Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
AYDINLANMA
EMRE KONGAR
ABDİ İPEKÇİ'NİN ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE MISIR'A BAKMAK
Bugün sevgili Abdi İpekçi'nin ölüm yıldönümü. 32 yıl önce bugün, Humeyni'nin İrana'a döndüğü aynı gün, dünyada Soğuk Savaş devam ederken, kafatasçı, dinci, emperyalist uşağı katillerce öldürüldü. Abdi İpekçi'nin katledilmesi, Soğuk Savaş dünyasında, antikomünist-dinci-ırkçı ittifakının Türkiye'deki marifetlerinin bir basamağıydı. Türkiye, bu marifetlerin faşist-antikomünist-dinci merdivenini 1971 askeri müdahalesiyle inşa etmişti. 1975'te Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti'nin kurulmasıyla bu merdivenden çıkmaya başladı: Bugün bulunduğumuz noktaya tırmandırılmamız tam 40 yıl aldı. Ülkemizdeki ve dünyadaki olayları tarihsel ve evrensel süreçler bağlamında göremezsek hiçbir şey anlayamayız. Onun için Mısır olayını çözümlemeye çalışırken bu küçük girişi yaptım. Tunus'ta başlayıp Mısır'a sıçrayan ve belki başka ülkeleri de etkileyecek olan olaylar tarihsel olarak büyük birikimlerin sonucudur. Bu birikimleri berrak bir biçimde göremezsek, günümüzdeki olayları anlamlandırmamız olanaksız olur. 1) Bugünkü dünyayı oluşturan ilk büyük birikim Soğuk Savaş döneminin kalıntısı olan dinci ve ırkçı-milliyetçi akımlardır. Bu akımlar, ABD'nin liderliğindeki Batı dünyasının Sovyetler Birliği'ne karşı yürüttüğü savaşta desteklenmiş, güçlendirilmiş ve siyaset sahnesine çıkarılmıştır. 2) Bugün dünya jeopolitiğini etkileyen en önemli bölge Ortadoğu ve bu bölgeden kaynaklanan birikimdir. Bölgenin önemi üç ayrı nedene dayanır: a) Petrol. b) İsrail. c) Siyasal İslam. ABD bu üç ayrı ögeye de bugüne kadar büyük önem vermiş ve evrensel stratejilerinde her üçünü de kullanmıştır. Petrolü kontrol etmek için, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirliklerinin şeriatçı sultanlıklarına destek vermekle kalmamış, Irak'ı da işgal etmiştir. Arapların ve şimdi de onlarla birlikte İran'ın ortadan kaldırmak istedikleri İsrail'in güvenliği, ABD'nin Ortadoğu'ya müdahalesini meşrulaştıran bir öge olarak hem iç hem de dış politikada başarıyla kullanılmaktadır. Siyasal İslam, ABD'nin Sovyetler Birliği ile savaşında çok önemli bir ideolojik ve askeri silah olmuştur: Bir yandan Sovyetler'in çevresi, Güneyde İslam ülkelerinin oluşturduğu bir "Yeşil kuşak" ile sınırlandırılmış... Öte yandan silahlı bir mücahit grup olarak oluşturulan El Kaide ile Afganistan'da Sovyet orduları yenilgiye uğratılmıştır. Sovyetler çökünce, dünya yepyeni bir döneme, "Küreselleşme" denilen döneme girmiştir. 3) ABD, bu iki büyük birikim sonunda, kendi yarattığı ve beslediği Siyasal İslam'ı "Küresel dönemde" de kullanmak istemekte ama burada büyük bir çelişki yaşamaktadır. ABD ile Siyasal (ve askeri) İslam arasındaki ilişki meşhur Dr. Frankenştayn çelişkisidir: Amerika kendi yarattığı canavarın tehdidi altına girmiş, onu denetleyemez hale gelmiştir. Tabii büyük bir Küresel güç olarak derhal bu duruma karşı da yeni stratejiler geliştirmiştir: a) Sovyetlerin çöküşünden sonra "İslam Alemi" ABD'nin "Birinci düşmanı" ilan edilmiştir. (Bakınız internet sitemdeki Huntington yazılarım.) b) ABD, kendi yarattığı, büyüttüğü ve askeri güç haline gelen Siyasal İslam'a karşı, "Ilımlı İslam" modelini devreye sokmuştur. (Bakınız sitemdeki ABD Kongresi'nin 11 Eylül Raporu.) c) ABD, Soğuk Savaş döneminde desteklediği dinci-ırkçı-milliyetçi ideolojik birikimi, Demokrasi ve İnsan Hakları ideolojisi ile bütünleştirmeye çalışmaktadır. Böylece hem denetlemekte zorluk çektiği "ulus devletleri" bölerek küçültmekte ve zayıflatmakta, hem de Askeri ve Siyasal İslam'a karşı bir kalkan oluşturmaya çalışmaktadır. Sevgili okurlarım elbette bu stratejilerin sonunda ortaya çıkan somut çelişkileri hemen görebileceklerdir: Demokrasileri desteklemekte olan ABD, Kuveyt, Suudi Arabistan gibi baskıcı rejimleri görmezden gelmektedir. Buna karşılık Filistin'de, seçilmiş bir siyasal parti olan HAMAS'ı "terörist örgüt" saymaktadır. Müttefiki olan Şeriatçı baskı rejimlerindeki Siyasal İslam'ı kabul ederken, Türkiye gibi hem demokrat ve laik hem de Müslüman halktan oluşan bir ülkeye "ılımlı İslamı" dayatmaya çalışmaktadır. Tunus'ta Fransa'nın müttefiki olan Bin Ali'ye karşı ayaklanmayı desteklerken, kendi müttefiki olan Mübarek dolayısıyla Mısır'daki ayaklanmaya mesafeli durmaktadır. Önce Tunus, şimdi Mısır, sonra neresi? Bu "halk hareketlerindeki" itici gücün çeşitli isimler altında örgütlenmiş olan Siyasal İslam olduğu biliniyor. Şimdi Tunus'un ve Mısır'ın önünde iki yol var: Ya demokratikleşecekler... Ya da İran gibi, baskıcı bir şeriat rejiminin pençesine düşecekler... Sizce hangisi daha olası görünüyor acaba? Bu sorunun yanıtı da bir başka yazı konusu! |
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 30 Eylül 2024