Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

AYDINLANMA

 

EMRE KONGAR

 

ASKER-SİYASET İLİŞKİLERİNDE UNUTULAN NOKTALAR VII

 

45) Sonuç olarak, 1960-1980 arasındaki "darbeler döneminin" son askeri darbesi olan 12 Eylül, ülkeyi hem şeriat tehdidine açık hale getirdi, hem ideolojik ve siyasal olarak bir Atatürk ve Atatürkçülük düşmanlığı başlattı, hem de medyadaki ve siyasetteki kirli ittifak ile yolsuzlukların ve hortumculuğun tohumlarını attı, hukuk devletinin temellerini çökertti.

46) Tabii özetlediğim bütün bu sonuçlar, asla 12 Eylül darbecilerinin öngördüğü hedefler değildi. Onlar sadece, Türkçü ve İslamcı ögelerin de kullanılmasıyla oluşturacakları anti-komünist bir yapı ile denetim altında tutacakları bir toplum amaçlamışlardı.

47) 12 Eylül darbesi Turgut Özal'ı ve Anavatan Partisi'ni yarattı. Turgut Özal hem askerlerin ürünüydü, hem de askeri yönetimin ekonomik ve siyasal politikalarının 1991'e kadar devamını sağladı. 24 Ocak kararlarını kurumlaştırdı, yeni zenginler oluşturdu, yoksulları daha da yoksullaştırdı, ekonomiyi tümüyle dışa bağımlı hale getirdi, ülkeyi büyük bir borç yükünün altına soktu, bu arada dinci ögelerin devlet içinde yuvalanmasını sağladı ve bütün bunların karşısındaki tek olumlu iş olarak telekomünikasyon yatırımları yaptı.

48) 12 Eylül yönetiminin ürünü olan Özal'ın en büyük, en kalıcı ve en tahripkar işi, ahlaksızlığı ve yolsuzluğu kurumlaştırmak oldu. Bunun için hem Hukuk Devleti'nin temellerini yıktı, hem de siyaset-ticaret-medya-mafya ilişkilerini kurdu ve güçlendirdi. Bu tahribatın sonuçları, 1990'lı yılların sonunda ve 2000'li yılların başında ortaya çıkan orta sağ partilerin tasfiyesine, ekonomiye 40 milyar dolar maliyeti olan bankacılık skandallarına ve pek çok medya patronunun hapse girmesine yol açtı.

49) 12 Eylül'ün devamı olan Özal'ın bu tahripkar politikalarının, skandallar, iflaslar ve hapislerle son bulması sadece iç dinamik ögelerinin yozlaşması sonunda ortaya çıkmamıştı. Dünya değişmiş, Sovyetler çökmüş, Soğuk Savaş bitmiş, anti-komünizmin bütün bu yozlaşma ve yolsuzlukları koruyucu bir şemsiye olarak kullanılmasına olanak kalmamıştı.

50) İşte 28 Şubat 1997 tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu kararları bu ortamda alındı: Sovyetler 1991'de fiilen ve siyasal olarak dağılmış, komünizm çökmüş, Soğuk Savaş bitmiş, fakat Türkiye, sanki bunlar hiç olmamış gibi anti-komünist yapılanmasını dinci ve milliyetçi bir çizgide sürdürmeye devam etmişti. Oysa artık "Birinci derecedeki milli tehlike" komünizm değildi. Üstelik bu değişmenin üzerinden tam altı yıl geçmiş, ama Türkiye, bu muazzam değişmeye karşı gözleri, kulakları, beyni ve yüreği kapalı kalmıştı. Milli Güvenlik Kurulu'nun asker üyeleri, ortadan kalkan "milli tehlike" komünizmin yerine, yeni bir çözümleme ile, ülkeyi komünizmle savaş adı altında ele geçiren irticayı öne çıkardılar. Bu andan itibaren 12 Eylül'den beri orduya büyük destek veren ve YÖK başta olmak üzere 12 Eylülcülerin ve Özal'ın bütün yaptıklarını alkışlayan sağcı ve dinci siyaset, bu kez tam bir tavır değişikliği ile askerleri karşısına aldı. Oysa ülke "komünizmle ve PKK ile savaş" adı altında eğitimini dinci, güvenliğini ise aşırı milliyetçi ögelere teslim etmişti; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yaptığı sadece, komünizm çökünce çırılçıplak ortaya çıkan bu tabloyu görmek ve göstermekti.

51) 12 Eylül'de büyük bir darbe yemiş olan sol ve liberal aydınların bir bölümü de, hem Sovyetler Birliği'nin çökmüş olmasının getirdiği düş kırıklığı ile hem 12 Eylül'ün yarattığı Atatürk karşıtı duygularla hem de 12 Eylül dönemindeki baskılara karşı ses çıkaramamış olmanın ezikliği içinde, asker düşmanlığında, sağcı ve dinci siyasetle ittifaka girdi.

52) Oysa tam 28 Şubat 1997'den önce, Susurluk olayı patlak vermiş, ülkenin sadece irticanın değil, yine Özal'ın yüzünden güçlenen PKK terörüne karşı yürütülen mücadelede yasadışı milliyetçi uygulamaların da pençesine düştüğü ortaya çıkmıştı. Susurluk'ta ortaya dökülen kirli çamaşırların temizlenmesi için "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" adı altında tüm ülkede yaygınlaşan eylem bir süre sonra, o dönem iktidarda bulunan Erbakan-Çiller koalisyonunun laikliği tehlikeye düşüren uygulamalarının protestosu haline dönüşmüştü. Her gece saat dokuzda bütün ülkede ışıklar yakılıp söndürülüyor, insanlar ellerindeki tencere ve tavalara çatal kaşık vurarak çıkardıkları gürültü eşliğinde "Türkiye laiktir laik kalacak" diye slogan atıyorlardı. Yani 28 Şubatın büyük bir toplumsal tabanı oluşmuştu.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 25 Mart 2024

Valid HTML 4.01 Transitional