Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

Gamze Akdemir,1 Kasım 2007, Cumhuriyet Kitap

Emre Kongar ile "Demokrasimizle Yüzleşmek" üzerine...

'Halkımız demokrasi ile yüzleşmiyor...'

Emre Kongar'ın son kitabı "Demokrasimizle Yüzleşmek" (Remzi Kitabevi) raflarda. Kongar bu kitabında belki de çok iyi bildiğimizi sandığımız bir kavramı, Demokrasi'yi, arka planında Küreselleşme ile birlikte inceliyor; tüm açıları ve acılarıyla. Okuyoruz.. Küreselleşme'nin en önemli sopası demokrasi diyor Kongar. Küreselleşme bağlamında Türkiye'de cemaatçilik ve mahalle baskısını ele alıyor. Hem iç, hem dış sorunlarımızın çözümünde tek ve biricik çare olarak demokrasimizin geliştirilmesini gördüğünü vurguluyor, "Onun için bu kitabı yazdım" diyor. Çok Partili Sistem, Yağmacılık, Liderler Oligarşisi ve Dinci Oligarşi'si veryansın ediyor haklı olarak. Demokrasinin Çok Partili Sistem tarafından yozlaştırıldığını ifade ediyor ve bunun sonuçlarını anlatıyor, uyarıyor. Azgelişmişlikle emperyalizmin kolkola gidişi.. Kadın ve genci hakir gören, doğru dürüst söz hakkı tanımayan dinci zihniyetin katakullileri.. Erkek egemen, feodal dinci kültürün mors alfabesi: Türban.. Ustaca manipüle edilen toplumun buna desteği.. Stratejik önemi dolayısıyla başına gelmeyen kalmayan ülkemizde, hükümetin dış dünyaya özellikle de ABD'ye karşı aczi, ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehditler.. irdelenen diğer başlıklar arasında. Emre Kongar ile "Demokrasimizle Yüzleşmek"i konuştuk.

G.A.: 'Demokrasimizle Yüzleşmek'in anahtar sözcüklerinden söz ederek başlamak isterim söyleşimize: Elbette başta Demokrasi olmak üzere, Çok Partili Sistem, Yağma, Liderler Oligarşisi, Yozlaşma ve Dinci Oligarşi ...

E.K.: Evet tüm bu kavramların gelişimi, izlediği yol kitabın ana eksenini oluşturuyor. Türkiye'de bugün demokrasi diye dayatılan rejim önce yağmayla sonra liderler oligarşisiyle sakatlanmış ve hızla dinci oligarşiye doğru kayan bir tür çok partili düzendir. Hiç de iyi işlemeyen bir, çok partili sistem tabi.

G.A.: Bu, demokrasi diye dayatılan çok partili sistemin en sakat noktası nedir?

E.K.: Bir kere Liderler Oligarşisi, Yağma ve Dincilik eksenlerinde Türkiye'ye bir diktatörlük dayatılıyor aslında. Bütün politikacılar yağmacı, seçmenler de onlara bu konuda destek veriyor. Politikacılar da Liderler Oligarşisi'nden yana ya kendileri lider olunca bunu sürdürüyorlar ya da katkıda bulunuyorlar. Ve hepsi bu sakatlıkların, yanlışların yol açtığı bir çoğunluk baskısı akımına kapılmış sürükleniyorlar muhalefet de dahil. Muhalefet de çünkü yağmacılık ve liderler oligarşisinden dolayı demokratik işlevini yapamıyor. Yani Türkiye'de demokrasinin tıkanmasını altında yatan en önemli öge iktidarların yanlış uygulamaları, özellikle Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'te çok büyük bir atılım olan Çok Partili Rejim başladıktan sonra iktidara gelen Demokrat Parti'nin, sivil politikacıların demokrasiyi yozlaştırması ve demokrasiyi geliştireceklerine onu sınırlaması, kısıtlaması ve sonunda bir askeri darbeye yol açmaları. Ama esas o görüşü yani çoğunluk diktatörlüğü, Dincilik ve Yağmacılık anlayışını Liderler Oligarşisi'yle pekiştirip bugünlere taşıyan sağcı iktidarların karşısında solcu muhalefetin de Yağmacılık ve Liderler Oligarşisi'nden dolayı işlevini yapamaması. Bugünkü rejimin, bugünkü sistemin tıkanmasının ana sorumluluğu iktidarıyla, muhalefetiyle politikacılardır.

"TÜRKİYE'NİN MAYASI"

G.A.: Türkiye'nin mayasında iki belirleyici var diyorsunuz kitabınızda ve mayadaki bu iki öğenin birbiriyle uyumlu değil çelişik olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu çelişki neden tasfiye edilemedi..

E.K.: Mayanın birinci ayağı Osmanlı toplumunda yatıyor. Osmanlı toplumu deyince tabi bizde eğitim de yanlış olduğu için herkes padişahları falan hatırlıyor halbuki Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli özelliği bir din-tarım imparatorluğu olması. Yani halkın kul olması kaldı ki düzen de ona dayalı. Din-tarım imparatorluklarında halk kuldur, yöneticiler de Tanrının temsilcisidir ve toprağın da sahibidir. Osmanlı bu aşamasını endüstrileşmeyle düzeltememiş, o yüzden çökmüş, işgal edilmiş, bitmiş. Mustafa Kemal ile Anadolu halkı ülkeyi işgal eden düşmana karşı savaşıp bağımsızlıklarını kazanınca Mustafa Kemal muzaffer komutan olmanın etkisi ve yetkisiyle Cumhuriyeti ilan ediyor. Ediyor ama aslında diğer komutanlar buna katılmıyor, onların hepsi Halifeci ve bu açıdan çok yalnız Mustafa Kemal. Siz fabrika kuramamış, eğitimini hiçbir şekilde dinci eğitimden, medreseden bağımsızlaştıramamış, düşüncesini dincilikten kurtaramamış, kullardan oluşan, vatandaş bilinci asla gelişmemiş bir toplumda, kurduğunuz yeni devletin adına Cumhuriyet derseniz bu ancak kağıt üstünde kalıyor. Nitekim Atatürk de bunu biliyor. Atatürk devrimleri dediğimiz eğitimin birleştirilmesi, saltanatın kaldırılması, hilafetin kaldırılması, kadın haklarının kabul edilmesi, yazı devrimi, harf devrimi, kıyafet devrimi hep bu kullardan oluşan bir toplumu vatandaş haline getirmek için bunun asıl mekanizması olan ekonomik gelişme ve endüstrileşme olmadan alınan tedbirler.

"ÇOK PARTİLİ DÜZEN DEMOKRASİYİ YOZLAŞTIRDI"

G.A.: Altı ok.. Altı ok meselesini de bu noktada değerlendirir misiniz?.

E.K.: Bir kere altı ok böyle evrensel bir şey değil, altı ok 1920'lerin 30'ların Anadolu'sunda endüstrileşememiş bir din-tarım toplumunu çağdaş bir toplum haline getirmenin kısa yol reçetesidir. Atatürk'ün bir tane ilkesi vardır o da bilimin yol göstericiliğidir. Bilimin yol göstericiliği 20'lerin 30'ların Anadolu'sunda bu birinci maya dediğimiz Osmanlı yapısını, kulluk yapısını vatandaşlığa, çağdaş yapıya dönüştürmek için yaptığı devrimler. Şimdi ikinci maya yani Atatürk devrimleri, Osmanlı mayasının üstüne çalınıyor. İki durum yani Osmanlının kullardan oluşan ümmet toplumu ile Atatürk devrimlerinin oluşturmaya çalıştığı vatandaşlardan oluşan ulus devlet toplumu iki maya. Ama birisi 600 yıldan gelen ve geleneği temsil eden ve geliştirilmesi son derece zor bir maya. Çünkü o mayayı değiştirecek olan fabrika ve endüstrileşme ve onun toplumsal sonuçları yok. Buna karşı Atatürk devrimleriyle getirilmek istenen yeni yapı ise sadece 22 yıl uygulanabilmiş Türkiye'de, 1923-45 arası. 45'ten sonra Soğuk Savaş başlıyor ve ondan itibaren Türkiye, Batı dünyasına katılarak Amerika'nın güdümüne girince Çok Partili Demokrasi'de bütün Atatürk devrimlerinden geri dönülmeye başlamış. İşte Osmanlının kullara dayalı cemaat, din toplumundan Cumhuriyetin vatandaşlara dayalı ulus devlet toplumuna geçiş arasındaki Atatürk devrimleriyle Osmanlı geleneği çatışması Cumhuriyetin bütün tarihine damgasını vurmuştur ve ne yazık ki bu damga Çok Partili Düzen'e geçildikten sonra din-tarım yapısına dayalı tarikatlar ve cemaatler lehine bozulmuştur. Yani Çok Partili Düzen Türkiye'de demokrasinin yerleşmesine, gelişmesine değil, demokrasinin yozlaşmasına yol açmıştır.

"DİNCİLERİN MORS ALFABESİ: TÜRBAN"

G.A.: "Galiba bir demokrasiyi kurmanın, işletmenin ve yaşatmanın en büyük engeli, erkek egemen dinci, feodal kültür..." değerlendirmesinde bulunuyorsunuz kitabınızda. Bundan hareketle Türban olayına değinelim isterim. Türban uzun süre dincilerin biteviye tıklayan mors alfabesi gibi işledi diye düşünüyorum. Öyle ki ister normalleştirmek adına denilsin, ister sindirmek, kanıksatmak...

E.K.: Çok iyi bir benzetme kullandın evet nasıl mors tıktıkları telsizcinin bütün yaşamına egemen olan bir yöntem ise türban olayı da o hale getirilerek, Türkiye'nin gündemine zorla sokuldu. Çünkü 70'lerden önce türban sorunu diye bir şey yok Türkiye'de. Bu Cumhuriyetin özellikle de tarikatçı cemaatçi dincilerin demokrasiyi istismar etmeleri sonunda gelişti ve ne yazık ki türban kendi başına ne dinin, ne hatta geleneğin bir ürünü. Dinin ve geleneğin ürünü olan şey belki başörtüsü. Hatta tek tanrılı dinler öncesi toplumsal yaşamın bir geleneği ve işte erkek egemenliğini, kadının ikinci vatandaşlığını simgeleyen bir olay.

G.A.: Bir de türbanın, türban olmaktan çoktan çıkması olayı var.. görüldü ki simgesel ama bir o kadar da aksesuar özellikle de yeni nesil için.

E.K.: Çok doğru ama şöyle simgesel bir aksesuar.. Türban tepesinde topuzuyla, boynu tamamen kaplaması ve özel biçimde takılmasıyla bambaşka bir simge. En yanlış tarafı da bunu takanların dindar diye sunulması çünkü o zaman takmayanlar dinsiz oluyor, böyle şey olmaz.. Türbanı takmak kafi mi yani dinsiz olmamak için olabilir mi böyle bir şey? Türban tehlikeli, simgesel bir aksesuar..

"TÜRBAN VE BÜYÜK TOPLUMSAL KABUL"

G.A.: "Demokrasimizle Yüzleşmek"in, "Laikliğin püf noktası ve türban sorunu" başlıklı bölümünde, Başbakanın "Devlet laik olabilir, birey laik olamaz" sözlerinden yola çıkarak şu anımsatmada bulunuyorsunuz: "Oysa tarih ve kuram ve dolayısıyla bilim, "Birey, hangi inançtan olursa olsun, laik de olabilir diyor." Laikliği ayrı bir din gibi hatta daha da çarpıtarak rakip bir din gibi görme, sayma pozisyonundalar.

E.K.: Gayet tabi. Oysa laiklik devlet biçiminde bir ilke olsa da din devletini savundukları için laik devleti rakip ve düşman görüyorlar. Laik devletin düşmanlığını kurumlaştırmak için de birey laik olabilir devlet laik olamaz gibi bir safsataya sığınıyorlar.

G.A.: Kendi lehlerine istedikleri etkiyi ve tepkiyi yaratmayı, toplumu ustaca manipüle ederek başarıyorlar da yazık ki.

