Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

 

 

KRİZİN AŞILMASINDA POLİTİKACILARIN ROLÜ

 

 

Türkiye'ye demokrasi, endüstrileşme sonuncunda, tabandan yukarı doğru olan taleplerin baskısıyla değil, Kurtuluş Savaşını kazananların tercihi olarak benimsenen "Cumhuriyetçi-Demokratik" modelin gereği olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, "Çok Partili Düzen"e geçilmesiyle geldi.

Ne yazık ki, "Çok Partili Düzen"e geçilmesiyle iktidarı kazanan Demokrat Parti'nin lider kadrosu, demokrasinin temel koşulu ve mukaddes kavramı olan "temel hak ve özgürlükleri" ve bu arada tabii ki "muhalefet özgürlüğünü" yok sayıp, iktidarlarını, demokrasiyi geliştirmek için değil, "çoğunluğun baskısı" anlayışı çerçevesinde yozlaştırmak için kullandılar.

Bu yozlaştırma, zaten henüz hiç bir kavramı ve kurumu toplumca benimsenmemiş olan demokrasiyi bir "çoğunluk diktasına" dönüştürdü ve ne yazık ki, Türkiye'nin "ilk demokrasi deneyimi" 27 Mayıs askeri darbesi ile son buldu.

1961 Anayasası, demokrasinin, "çoğunluğun diktası" yönünde yozlaştırılmasını önleyen bir takım çağdaş kurumlar getirdi ve "temel hak ve özgürlükleri" güvence altına aldı.

Fakat bu gelişme, önce 1968'li kuşağın kışkırtılarak büyütülen komünizm tehlikesine karşı yapılan 12 Mart 1971 ve daha sonra, hem mezhep hem de siyasal kutuplaşma tartışmalarının keskinleştirilmesiyle ulaşılan 12 Eyül 1980 darbeleriyle tersine çevrildi ve Türkiye bugün de "Demokrasi eşittir çoğunluk baskısı" anlayışına uygun düşen bir anayasa ile ve daha önemlisi, bu anlayışa uygun bir siyaset anlayışı ile yönetilir duruma geldi.

Bu anlayış, yani demokrasi eşittir çoğunluk baskısı anlayışı, sadece iktidara gelen Demokrat Parti tarafından değil, ırkçı ve dinci anlayışlar ve partiler tarafından da desteklendi.

"Madem ki toplumun çoğunluğu Türktür, o halde Türkçülük çizgisindeki politika, demokrasiye uygundur" anlayışına dayalı faşizm ile , "Madem ki toplumun çoğunluğu sünni müslümandır, o halde mezhep çizgisindeki politika demokrasiye uygundur" anlayışındaki şeriatçılık, 1950 yılında Demokrat Parti iktidara gelir gelmez, "dış konjonktürün" de desteğiyle günümüze kadar uzandı.

Yukardaki cümledeki kilit sözcükler "dış konjonktürün de desteği ile" kelimeleri.

İçerde, "cumhuriyetçi-demokratik" devrimlere karşı geniş köylü kitlelerinin oluşturduğu direnç, "çok partili düzene" geçilince, Cumhuriyeti kuran partinin karşıtını iktidara getirmiş, ama daha önemlisi, Demokrat Parti'nin uyguladığı "demokrasinin çoğunluk baskısı adına yozlaştırılması", İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan Soğuk Savaş çerçevesinde Sovyetlere karşı kullanılan genel ideolojik-siyasal çizgilere uygun olarak, dış konjonktür tarafından da desteklenmişti.

İşte bir yandan dinci ve milliyetçi politikaların kullanılmasıyla pekiştirilen "çoğunluk baskısı", öte yandan "soyguncu-hortumcu" bir ekonomik siyasetin "kahrolsun komünizm" sloganlarıyla kamufle edilmesi, hem iç hem de dış dinamik ögeleri tarafından desteklendiği için bugün yaşadığımız krizlere geldik.

Derken Sovyetler Birliği çöktü, "Soğuk Savaş" bitti.

Böylece "çoğunluğun baskısı" yönünde, "anti-komünizm" adına milliyetçi ve dinci politikalara olan "dış konjonktürün desteği" ortadan kalktı.

Tam tersine, dış konjonktür, "insan haklarına dayalı gerçek bir demokrasi" yönünde, "soyguncu-hortumcu" bir ekonomiye karşı baskı oluşturmaya başladı.

Bu arada "iç konjonktür" de aynı biçimde değişti ve "demokrasinin yozlaştırılarak, eğitimin şeriatçılara, güvenliğin ise faşistlere ihale edilmiş olmasına ve soyguncu-hortumcu ekonomiye karşı tepkiler başladı".

28 Şubat 1997, iç konjonktürdeki bu değişimin, yani gerçek demokrasinin yeniden gündeme getirilmesinin bilincine varıldığı ve bunun topluma ilan edildiği tarihtir.

Sonuç olarak, Türkiye gerek dış gerekse iç konjonktürdeki gelişmeler sonucunda, mutlaka "gerçek demokrasiye" geçiş yapacak ve "soyguncu-hortumcu" ekonomi son bulacaktır.

Ülke bugünkü "sürekli krizler" noktasına yarım yüzyılda, siyasete ve eğitime büyük yatırımlar yaparak geldi.

Şimdi bu sürecin tersine dönmesi, bütün siyasal, toplumsal ekonomik, eğitimsel ve hatta kültürel yapının değişmesini gerektiriyor.

İşte politikacıların rolü de burada önem kazanıyor:

Onlar bu "dönüşümün" sancılı ya da sancısız olmasını, kısa ya da uzun sürmesini etkileyecekler.

Bence, dünyada meydana gelen ve Türkiye'ye de yansıyan bu "dönüşümün" bilincine varan politikacılar başarılı olacak, bunun algılayamayanlar ise yok olup gideceklerdir.

Ama bu arada tüm dünyayı ve ülkemizi etkileyen bu "büyük dönüşümü" kavrayamayan, "çıkarcı, aptal ve beceriksiz" olan politikacıların bedelini de ne yazık ki toplum olarak biz ödeyeceğiz.

 

 

 

 


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 15 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional