Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

14 Ocak 2013

Yargı, Kamuoyu ve Tolon'un Açıklaması.

Yargı kamuoyundan ne kadar etkilenir?

Örneğin, kamuoyunun masumiyetine inandığı bir zanlıyı mahkûm ederken tereddüt eder mi?

Ya da tam tersi, kamuoyunun suçlu olduğuna inandığı bir zanlıyı beraat ettirmekte güçlük çeker mi?

Sanmıyorum...

Çünkü yargı kendi mantığı içinde işleyen bir sistemdir, kendi denetimleri olan ve yasalara, içtihatlara dayalı olan bir sistem.

Bu nedenle savcı ve yargıçlar, insan olarak kamuoyundan ne denli etkilenirlerse etkilensinler, sırf kamuoyu tersini düşünüyor diye, yasaların ve içtihatların gösterdiği yolda karar almakta tereddüt etmezler.

Peki ama ya tam tersi olursa...

Yani kamuoyu ve yargı, aynı yönde ama gerçeklere uygunluğu tartışmalı bir yönde buluşurlarsa ne olur?

Örneğin, hem yargıyı, hem siyaseti hem de medyayı etkileyen bazı odaklar, yargı sürecinin başlamasından önce bazı kişi ve kurumların suçlu olduğuna dair gerçeklikleri çok tartışmalı haberler üretir, yayınlar, bu yönde bir kamuoyu oluşturur ve aynı odaklar yargı sürecinin de bu paralelde işlemesini temin etmeye çalışırlarsa ne olur...

Hele hele söz konusu davalar siyasal nitelik taşıyorsa?

İşte o zaman olay, bir hukuk sorunu olmaktan çıkıp bir siyasal sorun ve bir kamuoyu savaşı sorunu olur.

Ne yazık ki böyle sorunlar bugün bir hukuk devleti olduğunu iddia ettiğimiz Türkiye'de gündemdedir.

Bir örnek olarak emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un ikinci kez tutuklanmasının birinci yıldönümünde yayınladığı bir açıklamayı aşağıya alıntılıyorum...

Alıntılıyorum ki, yarınki kuşaklar bu iddiaların neler olduğunu öğrensinler ve 2013 yılındaki Türkiye'nin hukuk sorunları hakkında araştırma yapabilsinler.

* * *
"EMEKLİ ORGENERAL HURŞİT TOLON'DAN 2.KEZ TUTUKLANMASININ 1'NCİ YILINDA KAMUOYU AÇIKLAMASI

Bugün kamuoyunda sözde 'Ergenekon Terör Örgütü' olarak bilinen davada daha önce 7 ay tutuklu kalıp serbest bırakıldıktan sonra, Mahkemece İKİNCİ KEZ TUTUKLANIŞIMIN YILDÖNÜMÜ!

Ben, 1 Temmuz 2008 tarihinde gözaltına alındıktan sonra, 6 Temmuz 2008 tarihinde 'Silahlı Terör Örgütü Kurmak ya da Yönetmek' iddiasıyla ilk kez tutuklandım.

7 ay tutuklu kaldıktan sonra, önce 'DOSYADA MEVCUT DELİL DURUMU İTİBARIYLA SUÇ ŞÜPHESİ ORTADAN KALKTIĞI' gerekçesiyle İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hakimi tarafından tahliye edildim.

Daha sonra, bu karara belli çevrelerin amaçları doğrultusunda yürütülen bir karalama kampanyasının eşliğinde Soruşturma Savcılığınca yapılan itiraz üzerine, İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti'nce sadece gerekçe yönünden kısmi değişiklik yapıldı ve neticeten 'KAÇMA VE DELİLLERİ KARARTMA ŞÜPHESİ ALTINDA BULUNMADIĞIM' gerekçesiyle TAHLİYE KARARIMA vaki itiraz reddedildi.

Ancak, aradan bir süre geçtikten sonra tahliyeme karar veren Hakim Sn.Necat Ede, bir başka sanıkla ilgili tahliye talebini değerlendirdiği sırada 'KURUMSAL BASKI' altında olduğunu belirterek 'DAVADAN ÇEKİLMEK ZORUNDA BIRAKILDI' ve ardından, özel yetkileri alınarak Bakırköy Adliyesine düz Hakim olarak atandı!

Tutuksuz olarak devam eden 2,5 yıllık yargılama sürecinde, duruşmalara katılma zorunluluğumun bulunmadığı celselere dahi birçok kez kendi isteğimle katıldım; bu süre zarfında Adli Kontrol tedbirine hiçbir riayetsizliğim de söz konusu olmadı.

Bu süreçte Mahkeme; EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, MİT, JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI VE GENELKURMAY BAŞKANLIĞI'na müzekkere yazarak, iddia edilen örgütün varlığına ilişkin varsa bilgi ve belgeleri göndermesini istedi. Devletin en üst istihbarat birimleri 'benim bilgim yok, tespit etmedim' yanıtlarını verdi; hatta gönderilen bir örgüt şemasına 'deli saçması' tanımı yapıldı.

Sadece tedarik edilmiş birkaç hükümlü ve gizli tanık ile yandaş medya kalemşörleri dışında, sözde örgütü ne gören, ne duyan, ne de bilene rastlanmadı.

Ben, aradan ancak 3,5 yıl geçtikten sonra Mahkeme Huzurunda nihayet kendimi ifade etme olanağına kavuştum. Mahkemede, somut delillere dayalı olarak yaptığım ayrıntılı savunmam ve avukatlarımın yaptığı hukuksal açıklamalar çerçevesinde, İddia Makamı'nın tarafıma yönelttiği tüm ithamların asılsız olduğu tereddüde mahal bırakmayacak şekilde kamuoyunun önünde bir kez daha kanıtlandı. Gerçekten, iddianamede tarafıma yöneltilen suç isnatları Anayasa ile her ferde tanınan yasal hakların icrasından ibaretti.

Nitekim, İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi'nce daha önce verilip, kesinleşen 06.02.2008 tarihli kararda; katıldığım tüm toplantılar ve sivil toplum faaliyetlerinin anayasal hakların icrasından ibaret olduğu; telefon konuşmalarımda herhangi bir suç unsurunun bulunmadığı; aramalarda ele geçirilen belgelerin görevim gereği tarafımca düzenlenmiş ya da şahsıma gönderilmiş belgeler olduğu ve gizliliği bulunmadığı gibi herhangi bir suç unsuru da ihtiva etmediği' açıkça ifade edilmiştir.

Ancak, ne tesadüftür ki; eski Genelkurmay Başkanı E.Org. İlker Başbuğ'un 06.01.2012 tarihinde tutuklanmasından sadece 4 gün sonra, Mahkeme dosya kapsamında tutuklanmamı gerektirebilecek hiçbir olumsuz gelişme bulunmamasına rağmen, 10 Ocak 2012 tarihinde İddia Makamı'nın talebi üzerine bu kez 'terör örgütü kurmak ya da yönetmek' isnadından vazgeçerek 'cebir ve şiddet kullanarak TC hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belgeleri veya vesikaları temin etmek' isnadı ile yeniden tutuklanmama karar verdi.

İşin en acı yanı, Mahkemenin yeni delil diye tutuklama kararına sözde gerekçe olarak gösterdiği belgeler, avukatlarımın ısrarlı talebi üzerine tutuklanmamın üzerinden ancak 2 gün geçtikten sonra dosyaya konuldu.

Belgeye bir de baktık ki; Mahkemenin Devlet Sırrı olduğunu ileri sürdüğü gizli belgeler, BAŞBAKANLIK GÜVENLİK İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN 14.12.2010 tarihli yazısı ile YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILAN TALİMAT VE YÖNERGELERDENMİŞ'!.

Düşünebiliyor musunuz; avukatlarım bu belgenin gizliğinin 2009 yılında kaldırıldığından, aynı Mahkemede görülen 2010/106 Esas No'lu dosyaya 2011 yılında Başbakanlık'tan gelen cevabi yazı içeriği ile haberdarlar; ancak Mahkeme bundan haberdar değil! Çünkü, Mahkeme Türk Milleti adına karar vermekle yükümlü olmasına rağmen maalesef tarafsız ve bağımsız hareket edemediği için sadece o celse hakkımda peşinen verilmiş tutuklama kararını yüzüme tefhim ederek yargılama görevini yerine getirdiğini düşünüyor! Ancak, Anayasa'da, AİHS'de ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nda tutuklamayı gerektiren kuvvetli suç şüphesinin, kaçma ya da delilleri karartma şüphesinin somut olguya dayandırılması gerektiğini reddediyor.

Üstelik, gizli olduğu ileri sürülen belge de, oğluma ait evde yokluğunda kapısının kilidi kırılarak yapılan yasadışı arama sırasında bulunduğu ileri sürülen, ancak arama tutanaklarında her nedense yer almayan Elba Marka 2 No'lu düzmece CD'nin içerisinde yer alıyor!

Gerçekten, dosya kapsamına baktığımızda, şahsıma isnat edilen tüm suçlamaların oğluma ait evde yokluğunda yapılan bu yasadışı arama sırasında bulunduğu ileri sürülen Elba Marka 2 adet CD'ye dayandırıldığı açıktır.

Ancak, Mahkeme, Adli Emanette şahsımla ilgili aramalarda elde edilen toplam CD sayısından nasıl 3 adet daha fazla CD'nin bulunduğunu, yargılamanın bu aşamasına kadar halen daha kanıtlayamadığı gibi, iddianamede suçlamaların sözde delili olarak gösterilen bu CD'lerin imajlarını da dosyaya ibraz etmeyerek savunma hakkımızı açıkça kısıtlamaktadır.

Ayrıca, iddianamedeki anlatıma göre, şahsımla ilgili aramalarda el konulan toplam belge sayısından 317 adet daha fazla belgenin bulunduğu ileri sürülmesine rağmen, bu fazlalığın neden kaynaklandığı da halen daha açıklığa kavuşturulmamıştır.

