Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

15 Şubat 2010

Gündeme Damgasını Vuran Her İki Açıklamanın Da Arkası Gelecek, Sonuçları Olacak.

Birinci açıklamayı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ yaptı.

Fatih Altaylı, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile yaptığı konuşmayı yazısında şöyle aktarıyor:

"'Sabrımızı taşırmayın' anlamında açıklamalarınız var. Bugün bize de benzer şeyler söylediniz. Ne demek bu. Sabır taşarsa ne olur? Ne kastediyorsunuz?

Siz bunu yazınızda da sordunuz. Evet bizim de sabrımızın bir sınırı var.

Peki taşarsa ne olur? Aklımıza kötü şeyler geliyor.

Fatih Bey, şunu bilin, biz her şeyimizi hukuk devleti sınırları içinde yaparız. Sabrımızı taşırmasından kastım şudur: 'Biz bütün bu olayların, bize karşı yapılanların arka planını biliyoruz.'

Eee, biliyor ve susuyor musunuz?

Evet. Tam da öyle, biliyor ve susuyoruz. Birileri gerekeni yapar diye susuyoruz ve bekliyoruz. Hakkımızı arayacağız

Niye?

Çünkü ben devlet adamıyım. Devlet adamı gibi davranmam lazım. Devlete ve hukuka saygımız var ama bunun da bir sınırı var?

İşte mesele burada. Bu sınır aşılırsa ne olur? Devlet adamı olmaktan vaz mı geçersiniz. Devlete saygınız mı kaybolur?

Hayır asla!

Peki ne yapacaksınız o sınır aşılınca?

Bildiklerimizi halkla paylaşmaya başlayacağız. Bizim de elimizde pek çok bilgi var. Bunları açıklamak zorunda kalacağız. Biz de hukuk yoluna gideceğiz. Hakkımızı arayacağız.

Orgeneral İlker Başbuğ, konuşmanın bu noktasında masanın üzerindeki bir kitabı bize uzattı. İngilizce bir kitap. Adı 'Constructing Democratic Governance in Latin America'. Ben kitabı incelerken devam etti.

Bakın çevremizdeki veya Latin Amerika'daki bazı ülkelerde olan olaylara. Hükümet değişikliklerine veya modellerle yapılan oynamalara. Şimdi Türkiye'de bazı kesimler bir ifade kullanıyorlar. 'Kendi halkını düşman gören ordu olur mu?' diye.

Kullanıyorlar mı?

Evet, bir iki yazar kullandı. Şimdi o size verdiğim kitabı açın.

Kitabı karıştırıyorum. 45. sayfasında altı çizili bir bölüm var. Aynen şöyle yazıyor: 'The armed forces had long been accustomized to seeing their own citizen as the enemy.' Yani 'Silahlı Kuvvetler uzun süreden beri kendi halkını düşman görmeye alışmıştır.' Cümleyi okuyorum. 'Evet o cümle' diyor. (Kitap Johns Hopkins Üniversitesi yayını.)

Yani TSK'ya karşı kullanılan jargon ithal mi?

Tabii ki, birileri böyle bir dil geliştiriyor ve bunu Türkiye'ye de getiriyor.

(Burada şunu hissediyorum. Genelkurmay Başkanı, hem bölgemizde, hem de dünyanın başka köşelerindeki renkli devrimleri kastediyor. Zannederim son dönemde sıkça konuşulan Soros vakıflarının çalışmaları Genelkurmay'ın merceği altında.)

Peki bunları paylaşmıyor musunuz? Hükümetle, ülkeyi yönetenlerle.

Ben her şeyi hem Cumhurbaşkanı, hem de Başbakan'la paylaşıyorum.

Dikkate alınmıyor mu?

Fatih Bey, yetkili makamlar şikâyet makamı değildir. Ben şikâyet ediyorum zannetmeyin. Ben sorunları paylaşıyorum. Şunu söyleyebilirim. Devlet bu konuda aynı fikri paylaşıyor.

Siz bunları niye açıklamıyorsunuz o zaman. Açıklayın.

Ciddiyetimizden dolayı. Bizde de belge var, bilgi var. Hepsini derledik, derliyoruz. Biz lafla yapamayız başkaları gibi. Biz somut verileri koyarak yaparız bir şey yapacağımız, bir şey açıklayacağımız zaman. Gerek olursa açıklanır. O zaman bunu yapanlar düşünürler."

Yazı daha uzun ama, ben buraya sadece kritik bir bölümü aldım.

Orgeneral Başbuğ'un dikkatli konuştuğu bilinir.

Başını sonunu hesaplamadan "Bildiklerimizi halkla paylaşmaya başlayacağız. Bizim de elimizde pek çok bilgi var. Bunları açıklamak zorunda kalacağız. Biz de hukuk yoluna gideceğiz. Hakkımızı arayacağız." Sözlerini söylemesi olanaklı değil.

Öyle anlaşılıyor ki, yakın gelecekte Genelkurmay'ın bazı açıklamalarına ve "suç duyurularına" tanık olacağız.

Tabii kamuoyu bunlara ne kadar itibar edecek?

Dalkavuk ve dönek medya mensupları bunları nasıl yorumlayacak?

Bilmiyoruz.

Ama göreceğiz.

İkinci açıklama Hatip Dicle'den, yargılanırken, duruşma sırasında geldi.

Diyarbakır'da geçen Aralık ayında Kürdistan Toplulukları Birliği Türkiye Meclisi (KCK/TM) operasyonunda tutuklanan eski milletvekili Hatip Dicle, Diyarbakır 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmasında şunları söyledi:

"15 Ekim 2009 tarihinde DTP Genel Başkanı Ahmet Türk beraberindeki bir heyetle birlikte İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ı ziyaret etti. Ziyarette 4 gün sonra 19 Ekim'de Mahmur ve Kandil'den grupların geleceği, bunların tutuklanmayıp serbest bırakılması durumunda dağdan inişin hızlanacağı, dağa çıkışın da duracağı bildirildi. İçişleri Bakanı da bu heyete 'Konuyla ilgileniyorum. Müsteşarımı Diyarbakır'a gönderdim. Hakim ve savcılar ayarlandı, geldikleri gibi geçecekler' dedi. Bu aşamada 4 gün sonra Silopi'den gelen 8 kişi, 'Biz gerillayız. Önder Abdullah Öcalan'ın çağrısı ile barış için geldik' dedi ve bunlar sürecin olumlu sonuçlanması için gerektiği gibi tutuklanmayıp serbest bırakıldı."

Dicle'nin bu ifadesini İçişleri Bakanı Beşir Atalay yalanladı ama bu satırların yazıldığı ana kadar Ahmet Türk'ten bir yorum gelmiş değildi.

Mahkemede dile getirilen ve zabıtlara geçen bu ifade mutlaka bir takım hukuksal ve siyasal sonuçlar doğuracaktır.

Bu sonuçlar bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün ortaya çıkacaktır.

Unutmayalım ki bugünkü iktidar bundan çok daha gayri ciddi, üstelik de imzasız ihbarlar üzerine pek çok kişiyi mahkemeye vermiş ve hatta tutuklayıp hapse atmıştır.

Önümüzdeki günlerde siyasette bazı kartların açılmasına ve olayların hem hızlanmasına hem de tırmanmasına tanık olursak hiç şaşırmayalım.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 22 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional