Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
AYDINLANMA
EMRE KONGAR
AB-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ: YENİ EMPERYALİZMİN ÇİFTE STANDARDI Eskiden emperyalizm, İslam ve Doğu ülkelerini uygarlık dışı gördüğünü saklamaz, onlara ikinci sınıf insanlar olarak baktığını açıkça belirtirdi. Edward Said, "Orientalism" adlı çalışmasında Batı'nın bu tavrını açıkça ortaya koyar ve eleştirir. Küreselleşme öncesindeki emperyalizmin en önemli araçlarından biri eğitim ve eğitim için kurduğu misyoner okulu kaynaklı eğitim kurumlarıydı. Bu okullarda Batı uygarlığının temel değerleri olan, eşitlik, adalet, laiklik, demokrasi ve insan hakları gibi kavramlar öğretilirdi. Zamanla, İslam ya da Doğu denilen dünyanın aydınları da bu kavramlara sahip çıkmaya başladı. Batı açısından işin daha da kötüsü, Batı'nın eşitlik, adalet, laiklik, demokrasi ve insan hakları gibi değerlerini benimseyen Doğulu aydınlar, bu kavramları Batı'nın emperyalist sömürüsüne karşı kullanmaya başladı. Bu akımın en başarılı örneği, Mustafa Kemal Atatürk ve Türk İstiklal Savaşı ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Mustafa Kemal Atatürk, "Batı gibi olabilmek için, Batı emperyalizminin sömürgesi olmaktan kurtulunması gerektiğini" anlamış bir liderdi. Nitekim, Batılı emperyalist güçlere karşı kazandığı savaş sonrası, Türkiye'yi Batı Dünyası'nın saygın bir üyesi yapmayı başardı. Atatürk örneğinden sonra Batı emperyalizmi, artık kendi değerleri olan eşitlik, adalet, laiklik, demokrasi, insan hakları gibi kavramların kendi sömürüsüne karşı kullanılması önlemek için yeni bir yaklaşım geliştirdi: Doğu ve İslam toplumlarına, insan hakları, eşitlik, laiklik gibi değerlerin "emperyalist değerler" olduğu, benimsenmemeleri gerektiği, İslam toplumlarının kadını ikinci sınıf vatandaş gören, laik olmayan yerel değerlerinin tabii ki daha geçerli olduğu belirtilmeye başlandı. Batı uygarlığının erişilemez ve taklit edilemez olduğunu öne süren faşist siyaset bilimci Samuel P. Huntington, "Uygarlıklar Çatışması" adlı kitabında açıkça "Kadın hakları emperyalist değerlerdir" diye yazdı. Hıristiyanlığa ve demokrasiye iyi, laikliğe kötü dedi. Böylece, demokrasi, laiklik ve insan hakları gibi kavramların içlerini boşalttı: Aynen son günlerde AB yetkilileri Barroso'nun, Rehn'in ve Lagendijk'in yaptığı gibi. AB-Türkiye ilişkilerinde, biraz nesnel olabilen herkesi çıldırtan AB'nin çifte standart uygulaması, 1980'de Yunanistan'ın AB'ye katılmasıyla, yukarda açıkladığım yeni sömürgeci yaklaşım çerçevesinde biçimlendi: AB, Türkiye'nin Avrupa'nın çıkarlarına ve değerlerine bağımlı olmasını istiyor. Ama bunun eşitlik, adalet ve karşılıklı bağımlılık ilkeleri çerçevesinde değil, AB ile özel ilişkisi olan ikinci sınıf bir İslam ülkesi statüsünde gerçekleştirilmesini hedefliyor. Sonuç olarak AB, Türkiye'yi eşit ve adil biçimde muamele edeceği çağdaş bir ortak olarak değil, özel ilişki kuracağı ikinci sınıf bir İslam ülkesi gibi görüyor. Yoksa laikliği bir yana bırakıp, sabahın köründe evinden alınan gazetecileri görmezden, telekulak skandallarını duymazdan gelip, medyadaki dinci tekelleşmeyi ihmal ederek, türbanın kadın eşitliği ve özgürlüğü üzerindeki baskıcı işlevini reddederek, iktidarın beslediği dinci mahalle baskısını doğal kabul edip,. AKP'nin "kendine demokrat, dayatmacı çoğunluk" maskaralığını destekler miydi? Ben Türkiye'nin AB ile, ikinci sınıf, sömürge gibi bir ilişki kurmasından değil, eşit ve adil, çağdaş ve gerçek bir AB üyeliğinden yanayım. Ya siz? |
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 2 Aralık 2024