E.K.: Tabi ki. Bunun altında yatan neden de o. Türban olayının çıkışında da, türbanın dinciliğin simgesi ve siyasal simge olarak kullanılmasının altında da büyük bir toplumsal kabul vardır. Çünkü bu toplumsal kabul erkek egemen feodal dinci kültürün yansımasına dayanıyor. Çünkü Türkiye'de yalnızca erkekler değil, ne yazık ki anneler başta olmak kaydıyla kadınlar da bu erkek egemen kültürün taşıyıcıları. En büyük trajedi budur. Onun için ben ısrarla vurguluyorum ki kadın eşitliği, kadın özgürlüğü sağlanmadan bir ülkede demokrasinin olması olanaksızdır. Şimdi siz kadını sokağa eğer tesettürsüz bırakmıyorsanız bu bir anlayışın ifadesidir. Erkek egemen feodal dinci kültürün bir simgesidir ve kadını ikinci sınıf haline getirir. Bakınız o simgenin arkasında neler var; iki kadının tanıklığının bir erkeğin tanıklığına eşit olması var, bir erkeğin kadını dövebilme hakkı var. Erkeğin boş ol lafıyla evliliğin sona erdirilmesi var, mirastan kadının az hak alabilmesi olayı var. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Türban bütün bunların simgesi, bunun dindarlığın simgesi olarak sunulması her şeye, dine de, demokrasiye de, toplumsal eşitliğe de, kadın haklarına da karşı bir tavırdır.

"ÖZGÜR İRADELERİYLE İKİNCİ SINIF VATANDAŞLAR!"

G.A.: Kitabınızda erkek egemen, dinci, feodal kültürün kadınları ikinci sınıf vatandaş görmesinin yanı sıra, gençlerin durumuna, gençlere bakışlarına da değiniyorsunuz. Erkek egemen, dinci, feodal kültür, sadece kadınlara değil gençlere de söz hakkı tanımıyor.

E.K.: Tanımıyorlar tabi. Demokrasinin Türkiye'de en doğal müttefikleri, savunucuları ve taşıyıcıları gençler ve kadınlardır. Demokrasi geliştiği ölçüde eşit ve adil koşullara kavuşacaklardır. Bu açıdan çok özel, türbanı savunan militan kadınlar, kızlar var tabi onlar da kendi siyasetlerini savunuyorlar. Ben hiçbir kadınımızı, kızımızı evladımdan, annemden, eşimden daha az saygın olarak görmem, bunu siyasal olarak yapsalar bile görmem. Ama kendi özgür iradeleriyle ve gönüllü olarak ben ikinci sınıf vatandaşım diye ortaya dökülmelerinde, bunu akla, mantığa, tarihe, bilime, kadın haklarına ve tabi ki demokrasiye aykırı gördüğümü de açıkça belirtirim.

"ABD İLE EFENDİ-HİZMETKAR İLİŞKİSİ"

G.A.: Peki tüm bu tasarımın asıl mimarlarına yani dış güçlere değinirsek -ki kitabınızda genişçe tahlil ediliyor- "Türkiye neden dışardan yönetiliyor? Sorunun yanıtı çok basit, içerden yönetilemediği için..." sorunsalından yola çıkmak doğru olur. Bu noktada sadece hükümetin aczini değil, Türkiye'nin stratejik konumunun başına açtığı belaları da konuşmalı. Bakıyorsunuz bölünme tehdidi, terör..

E.K.: Türkiye'nin stratejik konumun önündeki sorunlar birkaç tür. Bir defa tarihten gelen bir sorun var işte endüstrileşememiş, demokrasiyi kuramamış, gelişememiş, İslam dünyasının liderliğinden Türkiye Cumhuriyeti'ni doğurmuş bir toplumdan söz ediyoruz. Şimdi çevresine baktığımızda 1. Dünya Savaşı'ndan sonra savaşı kazanan büyük devletlerce çizilen sınırların, Soğuk Savaş yani 2. Dünya Savaşı'ndan sonra çizilen sınırlarla belirlendiğini ve bugüne kadar geldiğini görüyoruz daha doğrusu Küreselleşme'ye kadar, Sovyetler Birliği yıkılana kadar. Sovyetler Birliği yıkılınca dünyada bir yeni eğilim, Amerika'nın önderliğindeki Küreselleşme belirdi. Saldırgan ve savaşçı bir emperyalist kimliği öne çıkardı. Ve Türkiye'nin çevresindeki üç ana bölge birer sınır değiştirilen devletler bölgesi halini aldı. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu.. Bu da Türkiye'yi tam bir siyasal krizin ortasına attı maalesef. Amerika açıkça belirtti Ortadoğu'da sınırlar yeniden belirlenecek diyor ki bunların Türkiye'yi bir Ortadoğu ülkesi olarak gördüğünü de hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla Türkiye'nin sınırlarını yeniden çizilmesi gündemdedir. Ve biz bu tehlikeyle karşı karşıyayken, içteki iktidar kendi meşruiyet sorunlarını dıştan aldığı destekle çözebilmek için gitti Amerika'yla inanılmaz bir adeta efendi-hizmetkar ilişkisi kurdu malum. Ve şimdi PKK saldırılarında da görüldüğü gibi Amerika'dan izin almadan parmağını kımıldatamıyor.

