra, avukatlarım tarafından yapılan suç duyurusu da
Savcılık tarafından jet hızıyla değerlendirilerek 'Halen devam eden dava ile
ilgili olduğu gerekçesiyle Kovuşturmaya Yer Olmadığına' dair kararlarla
neticelendirilmiştir.
Görüldüğü üzere yargılamanın ulaştığı bu aşamada tutukluluğumun devamını
gerektirebilecek somut hiçbir delil bulunmamasına rağmen, ikinci tutukluluğumun
da birinci yılını tamamlamış bulunmaktayım. Bu durumda artık yargılandığım
Mahkemeden adil bir kararın çıkmasını beklemiyorum!
Nitekim, Mahkemenin, son olarak İddia Makamının bugüne kadar gösterdiği
tüm tanıkları dinlemesine rağmen, sıra savunma tarafına gelince aralarında
tarafımca dinlenilmesi talebinde bulunulan tanıkların da yer aldığı
toplam 778 tanığının dinlenilmesi talebini reddetmesi de, maddi gerçeğe
ulaşmak yerine düzmece deliller ve etkin pişmanlıktan istifade etmek
isteyen gizli tanıklarla, sanal bir terör örgütü yaratma çabası içerisinde
hareket ettiğini ortaya koymuştur.
Geçmişime baktığımda yasadışı hiçbir faaliyetim olmadan TSK'nde 43 yıl
fiilen ülkesine ve milletine onurla ve gururla hizmet ettikten sonra, şimdi
pek çok suçsuz ve günahsız insanla birlikte 'TUTSAKLIĞIMI ya da 'REHİNELİĞİMİ'
sürdürdüğümü görüyorum.
Üzülerek söylemem gerekirse, Silivri'de cereyan eden olağandışı yargılamaya
paralel olarak, ülkemizde son olarak gelinen noktaya bakıp, kendi
kendime ' SUÇUM NE?' diye sorduğumda; yaşantım boyunca Atatürk ilkelerine
bağlı kalarak, ülkemizin bağımsızlığını ve bölünmez bütünlüğünü savunmak ve
ulusumuzun ve TSK'nin onurunu korumak için verdiğim haklı mücadele olduğu
yanıtına ulaşıyorum.
Sözgelimi; 2003 yılında, Türk Askeri'nin başına IRAK'ta ÇUVAL GEÇİRİLMESİ
hadisesi karşısında, o sırada ABD'de yapılacak IRAK Merkezi Kuvvetler Komutanının
devir teslim askeri törenine, Türk Silahı Kuvvetleri'ni temsilen katılmaksızın,
bu son derece çirkin davranışı bir basın açıklamasıyla kınayarak, eşimle
birlikte derhal ülkeme geri dönmem ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün beş özel
harekât mensubu güvenlik görevlisinin, Türkiye'den Bağdat'a, Büyükelçiliğimizin
korunması amacıyla giderken, BM kararları doğrultusunda ABD'nin kontrolü ve
sorumluluğu altında bulunan Musul yakınlarında haince pusuya düşürülerek şehit
edilmesi karşısında, duygu ve düşüncelerim sorulduğunda 'BİZ DE, BUNU NOT
EDİYORUZ.' şeklinde açıklamada bulunmam, bu davranışlarıma örnek olarak
gösterilebilir.
Anlaşılan odur ki; bu açıklamalarım bazı iç ve dış çevreleri rahatsız
ederek TUTSAKLIĞIMIN, HUKUKSAL OLMASA da, FİİLİ KOŞULLARINI YARATMAYA YETMİŞTİR!
Bu gerçekleri, şaşmaz terazisine inandığım Halkımızın vicdanlarında kurulu
Mahkemenin bilgisine saygılarımla sunarım.
E. Orgeneral
Ahmet Hurşit Tolon"
Bu konuda bir çok kitap yazıldı, söyleşi verildi.
Belki ilerde bunlar toplanacak ve tek bir metin haline getirilerek
tarihe emanet edilecektir...