3 Aralık 2012
Başbakan Erdoğan'ın Yanlış Dış Politikasının Şifreleri: Tarih Yaklaşımı
AKP'nin on yıllık iktidarında el attığı her konuda radikal değişiklikler yaptığı ve ülkenin rejimini gittikçe demokrasiden uzaklaştırdığı artık iyice görünür hale geldi...
İşin ilginç yanı bu gerçeğin geniş kitlelere "din, iman, ezan, Kuran. türban" gibi dine dayalı simge sözcüklerle süslenen bir "İleri Demokrasi" söylemi ile benimsetilmek istenmesi.
Elbette demokrasiden bu geriye gidişin bir de dış politika ayağı var.
AKP sadece ülkeyi değil, dış politikayı da ideolojik bir mercekten görüyor ve öyle düzenlemek istiyor.
Sonuç olarak "Komşularla sıfır sorun" politikasından "Bütün komşularla azami sorun" gerçeğine varıldı.
Bu politikanın da mimarı hiç kuşkusuz, partisini tek adam olarak yöneten
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu sadece onun onayladığı çizgide bir
politikayı uyguluyor.
İlginç olan nokta, hem içeriye hem de dışarıya ideolojik gözlükle bakan
Erdoğan'ın, aynı söylemi, heykellerden televizyon dizilerine kadar
sanata da "ayar vermek" için kullanması ve "Muhteşem Yüzyıl" dizisine yönelttiği
eleştirilerde ortaya çıkan siyasal ve hukuki sorunlar...
Bu tavrı, Başbakan'ın hem ideolojik yaklaşımını hem de otoriter tutumunu
yansıtıyor; ikisi birlikte, Türkiye'yi otokratik, totaliter bir rejimini
açmazlarına sürüklüyor...
Meclis komisyonuna verilen yeni "Başkanlık önerisi" Erdoğan'ın
kafasındaki yönetim biçimini açıkça ortaya koyuyor:
Demokrasiden başka her şeye benzeyen bir tek adam rejimi...
Ortadoğu'daki ılımlı İslam bağlamında ABD desteğiyle geliştirilen,
bir nevi "sandıktan çıkan diktatörlük"...
Gazetedeki sütunumu izleyen okurlarım, bu ABD-Müslüman Kardeşler ittifakına
dayalı Ortadoğu modeli "sandıktan çıkma diktatörlük" üzerine yazdıklarımı
anımsayacaklardır, yarın da gazetede bu konuya devam edeceğim.
* * *
Başbakan Erdoğan'ın zihinsel haritası iç ve dış politikada zaman
içinde yaptığı çeşitli konuşmalarda iyice belirginleşti.
Son yılların en ciddi, en titiz ve en nesnel yazarlarından biri olarak
temayüz eden Sedat Ergin, geçen günlerde Başbakan'ın Muhteşem Yüzyıl
dizisine gösterdiği tepkiden hareketle, dış politikaya kadar uzanan bu zihinsel
haritanın yapısını çözümleyen çok güzel iki makale yazdı.
Önce bunları (kendisinin izniyle) tam metin olarak alıntılıyorum:
Birinci makale, 30 Kasım 2012.
Muhteşem Yüzyıl dizisine neden kızıyor?
2012 Türkiye'sinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı izlemek, artık tarihle
birlikte yaşamak demektir.
Son dönemde Selçuklu ve Osmanlı mirasının Başbakan Erdoğan'ın siyasi
söyleminde eskiye kıyasla daha geniş bir yer tutmaya başladığını, bugün
attığı adımların çoğunun içinden tarihi bir referansın ya da izdüşümünün
karşımıza çıktığını görüyoruz.
Başbakan, örneğin Taksim Meydanı'na kışla inşa edilmesi talimatını verdiğinde,
bunun gerekçesini, "Taksim'de tarihi yeniden ayağa kaldırıyoruz" diye açıklıyor.
Bu girişten sonra, tarih olgusunun Erdoğan'ın ruh ikliminde, bilinçaltında,
düşünce dünyasında ve bunların yansımalarını taşıyacak şekilde izlediği iç ve
dış siyasetlerde nasıl bir yer tuttuğunu anlamaya çalışalım.
TARİHE KUSURSUZLUK ATFETMEK
EN baştan vurgulayalım, Erdoğan'ın tarihe bakışında zaman boyutu itibarıyla
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin belirleyicilik taşıdığını, Cumhuriyet'i ise
"Devlet-i Aliye'yi Osmaniye'nin bakiyesi" olarak niteleme kalıbının artan
ölçüde ön plana çıktığını söyleyebiliriz.