"TEK ÇÖZÜM DEMOKRASİNİN GELİŞTİRİLMESİ"

G.A.: Evet, Soğuk Savaş biteli beri Amerika artık Türkiye'yi stratejik müttefiki olarak görmüyor, ne olarak gördüğü ise ortada..

E.K.: Tabi Ortadoğu'da Kürtleri çok daha önemsiyor çünkü belki hem Araplara karşı hem İsrail yandaşı, hem de İran'a karşı bir güç olarak görüyor. Çünkü Kürtlerin petrol kaynakları da var, belki sadece Arapları değil İran'ı da dengelemek için Kürdistan'dan yana tavır koyuyor. Üstelik de böylece İsrail'i güvence altına almayı düşünüyor. Tabi tüm bu oyunlar Türkiye'yi vuruyor. Türkiye bugün neredeyse Osmanlı döneminin yıkılışında olduğu gibi bir emperyalist saldırı altında. Bunun göstergeleri arasında işte sözde Ermeni soykırımı yasa tasarıları tüm dünyada kabul ediliyor. Amerika'da bir sürü eyalette kabul edilmiş durumda. İkincisi Yunan ve Rum lobisi üçüncüsü de Kürt lobisi. Bunlar hep beraber PKK, artı sözde Ermeni soykırımı, artı Yunan ve Rum lobileri doğrudan doğruya Türkiye'nin varlığına, sınırlarına, güvenliğine yönelik saatli bomba gibi işleyen tehditler. Bizimkiler hala Amerika'dan izin almadan parmaklarını bile kımıldatamıyorlar.

G.A.: Tüm bu mevcut durum karşısında Türk halkı demokrasiyle nasıl yüzleşiyor?

E.K.: Yüzleşmiyor ne yazık ki. Gayet büyük çelişkiler var, halkın yüzde 90'ı artık Amerika'yı dost değil düşman görüyor ama halkın yüzde 47'si Amerika'nın dümensuyunda giden AKP'ye oy veriyor. Bu çelişki nereden kaynaklanıyor? İşte henüz Türkiye'deki kulluktan vatandaşlığa geçememiş olmaktan, demokrasinin bütün kurum ve kuramlarıyla işleyememesinden kaynaklanıyor. Onu için ben doğrudan doğruya hem iç, hem dış sorunlarımızın çözümünde tek ve biricik çare olarak demokrasimizin geliştirilmesini görüyorum. Onun için bu kitabı yazdım. Demokrasimizin engellerini, eksikliklerini görelim, önündeki hem iktidardan hem muhalefetten kaynaklanan yozlaştırma nedenlerini teşhis edelim ve bunlara birer vatandaş bilinciyle karşı çıkalım diye.

"AMERİKA BUGÜN DÜNYANIN EGEMENİ.. AMA"

G.A.: 'ABD'ye niteleme yerindeyse küsülmez, böyle bir lüksümüz yok' gepegerçeğine yanıtınız?

E.K.: Doğru, Amerika bugün dünyanın egemeni. Bırakın Türkiye'yi, İngiltere, Fransa gibi zengin ve güçlü ülkeleri bile parmağında oynatıyor. Dolayısıyla ben de Türkiye'nin Amerika'nın dünya egemenliğine veya dünya emperyalizminde oynadığı lider rolüne karşı çıkmakla yükümlü olduğunu düşünmüyorum. Bunu gerçekleştirebileceğini de düşünmüyorum. Fakat burada Türkiye'nin çok önemli bir eksikliği var, Amerika'nın dünya stratejisine karşı çıkmakla görevli değil ama kendi güvenliğini, bütünlüğünü korumakla yükümlü. Dolayısıyla oradaki ince ayrıntının Amerika'yla müzakare edilerek Ortadoğu'da güvenli ve bütünlüğü sağlanmış bir Türkiye'nin istikrara çok daha katkıda bulunacağını onlara anlatmak lazım diye düşünüyorum.

 

Demokrasimizle Yüzleşmek/Emre Kongar/Remzi Kitabevi/314 s.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 25 Mart 2024

Valid HTML 4.01 Transitional