Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

YAĞMANIN KURUMLAŞMASI I:

YUKARDAN AŞAĞI

 

 

 

Geçen hafta "yağma sosyolojisi"ne kısa bir giriş yapmış ve Türkiye'nin bir yağma toplumu haline dönüşmesinin tarihsel olarak hem yukardan aşağı, hem de aşağıdan yukarı, birbirini pekiştiren iki süreç sonunda ortaya çıktığını söylemiştim.

Bu hafta, "yukardan aşağı" olan süreç üzerinde duracağım.

Bağımsızlık Savaşını kazanan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurdukları "Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti", aslında, Osmanlı'nın tarıma dayalı, iflas etmiş ekonomisini devralmıştır.

Yeni Cumhuriyet endüstrileşmeyi yakalayacaktır ama, özel girişim yoktur ülkede.

Bu durumda, Atatürk ve İsmet İnönü, "devletçilik" adı altında iki akılcı ekonomik politika izlerler:

Birinci olarak, olmayan özel teşebbüsün yapması gereken yatırımlar devlet eliyle gerçekleştirilecek, ikinci olarak da özel sermaye birikiminin oluşması devlet eliyle desteklenecektir.

Birinci sanayi planı çerçevesinde kurulan Sümerbank, Etibank gibi işletmeler birinci politikanın sonucudur.

İş Bankası'nın kurulması, Vehbi Koç'un, o sıralarda tek seçenek gibi görülen Alman sermayesine ve uzmanlığına karşı inşaat işlerinde "milli sermayenin güçlendirilmesi" bağlamında devletçe desteklenmesi, ikinci politikanın sonucudur.

Tabii bu "devletçe destekleme", pek çok yerli ve yabancı tüccarın iştahını kabartır:

Atatürk'ün ve İnönü'nün çevresindeki "nüfuzlu" kişilere "mümessillikler" önerilir.

İş Bankası çevreleri ise, hem "nüfuzludur" hem de açıkça "özel girişimcidir".

Bu çevrelere "aferistler" denilir.

İşte İsmet Paşa'nın Meclis koridorlarında, "Ben bu ülkeyi aferistlere yağmalatmam" diye bağırması bu dönemdeki "nüfuz ticaretine" karşı resmi yönetimin dürüst tepkisinin bir simgesidir.

Fakat siyaset ile ticaret arasındaki kirli ilişkiler yönetime de sızar, hisse senedi yatırımı yapan bakanlar, devlet ihalelerinden çıkar sağlayanlar görülür; görülür ama, bunların üzerine gidilir, kimi istifa ettirilir, kimi yargılanır ve mahkum olur.

Derken, Demokrat Parti iktidara gelir.

Demokrat Parti yönetimi, sadece Soğuk Savaş döneminin bir yansıması değil aynı zamanda toprak ağalığının ve İş Bankası çevrelerinin "aferist" damgalı anlayışının da iktidarıdır.

"Nurlu ufuklar", "Küçük Amerika", "Her mahallede bir milyoner" söylemleri bu dönemde, "devlet eliyle özel girişim yaratma" politikasının, artık yozlaştırılarak "nüfuz ticaretine" dönüşmesini simgeleyen sloganlar olarak ortaya çıkar.

Aynı "nüfuz ticareti", 1960'lardan sonra Adalet Partisi'nin ikitdarında "Büyük Türkiye" sloganı ile topluma egemen olur; artık politikacıların akrabalarının ekonomik ve mali skandalları, kaçakçılık ve yolsuzluk olayları gündeme gelmiştir.

"Devlet eliyle özel teşebbüs yaratma politikası" yozlaştırılarak, "devlet eliyle belli bir siyasetçiyi şahsen destekleyen özel girişimci yaratma" politikasına dönüşmüştür.

Bu politikanın temelleri daha Demokrat Parti döneminde atılmış, örneğin, Vehbi Koç'a, "devlet olarak" gördüğü CHP'den ayrılıp, DP'ye geçmesi için akıl almaz baskılar uygulanmıştır.

AP döneminde bu yozlaştırılmış "destekleme" politikası, Soğuk Savaş şemsiyesi altında "anti-komünizm" ile de kamufle edilir ve yağma düzeni artık kurumlaşma yoluna girer.

Yağma düzeninin, politikacı-tüccar arasındaki kişisel ilişkilerde doruk noktasına ulaşması 1980'lerde ANAP iktidarı döneminde gerçekleşir; politikacılar alenen, Anayasaya bile aykırı olan yatırımları, politikacı-sermayedar işbirliği ile, hem "devletin ekonomik politikasından kişisel çıkar sağlayarak zengin olmak" hem de "kendilerini destekleyen özel girişimci" yaratmak için devreye sokar.

Böylece yağma düzeni artık "devlet politikası" olarak "yukardan aşağı" doğru, elli yıllık bir süreç içinde bütünüyle kurumlaşır.

 

 

 


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 25 Mart 2024

Valid HTML 4.01 Transitional