12 Ağustos 2013
Medyada Düzeltmeler ve Saldırılar.
Ülkedeki siyasal olaylar hız ve derinlik kazandıkça, medyadaki polemikler ve nesnel yanlışlar da artıyor...
Son günlerde özellikle üç olay dikkatimi çekti:
- AKP yandaşı yazarlarla Gülen Cemaatine yakın yazarlar arasındaki kavga.
- AKP yandaşı yazarlarla, eskiden AKP'ye destek vermiş solcu yazarlar arasındaki kavga.
- Balyoz ve Ergenekon kararları dolayısıyla desteksiz atan yazarlar ve bunlara verilen ayarlar.
* * *
1) AKP iktidarı yanlısı yazarlarla Gülen Cemaatine yakın yazarlar
arasındaki kavga:
Kavga esas olarak AKP'yi tutan, Sabah Gazetesi Başyazarı
Mehmet Barlas ile Gülen Cemaati adına yazan, Zaman Gazetesi Genel Yayın
Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve yazar Hüseyin Gülerce arasında ortaya
çıktı ve sürüyor.
Aslında bu üç yazar da sivri tutumlardan çok genel ve yumuşak yaklaşımlarıyla
bilinen kişiler.
Nitekim AKP ile Gülen Cemaati arasındaki iktidar çekişmesi konusundaki
polemikleri de olabildiğince yumuşak devam ediyor.
Sanıyorum Barlas'ın 'Cemaatler sivil toplum örgütü değildir'
başlıklı 6 Ağustos tarihli yazısından bazı alıntılar, konuyu iyice anlamamıza yardımcı olabilir.
* * *
"Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı dünkü yazısında Cemaat'i ve Fethullah Gülen'i bana karşı savunmak gereğini hissetmişti. Bu yazı gereksiz ve anlamsız bir polemiğe de neden olabilecek nitelikteydi...
Örneğin 'Bazıları'nın demokraside 'Sivil Toplum Örgütleri'nin rolünü
anlamadıklarını yazmış. İşin alfabesinden başlarsak dini cemaatler demokratik
sivil toplum örgütleri değildir. Siyasi parti hiç değildirler. Mesela sivil
toplum kuruluşuna veya bir siyasi partiye üye iseniz, lideri de
eleştirebilirsiniz. Ama bir cemaate mensupsanız sadece başbakanı
eleştirebilirsiniz. Cemaatin yayın organlarında Başbakan'a 'Diktatör'
diyebilirsiniz, ama 'Gülen neden ülkesine dönmüyor' diye soramazsınız...
'Gülen Cemaati'ne 'Hizmet' denilirken Başbakan Erdoğan'ın ülkeye yaptığı
'Hizmet'leri görmezden gelip, onu hedef alanlara kucak açılmasını anlamak
kolay değil.
'Cemaat'in tabanındaki bazı kesimlerin Cemaat'i angaje edebilecek siyasi
davranışlar sergilemeleri yüzünden, Cemaat dışı kesimlerde Sayın Gülen'in de
eleştirilere hedef olduğunu görmezden gelmek mümkün mü?
Pazar günkü Yeni Şafak'ta Cem Küçük'ün '7 Şubat Tarihin Kırılma Anıdır'
başlıklı yazısındaki iddialar yenilir yutulur gibi miydi? ...
Dumanlı'nın bana yönelttiği eleştirilere gelince...
Örneğin benim bir Rus gazetesine verdiğim demeçte Gülen'i Soros'a
benzettiğimi yazmıştı bu genç meslektaşım. Oysa bu konuya kendi köşemde açıklık
getirmiştim.
Gülen'i Soros'a benzeten kişi ben değildim. Bu benzetmeyi yapan
Komsomolskaya Pravda'nın muhabiri Daria Aslamova'ydı... Benim dışımda görüştüğü
bazı diğer Türk gazetecilere de 'Gülen Müslüman Soros mu' diye sormuştu.
Yani mesele benim Sayın Gülen'i bir kişiye benzetmem meselesi değil,
Sayın Gülen'in dış dünyaya verdiği imajla ilgiliydi. Ben yazımda bu meseleye
parmak basmıştım.
Sözcü gibiymişim
Dumanlı benim Cemaat gazetelerinde Sabah'ı ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ı
hedef alan yorumlara yönelttiğim eleştiriye de şöyle yaklaşmıştı:
'Bir partinin sözcüsü gibi yazılar döşenen üstat, acaba başka yazarların
sansürlenmesini mi ya da derhal susturulmasını mı istiyor? Belki de işten
atılmalarını mı temenni ediyor? Başyazarlığını yaptığı gazetenin ombudsmanı
kovuluyor; ona bir kelime ile itiraz etmiyor.'
Dumanlı'nın bu suçlamalarına karşı sevgili Hüseyin Gülerce'nin Zaman'da
yayınlanan yazısındaki şu satırları okumasını tavsiye edebilirim:
Gülerce'nin cevabı
'- Yıllarca yüksek ücretler aldıkları halde seslerini çıkarmayıp, sonra
etkisiz kaldıklarını gördüklerinde patronlarını aşağılayıcı, karalayıcı,
suçlayıcı yazılar yazıp kendilerine yol verilmesinin zeminini hazırlamamalıdır.
Sonra da bunu 'Türkiye'de basın özgürlüğü bitti' diye yabancılara
jurnallememelidir...'
Ben haksız eleştiriler ve yıpratma kampanyaları karşısında Turgut Özal'ı
savunduğum gibi, bugün de komploculara karşı Başbakan Erdoğan'ı savunuyorum..."
* * *
Alıntıladığım bölümler olayı yeterince özetliyor ama bir de ben vurgulayayım:
Son zamanlarda AKP iktidarı için, Cemaat'in yayın organlarında hem medya
özgürlüğü hem de genel hak ve özgürlükler konusunda eleştiriler yapılmaya
başlanmıştı.
Gezi Direnişi sonrasında belirginleşen bu eleştirelere cevaben AKP yandaşı
yazarlar da saldırılara başlamıştı.
Son olayı tetikleyen konuşma, Barlas'ın bir Rus gazetecinin sorusuna
verdiği yanıtta, Gülen'in Soros'a benzetilmesiydi...
Zaten yukardaki yazıda Barlas bunu anlatıyor.
Aslında Barlas, 'Cemaatler sivli toplum örgütü değildir' derken haklı.
Çünkü sivli toplum örgütleri belli sorunları, çıkarları, meslekleri ve
benzeri ortak noktalara sahip olan insanları temsil etmek için için kurulmuş
olan, iç mekanizmalarında demokratik kurum ve kuralların egemen olduğu, bu
nedenle de temsil yetkileri kabul edilen kuruluşlardır.
Klasik örnekler, sendikalar, meslek odaları, doğayı ve çevreyi, hayvanları
koruma kuruluşları gibi örgütlerdir.
Tarikat ve cemaatlerin böyle bir yapıları olmadığı açık.
Tarikat ve cemaatler de elbette siyasal etkiye sahiptirler ama asla bir
sivil toplum kuruluşu değildirler!
Öte yandan, Barlas ile Cemaat yazarları arasındaki polemiğin böyle
bir akademik tartışma ile ilişkisi olmadığı açık:
Konu, gittikçe otoriterleşen AKP iktidarı ile bunu eleştiren Cemaat arasındaki yaklaşım farkı!
Barlas hem akademik olarak hem de siyasal gücün asıl kaynağının parti
olması bakımından ne kadar haklıysa...
Otoriterleşen AKP ile, onu daha yumuşak davranması konusunda uyaran
Cemaat arasında, AKP'yi destekleyen yani otoriterleşmeden yana olan tutumuyla
o kadar haksız!
* * *
2) AKP yanlısı yazarlarla, eskiden AKP'ye destek vermiş solcu yazarlar
arasındaki kavga.
Özellikle Gezi Direnişi'nden sonra, AKP'yi otoriterleşmekle suçlayan eski solcu ve liberal yazarlara karşı militan AKP'li yazarlar müthiş bir saldırıya geçti.
Bunun pek çok örneği var...
Ama yapılan saldırıların, yazılanların seviyeleri burada alıntılanmaya değmeyecek düzeyde olduğu için ne yazanları ne de yazıları anacağım...
Sadece bunların hedefinde eskiden AKP'ye destek vermiş olan Ahmet Altan,
Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Hasan Cemal,
Ali Bayramoğlu gibi yazarların bulunduğunu,
Nuray Mert, Ece Temelkuran, Can Dündar gibi yazarları da
unutmadıklarını belirtmekle yetineceğim.
* * *
3) Balyoz ve Ergenekon kararları dolayısıyla desteksiz atan yazarlar
ve bunlara verilen ayarlar.
Ayarı veren bizim Nilgün Cerrahoğlu.
Aynı gazetede yazdığımız için 10 Ağustos 2013 tarihli yazısını aynıyla aşağıya alıyorum...
İlave edilecek tek şey, düzelttiği yazarlar için (ki dostlarımdır)
duyduğum hüzün!
* * *
"Ergenekon'un Bir Benzeri Yok
Ergenekon'un 'derin devlet' ve 'gladio'nun tasviyesi adına her şeye rağmen
yararlı bir egzersiz olduğuna inanan kemik bir 'yetmez ama evetçi' kesim var...
Bu çevre bir dizi kusur ve eksiğine rağmen 'gladio'nun tasviyesi için
Ergenekon'un özetle iyi olduğuna inanıyor, çetelerin böylece geriletildiğini
savlıyor, bunu AKP iktidarının sağladığını öne sürüyor. Bu iddiaları öne
sürerken de yaygın biçimde İtalya örneğine sarılıyor.
İtalya'nın 'Gladio'yu tasviye sürecine önden gönderme yapıp ardından
konuyu Ergenekon sürecine bağlıyor.
En son 'T24'te Oya Baydar, böyle bir yazı (7 Ağustos) yazdı.
'80'lerin sonlarında Sovyetler Birliği'nin dağılması ve sosyalist sistemin
çöküşüyle birlikte, (NATO'daki) ülkeler bu yapıları tasviye etmeye koyuldular'
diyor 'Ergenekon Var mı?' başlıklı yazıda Baydar; 'En iyi bildiğimiz
örnek, İtalya'da Gladyo (Kılıç) adını taşıyan örgütün 1992'de başlayıp yıllarca
süren tasfiyesidir. Tıpkı bizdeki gibi jandarmanın bir silah deposunu
tesadüfen bulmasıyla başlayan süreç, aralarında başbakanların, bakanların,
ünlü kişilerin, işadamları ve mafya babalarının, gazetecilerin ve de yüksek
rütbeli subayların bulunduğu binlerce kişinin sorgulanması ve mahkûmiyetleriyle
sona erdi.'
Mahkûm olan binlerce kişi kim?
Oya Baydar gibi Türkiye'nin anlı şanlı yazarları 'Ergenekon' sürecini
açıklarken tereddüde düşmeden işte bunları yazıyor: İtalya'da da 'Gladio'dan
binlerce kişi sorgulanmış ve 'mahkûm olmuş!'
'Gladio'dan mahkûm olan' o 'binlerce kişi' kim belli değil...
Son yazımda da bahsetmiştim: Ahmet Altan da benzer şekilde gene
'Gladio'yu derin devlet 'P-2' ile eşitleyip 'Ergenekon'a çok benzeyen bir
örgüt İtalya'da yakalanmıştı. Ünlü P-2 Locası. Yedi bin beş yüz kişi
tutuklanmıştı. Çoğu toplumun tanıdığı isimlerdi' diye yazmıştı.
İtalya'da P-2'den tutuklanan 'tanınmış isim' sayısı bir düzineyi
geçmezken Türkiye'de bir kesim aydın; 'Böyle şeyler başka ülkelerde,
örneğin İtalya'da da oldu' kontenjanından olan biteni normalleştirmek
adına 'binlerce Gladio tutuklusu/mahkûmu' icat etti.
'Gladio'nun halbuki Çizme'de üstü kapatıldı...
'Yetmez ama evet'çi aydınların fazlasıyla cömert biçimde bizde ileri
sürdüğü 'tasviye' ve 'yüzleşme' aslında o denli yapılmadı ki ünlü bir
'P-2'ci olan Berlusconi, 'Gladio'ların sona erdiği söylenen Soğuk Savaş
döneminden çok sonraki yıllarda başbakan olabildi ve bundan daha iki yıl
öncesine dek o koltukta kalabildi.
Eski P-2'ci İtalya başbakanı son dönemde eğer 4 yıllık bir hapis
cezası aldıysa da bunun 'Gladio' ve 'derin devletle' bir ilgisi yok.
P-2'ci siyasetçiye, bambaşka nedenlerle şirketlerinde yaptığı,
'vergi kaçakçılığı' yüzünden bu mahkûmiyet verildi.
'Diğer Gladio'lara benzemiyor!'
'Ergenekon' kısaca İtalya'nın 'Gladio'sundan da, 'P-2'sinden de,
'Temiz Eller'inden de çok farklı.
Bunu Ergenekon soruşturmalarının ivme kazandığı 2009 yılında
yaptığım 'Ergenekon'a İtalya Kılavuzu' adlı yazı dizisi ve 'İtalya'da
Gladio mahkemeleri kurulmadı' yazılarımda anlatmıştım.
Önemli olduğunu düşündüğüm birkaç noktayı burada tekrar hatırlatacağım:
1. Bir CIA organizasyonu olan İtalya'daki 'Gladio'da, Türkiye'dekinin
aksine, 'sol kesimden isimler yoktu'. Bu çok önemli farka, 'Gladio'nun varlığını
keşfeden savcılardan olan Felice Casson bizzat dikkat çekiyor...
Casson, o dönemde Cumhuriyet'te yazan Aslı Kayabal'a verdiği bir
röportajda, İtalya'daki derin devletin doğrudan CIA bağlantılı olduğuna,
mensuplarının da yalnız 'sağ ve aşırı sağ görüşlü kişiler' olduğuna işaret
ediyor ve 'Ergenekon soruşturmasında farklı siyasi görüş, ideoloji ve değişik
kültürden kişiler sorgulanıyor. Böylesi bir durum başka hiçbir Gladio
örgütlenmesinde göze çarpmadı. İtalya'daki Gladio ile karşılaştırıldığında
farklı bir görünüm söz konusu. Bu çok önemli' diyordu.
2. 'Ergenekon'a İtalya'dan bakan gözlemciler ayrıca; 'Türkiye'de olduğu
gibi hiçbir zaman Çizme'de 'özel yetkili mahkemeler' eliyle bir 'gladio yargılaması'
olmadığına dikkat çekiyor; özel gladio mahkemeleri kurulmadı' diyor; İtalya'da
yargının 'bağımsız' olmasına karşın, Türkiye'de yargının tam bağımsız olmadığına
özellikle vurgu yapıyorlardı. 'Yargı eliyle' demokratikleşme hedefine
varılamayacağını; basın-ifade özgürlükleri ve toplantı özgürlükleri vs,
diğer tüm demokrasi göstergeleri gerisin geriye giderken 'yargı yoluyla'
bir ülkeye demokrasi açılımı getirilemeyeceğini, dünyada bunun bir örneğinin
görülmediğini söylüyorlardı...
Bu konularda uzun ve ayrıntılı bilgi almak isteyenler, 21 Nisan-2
Mayıs 2009 tarihlerinde yayımlanmış olan eski yazılarıma bakabilir. Burada
yerim bittiği için sözü daha fazla uzatmayacağım ama elmalarla armutları
böyle ısrarla karıştırmayalım lütfen. Ergenekon'un 'meşruiyet' dayanağını,
karşılığı olmayan yerlerde ve örneklerde aramayalım.
* * *
Evet sevgili okurlarım, 2013 Türkiye'sinde hapiste olmayan, işini
kaybetmeyen, yazmaya devam eden medya mensuplarının hali pür melali de
işte bu!
|