Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 
HAŞMET BABAOĞLU'NUN ATATÜRK SORUSU






Bugün size genç basın mensuplarıyla olan bir sohbeti aktarmak istiyorum.

Şakir Eczacıbaşı, İstanbul Kültür ve Kongre Merkezi ile ilgili olarak, şantiyede yemekli bir basın toplantısı düzenlemişti geçenlerde.

Hani şu Hakkı Devrim'in sorduğu yorum-sorunun yanlışlıkla Nilgün Cerrahoğlu'na atfedildiği toplantı.

İşte o toplantı sırasında, soru faslı bitmiş, yemeğe geçilmişti.

Ben önce, bir işi dolayısıyla hemen gidecek olan Hıncal Uluç'la oturdum.

Sonra Hıncal gidince, elimde tabak, kendime yeni bir yer ararken, gözüme genç arkadaşlarımın oturduğu bir masa ilişti.

Derhal oraya yöneldim ve boş bir iskemleye yerleştim.

Masada, anımsayabildiğim kadar, Milliyet'ten Ayça Atikoğlu, Duygu Asena, Radikal'den Cem Erciyes, Hürriyet'ten İhsan Yılmaz, Yeni Binyıl'dan Haşmet Babaoğlu vardı.

Konuşma önce, son günlerde basına magazin malzemesi olan Bülent Erkmen'in Büstler kitabından açıldı.

Haşmet Babaoğlu izinli olduğu bir gün yapılan bir yayın dolayısıyla hiç istemediği bir duruma nasıl düştüğünü anlattı.

Arkadan söz Hıfzı Topuz'un Eski Dostlar adlı son kitabına ve Sabahattin Ali'nin ölüm emrini kimin verdiği konusuna geldi.

Babaoğlu çok keyifliydi.

Kitapta ipuçları verilen bu konunun basın tarafından nasıl araştırılması gerektiğine ilişkin mükemmel bir gazetecilik dersi verdi hepimize.

Derken, sohbet eski günlere kaydı.

Ayça Atikoğlu, Hacettepe'de "dışardan" benim derslerime girer ve izlermiş.

O zamanlar benim, öğrencilerin goşist eylemlerini nasıl eleştirdiğimi anımsattı.

Derken Haşmet Babaoğlu asıl soruyu patlatıverdi.

"Hocam, siz o zamanlar da Atatürk'ü anlatırdınız ama kim dinlerdi ki?" dedi.

Aslında bu bir soru değil, zekice yapılmış bir yorumdu.

Ben zaten bu konuda yaralı olduğum için, hemen, 1960'ların sonundaki ve 1970'lerin başındaki bazı açık oturumlarda, izleyici sayısının konuşucu sayısından bile düşük olduğu toplantıları anlattım.

Babaoğlu, aslında "Atatürkçülüğün yükselmesi" olayındaki "diyalektik süreci" vurgulamak istiyordu:

Atatürkçülüğün bugünkü popülaritesini, "siyasal islamın" güçlenmesine bağlıyordu.

Haklıydı.

Ben fırsatı yakalamışken, hemen "hayatımın hiç bir döneminde kendimi Atatürkçü olarak tanımlamadığımı, daima önce demokrat ve sonra sosyal demokrat olduğumu vurguladığımı, ama aynı çizgiyi bugüne dek tutarlı olarak sürdürdüğüm halde, ‘aynı kişiler' tarafından o zamanlar, ‘uzlaşmacı' bugün ise ‘jakoben' diye suçlandığımı" anlattım.

Yani demokratlık ve sosyal demokratlık, 60'lı, 70'li yıllarda "uzlaşmacılık", bugün ise Atatürkçülük bağlamında "jakobenlik" olarak suçlanıyordu ve bunu yapanlar da "aynı insanlardı".

O zamanlar beni "soldan" eleştirerek "uzlaşmacı" bulanlar, ben aynı düşünceleri bugün de savunduğum halde beni bu kez de, "sağdan" eleştirerek "jakobenlikle" suçluyorlardı.

Ben aynı kaldığıma göre, değişenler onlardı.

Zaman içinde düş kırıklığına uğramış "bazı arkadaşlar" o zamanlar sol açıdan "uzlaşmacı" buldukları düşünceleri, bugün sağ açıdan jakoben, yani tepeden inmeci diye suçluyorlardı.

Ben yine kendimi "Atatürkçü" olarak değil, önce demokrat, sonra sosyal demokrat olarak tanımlamayı sürdürüyorum ve temel özelliğim olan Atatürkçülüğümle de iftihar ediyorum.

Bu arada ilginç bir not olarak, bütün hayatım boyunca iki kez soruşturma geçirdiğimi, her ikisinin de, kendilerini Atatürkçü sanan ve sayanların ihbarlarıyla, Atatürk hakkında yaptığım konuşmalar konusunda olduğunu belirtmeliyim.

Yani anlayın 1970 ve 1980'lerdeki Atatürkçülerin ve Atatürkçülüğün halini.

İşte Babaoğlu'nun sorusunun düşündürdükleri bunlardı.

Sizlerle paylaşmak istedim.
 
 


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 30 Eylül 2024

Valid HTML 4.01 Transitional