Başbakan, bütün açıklamalarında, "sahiplendiği" tarih döneminin miladı
olarak Selçuklu Hükümdarı Alparslan'ın Bizans'ı yendiği 1071'deki Malazgirt
zaferini alıyor.
Erdoğan, Malazgirt'ten başlayan, Melik Şah ve Kılıçarslan üzerinden Osman
Gazi'ye ve Osmanlı'ya uzanan bu tarih dönemine mutlak bir kusursuzluk atfediyor.
Neredeyse bin yıla yayılan bu dönem, onun açıklamalarında eleştiri dışı bir
alan. Tarih, her seferinde, zaferleriyle, bütün ihtişamıyla yalnızca olumlu
çağrışımlarla anılan bir gurur ve övünme konusu olarak beliriyor.
Tarih, onun gözünde, bugün karşılaştığımız modern çağa ait sorunların pek
çoğunun yanıtlarını, çarelerini içinde taşıyan bir yol gösterici olarak da
beliriyor.
"Osmanlı ve Selçuklu tarihini öğrenme zahmetine girerseniz orada bugünün
en modern haklarını bulursunuz" (15/6/2012) ya da "Selçuklu ve Osmanlı, bugünün
evrensel değer ve ilkelerini en güçlü şekilde savunmuş, pratiğe dökmüş, yaşamış
ve yaşatmış devletlerdi" (23/7/2012) gibi sözleri bu doğrultudaki sayısız
açıklamalarından yalnızca ikisidir.
BUGÜNÜN ÇÖZÜMLERİ TARİHTE
BURADA dikkat çeken bir nokta, 9 yüzyıl öncesinin özgürlük anlayışlarının
bugünün modern çağa ait hak ve özgürlük kavramlarıyla eşdeğer tutulmasıdır.
Her halükârda, bugünün çözümlerini, mükemmellik taşıyan geçmişin "başarı
hikâyeleri"nde arama çabası çok baskındır Başbakan'da: "Başka ülkelere, başka
tecrübelere bakmamıza gerek yok. Biz, bize yeteriz. Bizim örneklerimiz içimizde.
Ne kadar özümüze dönersek, aslımıza yönelirsek, mevcut sorunlarımızı o kadar
kolay çözeriz, çözüyoruz..." (15/6/2012) Aynı tema iki hafta önce Kahire gezisinde
de tekrarlandı.
Bütün bunlar dikkate alındığında, Başbakan'ın bir numaralı kurucusu olduğu
AK Parti'nin "ilham kaynağı" olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Osman
Gazi'yi de görmesi şaşırtıcı değildir. Erdoğan, sonuçta partisinin misyonunu
da "Osmanlı cihan devletinin ruhunun, misyonunun taşıyıcısı olmak" şeklinde
tanımlıyor.
KANUNİ İLE ÖZDEŞLEŞMEK
OSMANLI tarihi, Erdoğan'ın bakışında o ölçüde belirleyicidir ki, "AK Parti'nin
bugün merkez sağ ve soldan yeni katılımlara kapıyı açık tuttuğunu" belirtirken
bile "Osman Gazi'nin Anadolu'da beylikleri toplayarak güçlenmesi" benzetmesine
başvurmaktadır. Bir kez daha bugünkü siyasetini tarihi bir referansla
anlamlandırıyor Başbakan Erdoğan.
Burada kendisini de bir şekilde Osman Gazi geleneğinin 2012'deki devamı olarak
gördüğü aşikâr AK Parti Lideri'nin. Zaten pek çok vesileyle siyasi yolculuğunu
anlatırken, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman'a
da atıf yapması, iç dünyasında onlarla açık bir özdeşleşme, paralellik kurma
halinin de söz konusu olduğunu gösteriyor.
Başbakan'ın "Muhteşem Yüzyıl" dizisine neden bu kadar çok kızdığı sorusuna
yanıt ararken, galiba bu arka plana da bakmamız gerekiyor.
İkinci makale, 1 Aralık 2012.
ERDOĞAN VE TARİH (2) Dış politikada ecdadı sahiplenme doktrini
SELÇUKLU-Osmanlı geleneğinin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dünyaya
bakışında, bugünün sorunlarının çözüm anahtarlarını da taşıyan kutsal bir miras
olduğunu dünkü yazımızda vurgulamıştık.
Maziye atfettiği kusursuzluk o dereceye varıyor ki, bugün karşılaşılan bazı
temel sorunların bir nedenini Osmanlı medeniyetinden uzaklaşılmış olunmasında
görebiliyor Başbakan Erdoğan.
Bu bakışının en çarpıcı ifadelerinden biri, "Osmanlı medeniyetinde
farklılıklar zenginliktir. Ama Osmanlı'dan sonra bir zaafa uğradık ve
neticesinde diğerleri, ötekiler, biz, onlar gibi bu tür yaklaşım tarzları
bizi birbirimize bağlayan kardeşlik özelliklerinde bir zafiyet meydana
getirdi. Şimdi bunu aşmamız gerekiyor" şeklindeki sözleridir. (3/7/2009)
Kuşkusuz, bu sözleri Cumhuriyet döneminin ulus-devlet modelinin getirdiği
tektipleştirici anlayışlara dönük kuvvetli bir eleştiriyi de içinde barındırıyor.
DÜNYA İÇİN TÜRKİYE FIRSATI
Osmanlı İmparatorluğu'nun Erdoğan'ın dünya görüşüne ve siyaset pratiklerine
en çok tuğrasını vurduğu alanlardan biri dış politikadır. Erdoğan, bugün
sıkça "Neo-Osmanlıcı" çizgide olmakla eleştirilen dış politikasını yine
önemli ölçüde tarihi referanslar üzerinden tanımlıyor.
Başbakan, bugün eski Osmanlı coğrafyası içinde yer alan ya da bu sınırların dışında kalsa bile Osmanlı'nın ulaştığı, temas kurduğu, izlerini bıraktığı her bölgeyle ilgilenmeyi, hatta müdahil olmayı meşru gören bir dış politika doktrini üzerinden hareket ediyor.
Geçenlerde Kütahya'da "Muhteşem Yüzyıl" dizisine itirazı sırasında seslendirdiği "Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz" görüşü, aslında Erdoğan'ın dış politika açıklamalarında son zamanlarda en sık tekrarladığı düsturlardan biridir.
"Suriye karşısında neden yüksek sesli bir politika izlediği" konusundaki eleştirilere karşılık verirken ifade ettiği şu görüşler, Başbakan'ın bu bakışının en yalın anlatımıdır:
"Bu sorunun cevabı basit. Çünkü biz Devlet-i Aliyeyi Osmaniye'nin bakiyesi üzerinde kurulmuş bir ülkeyiz. Biz Selçuklu'nun ve Osmanlı'nın torunlarıyız." (14/7/2012)
Erdoğan, bu noktada tarihinin Türkiye'ye (ve dolayısıyla kendisine) "bir misyon yüklediği" kanaatindedir. Bunu "Dünya için Türkiye fırsatı" olarak nitelendiriyor Başbakan, büyük bir özgüvenle. (23/7/2012)
TARİHE BAKIŞTA SEÇİCİ ALGI
Altı çizilmesi gereken bir başka olgu, Erdoğan'ın tarihe bakışının sıkça
içte başvurduğu çatışmacı üsluba paralel bir düzlemde gitmesidir. Düşman
kalelerini ele geçiren, büyük meydan savaşlarını kazanan, yeni coğrafyalara
açılan fütuhat anlayışının onun zihin dünyasında çok değerli bir yer tuttuğu
söylenebilir.
En çok sahiplendiği padişahların Osmanlı'nın yükseliş döneminin büyük fetihlere
imza atan Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman gibi
hükümdarlar olması bu açıdan şaşırtıcı değildir. Keza en çok atıf yaptığı
Selçuklu sultanının da Malazgirt zaferini kazanarak Türk boylarına batıya
doğru Anadolu'nun kapılarını açan Alparslan olması gibi...
Siyasi yolculuğunun Çankaya Köşkü'ne doğru yeni bir dönemine yöneldiği
AK Parti'nin dördüncü kongresinde kürsüden delegelere ve Türk kamuoyuna,
Alparslan'ın 1071'de Malazgirt Savaşı'ndan önce askerlerine yaptığı hitabı
tekrarlayarak seslenmesi de bu bakışın izlerini taşıyor.
Son tahlilde Erdoğan'ın Osmanlı'ya bakışında seçici bir tarih algısının
belirleyici olduğunu teslim etmeliyiz.
Her vesileyle kutsanan Osmanlı'nın nasıl olup da duraklama ve çöküş dönemlerine
savrulduğuna ilişkin meseleler bu tarih bakışında yer almıyor. Başbakan'ın
ecdadımıza atfettiği dokunulmazlık, belli ki bu gibi soruların tartışılmasına
engeldir. Osmanlı tarihi, daha çok kahramanlık sayfaları ve özlemle
hatırlanmalıdır.
* * *
Sevgili okurlarım işte "İleri Demokrasi" sloganı ile Türkiye'ye dayatılmak istenen rejim, böyle bir zihinsel haritanın ürünüdür.
Sedat Ergin'in bir akademisyen yetkinliği ve titizliğiyle yaptığı
saptamalar, AKP'nin baskısı altında bunalan bugünkü medyada yankı bulmasa da,
gelecek kuşaklardaki araştırmacılar için bir hazine niteliğindedir!
|