Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

9 Ağustos 2010

Başta Fatih Altaylı Olmak üzere Tüm Medyanın Görmezden Geldiği Skandal

Olayı önce baş roldeki Fatih Altaylı'nın Habertürk'te 5 Ağustos tarihinde yazdığı yazıdan aktarayım; sonra medyanın görmezden geldiği asıl skandalı vurgulayacağım (Yazıdaki siyahlar benim).

(Bu arada hemen belirtmeliyim ki Altaylı'nın bu yazısına konu olan olayı herkes gördü, özellikle internet siteleri bu olaya bolca yer verdi; ama benim takıldığım yönüyle değil.)

Altaylı'nın yazısı şöyle:

"Bir iddia, bir araştırma ve gerçekler

Gecenin bir vakti Habertürk Televizyonu'nu izliyorum. Didem Arslan Yılmaz'ın konuğu, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik.

Çelik, bir soru üzerine sözü bizim birkaç gündür yayımladığımız "Kanaat önderlerine sorduk" yazı dizisine getiriyor.

Habertürk Gazetesi, geniş bir yelpazeden yazar, akademisyen, gazeteci, siyasetçi ve sanatçılara 12 Eylül'de yapılacak Anayasa değişikliği referandumunda 'Evet' mi, 'Hayır' mı diyeceklerini sormuştu. Ve bizce müthiş bir tarafsızlık ve özen içinde yayımlamıştı.

Ancak Hüseyin Çelik, 'Ben bu ankette hayır yanıtı verdiği yazılan kişileri aradım. Öyle dememişler. Hatta Mustafa Sandal'ı kimse aramamış' diyerek bazı isimler saydı.

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

Büyük bir özenle hazırlanan bu haber, inanılmaz bir biçimde karalanıyordu.

İlk içimden geçen, telefona sarılıp yayına bağlanmak ve 'Hayır öyle değil' demek oldu.

Ancak bunu yapmadım.

Bunun yerine hemen Yayın Koordinatörümüz Osman Gencer'i aradım. Hemen bir 'Araştırma Komisyonu' kurduk. Osman Gencer'in yanı sıra AHT Genel Müdürü Ramazan Kurnaz ve Magazin Gazetemizin Koordinatörü Kadir Kaymakçı'yı bu konuyu araştırmakla görevlendirdik.

Arkadaşlarımız hemen gazeteye gelerek bu dizi için yapılan yüzlerce görüşmenin ses kayıtlarını incelemeye başladılar.

Kayıtlar bulundu.

Adnan Şenses hiçbir şüpheye mahal vermeyecek biçimde 'Hayır' diyordu.

Behzat Uygur 'Hayırlısı olsun' diyor, kahkahayı patlatıyordu ve hayırının üzerinde şapka vardı.

Çelik'in söylediğinin aksine, Mustafa Sandal'la konuşulmuştu ancak Sandal'ın yanıtı 'Hayır' olarak da algılanabilirdi 'Evet' olarak da hatta çekimser olarak da.

Sadece Mehmet Ali Erbil'le konuşulamamıştı, Erbil yerine sorumuzun yanıtını 'Basın Danışmanı' Perim Özgeldi aracılığıyla vermişti ve 'Hayır' diyordu.

Bunun dışında bütün bu kişiler aranmıştı.

Komisyondaki arkadaşlarım bununla da yetinmediler.

İlgili kişiler bir kez daha arandı.

Görüşü yayınlanan kişilerin yayından sonra bir düzeltme yollayıp yollamadıklarına bakıldı. Böyle bir şey de yoktu. Hiçbiri, 'Biz böyle demedik' diye bir düzeltme yapmamış, sadece Behzat Uygur, Ateş Çelik arkadaşımızı arayıp 'Görüşümü yayınladın, başın göğe erdi mi' demişti.

Ancak yine de bu kez daha ihtiyatlı konuşmayı tercih ettiler.

Komisyonumuzun yaptığı çalışma dün sabah sona erince ben de Hüseyin Çelik'i aradım.

Batman'da şehit ailelerine taziye ziyareti yaparken buldum Çelik'i.

'Sayın Bakanım. Dün televizyonda sizi dinledim ve hemen bir araştırma yaptırdım. Elimizde bütün görüşmelerin bantları var. İsterseniz size ulaştırabilirim. Haberimiz satırı satırına doğrudur' dedim.

Hüseyin Bey, 'Gerek yok Fatih Bey. Belli ki, sanatçı arkadaşlarımız kimseyi kırmamak için böyle bir yol seçmişler. Ya da fikirlerini değiştirmişler. Oluyor böyle şeyler' dedi."

Değerli okurlarım, Altaylı'nın yazısı burada bitmiyor.

Şimdi bence Altaylı'nın ve bütün medyanın üzerinde durmadığı noktaya geliyoruz.

Bakın Altaylı yazısını nasıl bağlıyor:

"Gerçekten oluyor böyle şeyler. Sanatçılarımız telefonda karşılarında bir Bakan bulunca 'nezaket' göstermiş olmalılar diyerek meseleyi kapatmayı tercih ediyorum.

Belki de kabahat bizde oldu.

Böyle bir soruyu herkese sormamak lazımmış."

Altaylı'nın yazısı burada bitiyor.

Sevgili okurlarım, Fatih Altaylı deneyimli bir köşe yazarı ve bir gazete yöneticisidir.

Pek çok polemik, pek çok kalem dalaşı yapmıştır.

Şimdi de Türkiye'nin tek farklı ve bence gerçekten de kağıt ve baskı olarak en güzel, en temiz, insanın parmaklarını boyamayan, en rasyonel gazetesini başarıyla yönetmektedir.

Altaylı, referandum konusunda çok güzel bir haber hazırlatmış ve iyi de bir gazetecilik örneği vermiştir.

AKP'nin Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'in eleştirileri üzerine de kendisinden beklenen bir titizlikle konuyu araştırmış ve bulduğu sonuçları dürüstçe kamuoyu ile paylaşmıştır.

Beni şaşırtan nokta, bu olaydaki sorumluluğu, "Belki de kabahat bizde oldu. Böyle bir soruyu herkese sormamak lazımmış" diyerek, konuşulan kişilerde araması oldu.

Oysa bu olaydaki baş sorumlu AKP iktidarının Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'tir!

AKP'nin, başta medya olmak üzere toplumun tüm kesimlerine karşı nasıl bir "havuç ve sopa" politikası izlediği, nasıl bir baskı uyguladığı, herkesin gördüğü, bildiği, şikayet ettiği ve korktuğu bir olaydır.

İktidarın özellikle referandum konusuna nasıl asıldığı, nasıl elindeki bütün resmi ve özel olanakları bu kampanya için seferber ettiği çok iyi bilinmektedir.

Medyaya nasıl büyük cezalar kesildiğini, açılan davaları, ödetilen tazminatları, tutuklananları, işine son verilenleri, yayından kaldırılan programları herkes korkuyla izlemektedir.

Bu ortam içinde bir takım sanatçıların referandumda AKP iktidarının iradesine karşı bir tutum belirtmesinden sonra telefonda karşısında "Böyle mi dediniz" diye soran bir Genel Başkan Yardımcısı'nı bulduğu anda neler hissettiğini, nasıl paniklediğini tahmin etmek çok güç değildir!

Bence buradaki asıl skandal, Genel Başkan Yardımcısı'nın tek tek, "Hayır" diyeceğini belirten bireyleri bizzat arayarak iktidarın baskısını hissettirmesidir.

Bu baskının medya özgürlüğü ve bireysel temel hak ve özgürlükler açısından, demokrasi açısından ne anlama geldiğini okurlarımızın izanına ve tarihe emanet ediyorum!

Nitekim Altaylı da bu durumun bir ölçüde de olsa farkında olduğunu "Sanatçılarımız telefonda karşılarında bir Bakan bulunca 'nezaket' göstermiş olmalılar..." diyerek belli ediyor...

Ama belki de haksız bir suçlama ile karşı karşıya kalmış olmanın yarattığı psikoloji içinde, gazetenin haberini savunurken, olayın asıl vahim tarafını vurgulamıyor!

Bakanın karşısındaki tutumların "nezaketten" değil, "korkudan" kaynaklandığını herhalde herkes farketmiştir.

Hadi Altaylı'yı, gazetesini ve haberi savunma psikolojisi içine girdiği, gerçeği belirlemeye odaklandığı için, konunun bu yönünü vurgulamamasından dolayı mazur görelim...

Ya olayı suskunlukla geçiren öteki televizyonlarımıza, gazetelerimize ve internet sitelerimize ne demeli!

"Korkunun ecele faydası yoktur" atasözünü hepsine anımsatmak gerek galiba!


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 30 Eylül 2024

Valid HTML 4.01 Transitional