Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
26 Temmuz 2010
Magazin Konusunda Hıncal Uluç Mu Daha Cahil, Ben Mi?
Havalar sıcak, bunaltıcı...
Siyasal gündem, bunaltıcının da ötesinde: Çıldırtıcı.
Bu sıcak havalarda size biraz serinletici bir "Güncel" yazdım bugün...
Üstelik yargıç olmanızı da istiyorum!
Buyurun bakalım:
Magazin medyası...
Ya da televizyonlardaki diziler, oyuncular, aşklar ve benzeri konular...
Acaba bu konularda Hıncal Uluç'la bir cehalet yarışmasına
girsem kim kazanır?
Sonucu bilmiyorum, olayları anlatayım, siz değerli okurlarım karar verin:
Geçen cumartesilerden bir öğleden sonra...
Hızla Ortaköy'e, çocuklarla buluşmaya gidiyorum...
Birden arkamdan bir ses: "Hoca nereye koşuyorsun?"
Dönüp baktım, Hıncal Uluç.
Arkadaşlarıyla birlikte Ertekin'in kahvesinin önündeki masalardan
birinde oturmuş, etrafı seyrediyor.
Uzun zaman görüşmemişiz, özlemişim; acelem olmasına karşın, bir-iki dakika
için masaya iliştim.
Masada Ünal var, tanıyorum.
Bir de güzel, ufak tefek bir genç kız daha var ama onu tanımıyorum; tabii kim
olduğunu sordum.
Hıncal "Yahu nasıl tanımazsın, ünlü pop şarkıcısı Betül Demir" dedi.
Tabii, kendi alanında ünlü olduğunu anladığım genç sanatçıyı tanımadığım için çok
utandım ve kendimi bağışlatmak için "Kusura bakmayın ben televizyon dizilerini ve
magazin medyasını pek izlemiyorum onun için bir çok ünlü kişiyi tanımıyorum ve bu yüzden
de sıkıntılı durumlar yaşıyorum" dedim.
Sonra da bu konudaki cehaletimin yol açtığı beni utandıran başka bir olayı anlatarak
kendimi savunmaya devam ettim:
Bir konferans için gittiğim Kıbrıs'ta lüks bir otelde, lobide yürürken beni tanıyan
resepsiyondaki çocuklar laf attılar ve sohbete daldık.
Biraz sonra efendiden bir delikanlı yanıma yaklaşıp "Hocam müsaade ederseniz çekim
yapıyoruz" dedi.
Ben önce, bir dizi çekimi yapılıyor ve beni de kameraya almak istiyorlar sanıp,
"Yok, aman, bu öyle olmaz" diye itiraz ederken, anladım ki, beni çekmek değil,
tam tersine orada durarak çekimi engellediğim için kameranın önünden çekilmemi
istiyorlar.
Tabii derhal özür dileyerek çekildim ve beni uyaran genç arkadaşın daveti üzerine
kamera arkasına geçtim.
Derken birdenbire son derece güzel, uzun boylu genç bir kız bana doğru geldi ve
"Hoş geldiniz hocam, nasılsınız?" diyerek hatırımı sordu.
Ben de, tabii olanca nezaketimle kendisini tanımadığımı belli etmeden saygılarımı
sundum, başarılar diledim ve karşılıklı bir iki nezaket sözcüğünden sonra genç kız
kameranın önüne geçti.
Derhal yanımdaki genç arkadaşa döndüm ve bu güzel genç kızın kim olduğunu sordum.
Dizinin yönetmeni olduğunu sonradan anladığım genç arkadaş "Cansu Dere"
dedi.
Ben saf saf, "Cansu Dere kim?" diye sorularıma devam ettim.
Bundan sonrası magazin ve dizi kültürü açısından tam bir utanç vesikası benim için;
kısaca özetleyeyim:
Çekimi yapılan dizi Ezel, beni kamera arkasına davet eden kişi, dizinin
değerli genç yönetmeni Uluç Bayraktar'mış.
Fevkalade ilginç bir yaşam öyküsü ve kişiliği olan Uluç Bayraktar ile sinema
yönetmenliği, dizi yönetmenliği, kendi yaşam öyküsü üzerine son derece ilgi çekici bir
sohbetten sonra utanarak oradan ayrıldım.
Tabii derhal bütün isimleri "googleladım" ve gerekli bütün bilgileri öğrendim.
Bu arada Cansu Dere'nin, güzelliğine, zarafetine ve yeteneğine ilaveten
alçakgönüllü ve kültürlü bir kişiliğe sahip olduğunu da yaşayarak öğrenmiş oldum.
İşte Hıncal ve arkadaşlarına bu cehalet öykümü anlatarak Betül Demir'e
kendimi affettirmeye çalıştım.
Ama Hıncal bu:
Hiçbir öykünün veya iddianın (bu iddia cehalet iddiası bile olsa) altında kalmaz! (Tabii
bu cümle şaka; anlattığım olaya biraz heyecan katmak için Hıncal'ı harcıyorum!)
Derhal "Seninki de bir şey mi?" diyerek kendi cehalet öyküsünü anlattı:
Ünal ve Başak Sayan ile Lars von Trier'in Antichrist
(Deccal) filmini izlemeye gidiyorlar.
(Hıncal, bu öyküyü anlatırken, filmi "Çok sert" diye niteledi.)
Salonda sadece bu üç kişi ve bir de en arka sırada tek başına genç bir kız var
filmi izleyen.
Film bitip çıkarlarken, Hıncal biraz arkada kalıyor ve kızla karşılaşıyor;
kızın terbiyelice gülümseyip selam vermesi üzerine "Sinemaya çok meraklısınız galiba"
diyor.
Genç kız, Lars von Trier'i çok ilgiyle izlediğini, hiçbir filmini
kaçırmadığını söylüyor ve ayrılıyorlar.
Hıncal arkadaşlarının yanına gidince, Başak Sayan, "Beren
ne diyor?" diye soruyor!
Meğer Hıncal'ın konuştuğu genç kız Beren Saat'miş ve Hıncal
konuşmasına rağmen onu tanımamış!
Bu öyküyü anlattıktan sonra, bana döndü ve "Seninki de laf mı, asıl cehalet işte
böyle olur" dedi.
Şimdi sorular şunlar:
Cansu Dere mi
daha ünlü Beren Saat mi?
Hangisini tanımamak daha büyük cehalet?
Beren Saat'in kim olduğunu bilmek ama konuştuğu halde onu tanımamak mı,
yoksa Cansu Dere'nin kim olduğunu bile bilmemek mi daha büyük cehalet?
Ben artık Cansu Dere'yi tanıyorum ve en büyük hayranlarından biri oldum.
Hıncal'ın Beren Saat için ne düşündüğünü ise bilmiyorum!
Sevgili okurlarım, bu olaylara göre, Hıncal'la aramızdaki cehalet yarışını
sizce kim kazanır acaba?
Ben mi daha cahilim...
Hıncal mı?
Yoksa ikimiz de "adam olmazlar" kategorisinde miyiz?
|
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 2 Eylül 2024