26 Kasım 2012
Dış Politikada "Kazan, Kazan"dan, "Kaybet, Kaybet"e; İç Politikada "DBM Cephe"!
Türkiye dış politikada iyice duvara tosladı.
İç politikada ise işler iyice çıkmazda; "ileri Demokrasi" hem
Türkiye'yi terörle bölünmenin eşiğine, hem laik demokrasiden geriye,
diktatörlüğe, hem de dışa bağımlı hale getirdi; üstelik cezaevleri de
ağzı ağzına, tartışmalı biçimdeki yargılamaların sanıklarıyla dolu.
Bu iç ve dış durumu saptayan dört yazıdan bazı alıntılar yapmak istiyorum.
İlk üçü dış politika, son bir tanesi iç politika konusunda.
* * *
Birinci makale Sedat Ergin'in, 23 Kasım 2012 tarihinde yazdığı.
Bundan aldığım bölümler şöyle:
ERDOĞAN VE DIŞ POLİTİKA (2) İslam referansları kuvvetleniyor
MÜSLÜMANLARIN muharebe alanında üstünlüğü ele geçirmiş olmalarına karşılık,
dağda mevzilenmiş okçuların erken zafer heyecanıyla mevzilerini terk etmeleri,
savaşın dengesinin birden Mekkeli Ebu Süfyan'ın ordusuna kaymasına yol açar
Uhud Savaşı'nda.
Bu savaşın ardından inen Kuran-ı Kerim'in Al-i İmran Suresi'nin 139'uncu
ayeti, "Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler
iseniz üstün olan sizlersiniz" mesajını taşır.
Diyanet'in tefsirine göre, "Bu ayet Müslümanları teselli etmeyi amaçlar.
Yenmenin de yenilmenin de Allah'ın değişmez kanunu olduğunu, dolayısıyla
Uhud Savaşı'nda uğradıkları yenilgiden dolayı ümitsizliğe kapılmamaları
gerektiğini, güçlü bir imana sahip olmanın verdiği azim ve kararlılık
sayesinde nice zaferlere ulaşmanın mümkün olacağını" anlatır.
CUMARTESİ/KAHİRE ÜNİVERSİTESİ
Erdoğan, Al-i İmran Suresi'nin 139. ayetini önce Arapça okuyup ardından
mealini Türkçe aktardıktan sonra şöyle diyor:
"Evet Mısır'da, Türkiye'de tüm bu coğrafyada işte bu temel ilkeyi her an
hissetmek, her an yüreğimizde zihnimizde, taşımak ve hatırlamak durumundayız.
Esasen sizler Tahrir Meydanı'nda tam da işte bunu söylediniz... Evet siz
başınızı dik tutacaksınız. Filistinli başını öne eğmedi, eğmeyecek. Lübnanlı
başını öne eğmedi, eğmeyecek. Iraklı, Afganistanlı, Suriyeli kardeşim başını
öne eğmedi, eğmeyecek...
...Bu bölümü salondaki topluluğun hep bir ağızdan tekbir sesleriyle kesilen
konuşmasında, İslam dünyasının bugün karşısında duran sorunları aşabileceğini
vurgularken, Kuran'ın diliyle, mesajıyla sesleniyor kitlelere Erdoğan.
Bu, "İnanıyoruz, öyleyse üstünüz" mesajıdır.
PAZARTESİ/İSTANBUL HİLTON OTELİ
...Konuşmanın tam bu noktasında Erdoğan birden Türkçeden Arapçaya geçiyor
ve bu kez Kuran'dan, Mekke'nin fethedileceği mesajını getiren Fetih Suresi'nin
"Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin" mealindeki 3'üncü ayetini okuyor.
Erdoğan, ardından yine Türkçe'ye dönünce "Biz bu yardımın bizimle beraber
olduğuna inananlardanız ve bu yardımın yakın olduğunu da biliyoruz. Özellikle
bu dayanışmanız çok önemli" diye devam ediyor.
Her iki konuşmada da Allah'a olan inancın eninde sonunda Müslümanları
zafere taşıyacağı vurgusu ön planda.
Aynı mesajla bir gün sonra Başbakan'ın AK Parti grubuna hitabında,
"Biz bir şeye inanıyoruz, Hakk'a ve halkımıza güveniyoruz. Bir şeyi yaparken
bir diğerini de ihmal etmiyoruz. Hakk'ın yardımının da yakın olduğunu
biliyoruz" şeklindeki sözlerinde de karşılaşıyoruz.
Kuşkusuz bu mesajlar değerlendirilirken, aktarıldıkları ortam ve hedef
kitleleri de dikkate alınmalı. Ancak yine de bu ifadeler, Erdoğan'ın inanç
dünyasını olduğu gibi yansıtıyor.
* * *
İkinci yazı Cengiz Çandar'dan 23 Kasım 2012'de.
Bundan bazı bölümler de şöyle:
Gazze ateşkesi: "Parlayan" Mısır, "sönük" Türkiye...
...Ortadoğu ve Filistin sorunlarının tarihçesine bakıldığında,
"ateşkes"in bundan sonra "ateşkes" gerektirecek yeni ve kapsamlı bir
çatışmaya kadar, "silahların teneffüse çıkartılması" anlamına geldiğini
ifade edebiliriz.
Bu gibi durumlarda, "askeri olarak kazanan" bakmanın bir manası olmadığı
için, "siyasi kazanan"a bakılır.
Gazze ateşkesinin "siyasi galibi", tartışmasız, Mısır ve Müslüman Kardeşler
mensubu Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi olmuştur.
Peki, Türkiye? Türkiye'nin bu "ateşkes"te belirleyici bir rolü olmamış mıdır?
Hayır, olmamıştır.
Başbakan, önceki gün "diplomatik kanalların işlediğini" ve "Ak Parti Genel
BaşkanYardımcısı Ömer Çelik ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı Kahire'de
bıraktığını" söyleyerek, Türkiye'nin sanki çok önemli bir rol oynamakta olduğu
gibi bir imaj vermiştir.
Ama, dünya basınında ateşkesin nasıl sağlandığının perde arkası kronolojisine
ilişkin, gün gün, saat saat, dakika dakika çarşaf gibi haberler yer alırken,
içlerinde Türkiye, Erdoğan, Davutoğlu, Çelik, Fidan gibi sözcüklere hiç
rastlanmıyor...
...Obama, Mursi'yle 3'ü son 24 saat içinde olmak üzere, son günlerde tam
6 kez görüşmüş. Peki, ABD'nin bölgedeki en yakın müttefiki sayılması gereken
ve Obama'nın yıl içinde en çok görüştüğü devlet adamına (Tayyip Erdoğan) sahip
olmakla övünen Türkiye'nin Gazze'deki kan banyosunu durdurmak için böyle bir
çalışması oldu mu?
Olamazdı. Tayyip Erdoğan, Kahire'den Obama ile bir kez telefonla görüştü;
ertesi gün Obama'ya en ağır sözcüklerle öyle bir yüklendi ki, taraflara
konuşacak, dolayısıyla da Türkiye'ye oynayacak bir rol kalmadı...
...Mısır öne çıktı da, Türkiye, Türk televizyonlarından başka nerede görüldü?
Gören olduysa haber versin...
* * *
Üçüncü yazıyı 23 Kasım'da Ahmet Hakan yazdı ve dış politikada
vardığımız yerin adını da koydu.
Bundan bazı bölümler:
'Kazan kazan'dan 'kaybet kaybet'e
GAZZE ateşkesi nasıl sağlandı?
Şöyle sağlandı:
- Mısır Cumhurbaşkanı Mursi kilit rol oynadı.
- Obama 24 saat içinde üç kez Mursi ile konuştu.
- HAMAS da ateşkes için Mısır'la masaya oturdu.
- Arap basınında "Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerini koparmasının
zararları" konulu makaleler yayınlandı.
Yani Türkiye açısından durum şudur:
- Ne Obama'ya yaranıldı.
- Ne HAMAS'a yaranıldı.
- Ne Araplara yaranıldı.
- Ne İsrail'e yaranıldı.
Kısacası...
Hedef "oyun kurucu" olmaktı, "yardımcı aktörlük" bile nasip olamadı.
AK Parti'nin Türkiye gündemine soktuğu bir kavram olan "kazan/kazan",
yerini sanırım "kaybet/kaybet"e bırakmış durumda.
* * *
Dördüncü yazı Türkiye'nin içteki durumu hakkında.
Ege Cansen 24 Kasım 2012'de yazdı; bazsı bölümleri şöyle:
Devrim, evrim demokrasi ve darbe
...Atatürk devrimleri üç sütun üzerine oturur. Bunlar: lâiklik, ulusal
birlik ve tam bağımsızlıktır.
Haliyle, laiklik karşıtı dinciler, ulusal birlik karşıtı bölücüler ve
tam bağımsızlık karşıtı mandacılar Atatürk devrimlerine karşıdır.
Dinciden kastım "Referansım İslam'dır" diyenler, bölücüden kastım
"Bağımsız Kürdistan" davasını güdenlerdir.
Mandacılar ise genel anlamda Türk ve laik olup, Türkiye'de yaşayan, ama
kendini "Fransız" sanan ve "Ecnebileşmiş Türklerdir". Bir süredir bu üç kesim,
birbirlerinden çok hazzetmeler de "Atatürk karşıtlığı ortak paydasında"
buluşarak siyasete ve toplum hayatına tam anlamıyla egemen olmuştur.
Bu koalisyon, medyanın yüzde doksanını ele geçirmiştir.
Bu mutat zevatı TV'lerden her akşam izleyebilirsiniz.
"CUMHURİYET" VE "DEMOKRASİ"
DBM (Dinci-Bölücü-Mandacı) Cephenin, Atatürk karşıtlığında kullandığı ana
tema demokratikleşmedir.
DBM Cephesine göre birinci "Cumhuriyet" yani "laikçi-ulusal birlikçi-tam
bağımsızlıkçı" hareket, demokrat değildir. Bu sebeple ortadan kaldırılmalıdır.
Yerine "Demokratik İkinci Cumhuriyet" kurulmalıdır. Özetle, "dinci-bölücü-mandacı"
siyaset Türkiye'de egemen olmalıdır. Zaten ABD ve Avrupa Birliği de bunu
istemektedir. Onlar istediğine göre bu "son tablo" er geç oluşacaktır. Acaba?
DEMOKRASİYİ KİM KURDU
DBM cephesinin sahiplendiği Türk demokrasisi, bir ihtilal ile
kurulmamıştır. Tam aksine demokrasiye karşıdır denilen devrimci Cumhuriyet,
bunu bir evrimle kurmuştur...
* * *
Sevgili okurlarım, bugün AKP iktidarının Türkiye'yi getirdiği noktayı
kendi düşüncelerimle değil, biri iktidara destek veren üçü ise genellikle
tarafsız oldukları, daha doğrusu demokrasiden ve insan haklarından yana
oldukları kabul edilen yazarlar yoluyla aktarmayı seçtim.
Kasım 2012'de, iktidardaki onuncu yılını tamamlayan AKP'nin Türkiye'yi
getirdiği nokta işte böyle...
Fazla söze gerek yok herhalde!
|