Nitekim, talebimiz üzerine, Mahkeme tarafından Ankara Emniyet Müdürlüğüne ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bu hususlar sorulmuş ise de, ilgili Makamlar tarafından sözkonusu sorulara somut bir yanıt verilmek yerine, bilgi kirliliği yaratılarak düzmece delillerin örtbas edilmesine çalışılmıştır.

Buna dayalı olarak, Mahkemeden, konunun aydınlığa kavuşturulması için ilgili Emniyet Müdürlüklerine yeniden müzekkere yazılmasına ve düzmece suç delili yaratan kolluk görevlileri hakkında derhal yasal işlem başlatılmasına ilişkin talep de bulunulmuş ise de, bu taleplerimiz de maalesef REDDEDİLMİŞTİR.

Emniyet Görevlileri tarafından yapılan yasa dışı arama ve düzmece suç delilleriyle ilgili olarak oğlum Ali Tolga Tolon tarafından daha önce yapılan suç duyurusunun yanı sıra, avukatlarım tarafından yapılan suç duyurusu da Savcılık tarafından jet hızıyla değerlendirilerek 'Halen devam eden dava ile ilgili olduğu gerekçesiyle Kovuşturmaya Yer Olmadığına' dair kararlarla neticelendirilmiştir.

Görüldüğü üzere yargılamanın ulaştığı bu aşamada tutukluluğumun devamını gerektirebilecek somut hiçbir delil bulunmamasına rağmen, ikinci tutukluluğumun da birinci yılını tamamlamış bulunmaktayım. Bu durumda artık yargılandığım Mahkemeden adil bir kararın çıkmasını beklemiyorum!

Nitekim, Mahkemenin, son olarak İddia Makamının bugüne kadar gösterdiği tüm tanıkları dinlemesine rağmen, sıra savunma tarafına gelince aralarında tarafımca dinlenilmesi talebinde bulunulan tanıkların da yer aldığı toplam 778 tanığının dinlenilmesi talebini reddetmesi de, maddi gerçeğe ulaşmak yerine düzmece deliller ve etkin pişmanlıktan istifade etmek isteyen gizli tanıklarla, sanal bir terör örgütü yaratma çabası içerisinde hareket ettiğini ortaya koymuştur.

Geçmişime baktığımda yasadışı hiçbir faaliyetim olmadan TSK'nde 43 yıl fiilen ülkesine ve milletine onurla ve gururla hizmet ettikten sonra, şimdi pek çok suçsuz ve günahsız insanla birlikte 'TUTSAKLIĞIMI ya da 'REHİNELİĞİMİ' sürdürdüğümü görüyorum.

Üzülerek söylemem gerekirse, Silivri'de cereyan eden olağandışı yargılamaya paralel olarak, ülkemizde son olarak gelinen noktaya bakıp, kendi kendime ' SUÇUM NE?' diye sorduğumda; yaşantım boyunca Atatürk ilkelerine bağlı kalarak, ülkemizin bağımsızlığını ve bölünmez bütünlüğünü savunmak ve ulusumuzun ve TSK'nin onurunu korumak için verdiğim haklı mücadele olduğu yanıtına ulaşıyorum.

Sözgelimi; 2003 yılında, Türk Askeri'nin başına IRAK'ta ÇUVAL GEÇİRİLMESİ hadisesi karşısında, o sırada ABD'de yapılacak IRAK Merkezi Kuvvetler Komutanının devir teslim askeri törenine, Türk Silahı Kuvvetleri'ni temsilen katılmaksızın, bu son derece çirkin davranışı bir basın açıklamasıyla kınayarak, eşimle birlikte derhal ülkeme geri dönmem ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün beş özel harekât mensubu güvenlik görevlisinin, Türkiye'den Bağdat'a, Büyükelçiliğimizin korunması amacıyla giderken, BM kararları doğrultusunda ABD'nin kontrolü ve sorumluluğu altında bulunan Musul yakınlarında haince pusuya düşürülerek şehit edilmesi karşısında, duygu ve düşüncelerim sorulduğunda 'BİZ DE, BUNU NOT EDİYORUZ.' şeklinde açıklamada bulunmam, bu davranışlarıma örnek olarak gösterilebilir.

Anlaşılan odur ki; bu açıklamalarım bazı iç ve dış çevreleri rahatsız ederek TUTSAKLIĞIMIN, HUKUKSAL OLMASA da, FİİLİ KOŞULLARINI YARATMAYA YETMİŞTİR!

Bu gerçekleri, şaşmaz terazisine inandığım Halkımızın vicdanlarında kurulu Mahkemenin bilgisine saygılarımla sunarım.

E. Orgeneral
Ahmet Hurşit Tolon"

* * *

Aslında Tolon'un açıklaması tek ve biricik değil...

Bu konuda bir çok kitap yazıldı, söyleşi verildi.

Bir süreden beri Cumhuriyet, Silivri davalarında tutuklu olanların mektuplarını yayınlıyor.

Belki ilerde bunlar toplanacak ve tek bir metin haline getirilerek tarihe emanet edilecektir...

Tolon'un mektubu da, haber ve özet olarak bütün medyada yer aldı.

Ben sadece orijinal metni buraya alarak tarihe tanıklık etmek istedim.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 25 Mart 2024

Valid HTML 4.01 Transitional