Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

7 Kasım 2011

YÖK'ün Otuzuncu Yılında Kuruluş Öyküsünün Devamı.

3 Kasım tarihinde Cumhuriyet'te Üniversite Hocaları Kahraman Olmak Zorunda Değildir başlıklı bir yazı yazmış ve YÖK'ün kuruluş öyküsünden bir enstantane aktarıp, "Bu serüvenin ayrıntılarını ve gerisini Pazartesi günü internet sitemde anlatacağım." demiştim.

O yazıyı okumadıysanız, önce, sitemin "Aydınlanma" bölümüne gidip onu okumanızı öneririm; çünkü bu yazı onun devamı olacak.

* * *

Aslında Prof. İhsan Doğramacı'nın bütün yüksek öğrenimi bir çatı altında toplayıp denetleme arzusu 12 Eylül 1980 darbesinden de önce vardı:

12 Mart 1971 darbesinden önce bize "Ordu içinde iki ayrı grup var darbe yapmak isteyen; ben ikisiyle de temastayım" demişti.

Nitekim, 12 Mart darbesinden sonra, askerlerle ittifak etmek için, "ortak düşman" yaratma çabası içinde, bir kokteylde zamanın Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'a "Bugün Emre Kongar'ın bölümünden gelip bana Kürtçülük propagandası yaptılar" diye hiç ilgimiz olmadığı halde Sosyal Çalışma Bölümünü ve beni Kürtçülükle itham ederek, dert yanmıştı.

Bana bu olayı haber veren, hemen kokteylden sonra gece yarısı evime telefon eden, zamanın Anayasa Mahkemesi Başkanı oldu.

Oğlu o sırada öğrencim olan Başkanla çeşitli toplantılardan tanışıyorduk.

Telefonda son derece telaşlı bir biçimde kendimi korumam gerektiğini söyledi.

Pek doğal olarak yapabileceğim herhangi bir şey yoktu...

Zaten bütün hayatım boyunca kulislerden kaçınmış ve bu tür yöntemleri doğru bulmayan biriydim.

* * *

Her ne kadar Doğramacı askerlere yakınlaşmak için oynadığı "ortak düşman" yaratmak oyununa beni dahil ederek Hacettepe'den ayırdıysa da, Erim Hükümeti'ndeki Başbakan Yardımcısı Atilla Karaosmanoğlu, Milli Eğitim Bakanı Şinasi Orel ve arkadaşları ona yüz vermediler ve o zamanki üniversiteleri denetim altına almak projesi akim kaldı.

1973 seçimlerini Ecevit'in kazanması sonunda bana da yeniden Hacettepe'nin yolu açıldı; Doğramacı'nın bir sabah saat 6 dolayındaki telefonuyla yaptığı davet sonunda üniversiteme geri döndüm.

12 Eylül askeri darbesi sonrasında ne yazık ki Doğramacı yeniden aynı oyunu sahneye koydu.

Bu kez Evren'i ikna ederek, yeni anayasadan bile önce YÖK'ü kurdu; kabul edilen 1982 Anayasası'na da onu eklemledi.

Bu arada ben kendisiyle çalışmayı reddedince, sonradan bir trafik kazasında hayatını kaybeden Prof. Gürol Ataman'ı yanına yardımcı olarak aldı.

Kendi deyimiyle artık sabah saat 9'da zil çalınca bütün üniversitelerde hangi derse girileceği, dersin nasıl okutulacağı ve hangi kitapların kullanılacağı belirlenmişti.

* * *

Askerler ülkenin içine düştüğü anarşi ortamından üniversiteleri sorumlu tutuyorlardı.

Doğramacı bundan yararlandı ve onlara üniversiteleri tam denetim altına alacak YÖK modelini kurdu...

Bize de dönüp, "Onlar üniversitelere yok edeceklerdi, ben korudum" dedi!

Başta rektörler olmak üzere bütün seçilmiş yöneticiler görevden alındı, Evren'in deyimiyle yerlerine "Milliyetçi-mukaddesatçı, vatanını seven kişiler" atandı.

Sokaktaki insanlara bile profesör unvanları dağıtıldı; sağ ideolojinin denetiminde olan eğitim enstitülerindeki hocalar doğrudan doçent ve profesör yapıldı.

O zaman tekel olan TRT'de yapılan açık oturumlardan birinde bir profesörün söylediği şu sözler hâlâ kulağımdadır:

"Harba darba karar veren böyüklerimiz üniversitelere yönetici mi atayamayacak?".

Doğramacı şiddetle üniversitelerdeki seçim mekanizmasına karşıydı...

Seçimin öğretim üyelerini siyasete bulaştıracağını ve kişisel çıkarların ön plana çıkacağını iddia ediyordu.

Oysa aynı Doğramacı, 1968 olayları sırasında benimle birlikte öğrencilerin yönetime katılması için özel bir model geliştirmişti.

Bir yandan "Üniversiteler öğretim üyeleri eliyle yönetilir" biçimindeki anayasa hükmünün, öğrencilerin katılımını sağlamak için değiştirilmesini savunuyor, öte yandan Hacettepe'de özel yönetmeliklerle konseyler kurarak, öğrencilerin ve asistanların Senato dahil bütün karar organlarında temsil edilmesini sağlayan bir modeli uygulamaya sokuyorduk.

Zaten Doğramacı ile ilk ayrılığı bu modelin kuruluşundan sonraki işleyiş ilkeleri sırasındaki tartışmalarda yaşamıştık:

Doğramcı, seçilen öğrenci ve asistan temsilcilerinin seçildikten sonra yer alacakları ortak konseylerde kendi seçmenlerini temsil edemeyeceklerini söylüyordu.

Ben de seçilen temsilciler, kendilerini seçenleri temsil edemezlerse, seçimin hiçbir anlam taşımayacağını, üstelik, seçmenlerini temsil etmeyenlerin derhal güçlerini yitireceklerini ve başka temsilcilerin veya liderlerin öne çıkacağını söylüyordum.

Ayrıca zaten öğrenci ve asistan temsilcilerinin de üniversitenin genel çıkarlarını düşünmelerinin doğal olduğunu, sadece kendi gruplarının bu konudaki görüşlerini belirteceklerini söylüyordum.

Sonunda anlaşamadık ve ben projeden, yerime Gürol Ataman'ı önererek ayrıldım.

Derken 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri olayları "öğrencilerin de temsil edildikleri üniversite yönetimi" projesinden "Ceberrut YÖK modeline" taşıdı.

Ben aynı görüşlerimi savunmakta direndim...

Bugün de aynı görüşteyim.

Öğrencilerin üniversite yönetimine katılmasını savunan Doğramacı ise, öğretim üyelerini bile dışlayan bir modelin mimarı oldu!


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 22 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional