Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

12 Mart 2012

Umutsuzlukların En Kötüsü Aydınların Umutsuzluğudur.

Bugün 12 Mart.

1971 askeri darbesinin üzerinde tam 41 yıl geçmiş!

* * *

Sevgili okurlarım, bireylerin de toplumların da en büyük düşmanı umutsuzluktur.

Umutsuzluk, bir insanın, bir toplumun yaşama güdüsünü yok eder.

Evet, bireyler de toplumlar da zaman zaman olayların yükü altında ezilir...

Çıkış yolu göremez...

Ve bazen umutsuzluğa kapılabilir.

Bu son derece insani bir durumdur.

Ama kendini kapıp koyuvermek...

Umutsuzluğun derinliklerinde boğulmak...

Karanlık duygu ve düşünceler içinde yok olup gitmek:

İşte o, ne insana ne de insanlığa yakışır...

Hele aydınlara, asla!

* * *

Türkiye karanlık bir süreç içinde gittikçe demokrasiden uzaklaşıyor...

Üstelik bu süreç, sonu görülen askeri dikta dönemleri gibi bir süreç de değil...

Sonu açık, ne zaman biteceği belli değil...

Bu nedenle de umutsuzluğa kapılanların sayısı her geçen gün artıyor.

Doğaldır...

İnsanlar karamsarlığa kapılabilir...

Ama özellikle çağına ve toplumuna eleştirel gözle bakma zorunda olan aydınların umutsuzluğa kapılmalarını kabul etmek olanaklı değil:

Çünkü bizatihi aydınların varlığı bile her toplum için bir umut kapısıdır...

Aydınlığa, bilime, insana, demokrasiye, hukuka, insan haklarına, özgürlüklere yönelen aydınlar varlıklarıyla bir topluma umut verir, ışık tutarlar!

* * *

Umutsuzluğa kapılan ve yanlış yola sapan aydınlara en güzel örnek dönekler değildir...

Çünkü onlar zaten güce tapan ve bu nedenle de hiçbir zaman gerçek aydın olamayan şaklabanlardır.

Umutsuzluğa kapılan ve yanlış yola sapan aydınlara en güzel örnek Stefan Zweig'tır.

Nazi diktatörlüğünün bir çılgınlık dalgası halinde tüm insanlığı tehdit ettiği 1942 yılında, sığındığı Brezilya'da eşiyle birlikte intihar etmiştir:

Nazilerin yenilgisinden ve dünyanın bu beladan kurtulmasından sadece üç yıl önce!

Stefan Zweig, 1881'de Viyana'da doğdu, 23 Şubat 1942'de, Rio de Janerio, Brezilya'da intihar etti.

Wikipedi'deki bilgilere göre zengin bir ailenin çocuğuydu. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca biliyordu.

Viyana ve Berlin üniversitelerinde felsefe öğrenimi gördü. İlk şiirlerini lisedeyken, Hugo von Hofmannsthal'ın ve Rainer Maria Rilke'nin eserlerinin etkisiyle yazdı.

Paul Verlaine ve Baudelaire'in şiirlerini Almancaya çevirdi.

1907-1909 yılları arasında Seylan, Gwaliar, Kalküta, Benores, Rangun ve Kuzey Hindistan'ı gezdi, bunu, 1911'deki New York, Kanada, Panama, Küba ve Porto Riko'yu kapsayan Amerika yolculuğu izledi. 1914 yılında Belçika'ya Émile Verhaeren'in yanına gitti.

I. Dünya Savaşı'nda (1914-1917) gönüllü olarak Viyana'da savaş karargâhında Savaş Arşivi'nde memur olarak çalıştı.

Savaştan sonra Avusturya'ya dönerek Salzburg'a yerleşti. 1920 yılında, Frederike Von Winternit ile evlendi.

Salzburg'da yaklaşık 20 yıl yaşadı.

Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurdu, onları sık sık Salzburg'da konuk etti. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hugo von Hoffmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Valery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini ve Richard Strauss, Zweig'in konuğu oldu.

Salzburg'da geçen yıllarında Zweig, Avrupa'nın düşünsel birliği için ağırlığını koydu; makaleleriyle ve konferanslarıyla aşırılıklara karşı uyarılarda bulundu; diplomatik çevrelere, akıl ve sabır çağrısı yaptı.

1927'de Münih'te "Duygu Karmaşası", "Yıldızın Parladığı Anlar" ve "Tarihsel Baş Minyatür" adlı kitapları yayımlandı, yine 20 Şubat 1927 tarihinde "Rilke'ye Veda" başlıklı konuşmasını yaptı. 1928'de Leo Tolstoy'un 100. Doğum Yıldönümü Kutlamaları'na katılmak üzere, Sovyetler Birliği'ne gitti.

1933'de, Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig'ın eserleri de yer alıyordu.

1934'te Gestapo'nun villasını basıp, silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve İngiltere'ye, Londra'ya yerleşti. Ancak, kendini burada da rahat hissetmedi.

1937'de ilk karısı Frederike'den ayrıldı ve bir yıl sonra Portekiz'e yanında Lotte Altman adında bir kadınla gitti. O sıralarda Avusturya, Alman Reich'ına katılmış ve Zweig da İngiliz vatandaşlığına geçmek için müracaat etmişti.

1939'da "Kalbin Sabırsızlığı" adlı romanı yayımlandı ve Zweig da, Lotte Altman ile evlendi. 1940'ta İngiliz tabiiyetine geçti, II. Dünya Savaşı sırasında New York'a, Arjantin'e, Paraguay'a ve Brezilya'ya gitti.

Konferanslar için gittiği Brezilya'ya yerleşmeye karar verdi. Orada ünlü "Bir Satranç Öyküsü"nü kaleme aldı.

1941'de Montaigne üzerine çalışmaya başladı ve "Dünün Dünyası-Avrupa Anıları" adlı otobiyografisini kaleme aldı. "Dünün Dünyası" kitabı, 1900'lerin başında gençliğini yaşamış bir yazarın, dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını fark ettiğinde eski günlere düzdüğü bir övgüdür.

Avrupa'nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942'de Rio de Janerio'da, karısı Lotte ile birlikte intihar etti.

Buna, Hitler'in dünya düzenini kalıcı sanmasının verdiği karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha var olmayacağı düşüncesi neden oldu denir.

Üretken bir yazar olan Zweig, birçok konuda denemeler yaptı. Lirik şiirler yazdı, trajedi ve dram türünde sahne eserleri denedi, özellikle biyografi alanında önemli eserler ortaya koydu. Freud ve psikolojiye olan ilgisi onu bu alana yöneltti. Biyografi alanındaki çalışmaları, dönemin birçok ünlü kişisinin hayatlarını gözler önüne serdi. Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski; Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche; Romain Rolland; Marie Antoinette; Magellan, Stendhal, Erasmus, Fouche eserleri bu biyografilerden birkaçıdır.

* * *

Eserlerinin hemen hemen tamamı Türkçe'ye çevrilmiştir.

Son günlerde Montaigne üzerine yazdığı kitabın Ahmet Cemal'in nefis Türkçesiyle yayınlanması üzerine yeniden gündeme gelmiştir.

Ben Amok'u ve Bir Satranç Ustası'nı (Usta İşi adıyla galiba) ortaokul yıllarında okumuş ve çok ama çok etkilenmiştim.

Sonra Siyasal Bilgilerde öğrenciyken her iki öyküyü de yeniden okudum ve yeniden çok etkilendim.

Daha sonra da tekrar tekrar okudum Zweig'ı:

Avrupa'yı tanımak, tarihi bilmek, insanları anlamak için.

Zweig insan ruhunun derin labirentlerinde dolaşan müthiş bir yazar.

* * *

Böyle bir aydının umutsuzluğa kapılarak intihar etmesi beni çok sarsmıştır.

Son Montaigne çalışmasının çevirisinin arka kapağında şöyle yazıyor:

Stefan Zweig, "En gönüllü ölüm, ölümlerin en güzelidir," diyen Montaigne'de kendini bulmuştur. Büyük Avrupa'yı geri dönüşü olmayacak şekilde sonlandıran İkinci Dünya Savaşı yıllarında, yaşamın ve yaşamanın insanın kendi iradesine bağlı olmaktan çıktığını fark eden son büyük Avrupalıdır Zweig."

Öyle anlaşılıyor ki, sadece Nazi egemenliği değil, yaşadığı dünyanın yıkılışı da Zweig'ı umutsuzluğa itmiştir.

Evet, yıkıcı da olsa, yapıcı da olsa, "değişim" çağımızın gerçeği...

Değişimin "yapıcısı" umut, "yıkıcısı" ise umutsuzluk doğuruyor.

Zweig bu "yıkımın" olumsuz etkisinden ve Nazi'lerin gücünden çok etkilenmiş...

Belki Montaigne'den de.

Ama isyanın son aşamasını simgelese de, intiharını kabul edemiyorum...

Önümüzdeki günlerde, Cumhuriyet'teki köşemde bu konuyu yine ele alacağım.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 15 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional