Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

TON'LAR SAVAŞI: CLİNTON, HUNTİNGTON'A KARŞI

Sovyetler Birliği çöktükten sonra, Batı'lı bazı düşünürler Batı Uygarlığı için "yeni bir düşman" aramaya başladı.

Bunların temel varsayımı, bir uygarlığın belli düzeyde bir meydan okuma ile karşı karşıya olmadığı zaman, yozlaşacağı anlayışı idi.

Bu varsayımın temelleri ünlü bilim adamı Toynbee'nin tarih felsefesine dek uzanıyordu.

Toynbee, tarihte ancak belli düzeydeki bir meydan okuma ile karşı karşıya olan ve bu meydan okumaya karşılık vererek onu aşan uygarlıkların gelişip serpildiklerini söylüyordu:

"Belli düzey" çok önemliydi, çünkü bir uygarlığı tehdit eden toplumsal, ya da doğal düşmanın, o uygarlığı yok edecek kadar güçlü olmaması, ama onun tarihte yer alabilecek nitelikte olup olmadığını sınayacak denli de kuvvetli olması gerekiyordu.

İşte bu temel felsefe çerçevesinde günümüzdeki pek çok yazar ve düşünür, "Batı Uygarlığı"nın olgunlaştığını ve artık yozlaşma dönemine girdiğini savunurken, bir de bu uygarlığı diri tutan düşman, yani Sovyetler Birliği çökünce, bazı bilim adamları kendi uygarlıklarının dinamizmini sürdürecek yeni düşmanlar arayışına giriştiler.

Samuel P. Huntington adlı bir Harvard profesörü, bu bilim adamlarından biri, belki de onların en önemlisi idi.

Huntington, Sovyetler Birliği çöktükten sonra, Batı Uygarlığı'nın karşısına tehdit ögeleri olarak Çin ve İslam uygarlıklarını dikiyordu.

Bütünüyle yanlış değerlendirmelere ve hatta yanlış bilgilere dayalı bir biçimde geliştirdiği teze göre, önümüzdeki yüzyıl, artık dinlerin belirlediği ayrımlara göre çatışmaların ortaya çıktığı bir dönem olacaktı.

Aslında son derece "Batı eksenli" ve bu yüzden de bütünüyle yanlış bir yaklaşımla ele aldığı konuyu, uygarlıkları esas olarak "din farklıklarının" belirlediği, ve Katolik-Protestan Hırıstiyanlığa dayalı Batı Uygarlığına, başka hiç bir dine dayalı uygarlığın yetişemeyeceği ve benzeyemeyeceği anlayışı ile işliyordu.

Bu arada, dünya tarihine özgün bir dönüşüm örneği armağan etmiş olan Osmanlı-Türk değişimini simgeleyen Atatürk'ü, adını da vererek bütünüyle reddediyor ve Türkiye'nin yeniden İslam devleti kimliğine geri dönmesini öneriyordu.

Tahmin edeceğiniz gibi, bizim "şeriatçı kardeşlerimizin" de dört elle sarıldıkları bu düşünür, artık, dünyadaki bütün savaşların "farklı ve düşman dinler arasında" çıkacağını öne sürüyor ve değişik uygarlıkların liderlerinin bu savaşlara müdahale etmemeleri gerektiğini belirtiyordu.

"İnsan hakları", "kadın özgürlüğü" gibi kavramları da "emperyalist kültür" olarak niteleyen Huntington, İslam ülkeleri için, ikinci sınıf bir değerler sisteminin daha özgün ve uygun olduğunu söylüyordu.

(Huntingtonu'un bu düşüncesi üzerinde gelecek yazılarımdan birinde ayrıca derinleşmeye ve gerçek "emperyalist kültürün" böyle bir "ikinci sınıf" "sömürge kültürü" icat etmek olduğunu anlatmaya çalışacağım.)

Burada çok kısaca özetlediğim, ama 21. Yüzyılda Türkiye adlı kitabımda çok ayrıntılı olarak açıkladığım ve eleştirdiğim yaklaşımıyla Huntington, tam anlamıyla gelecekteki ırkçı ve dinci bir faşizmin yeni teorisyeni olarak ortaya çıkmıştı.

İşte bu "teorisyene" karşı bir "uygulamacı", 68 kuşağından A.B.D. Başkanlığına seçilmiş olan Clinton, bir soykırım ile karşı karşıya olan Müslüman-Arnavut Kosova halkını kurtarmak için, "Hırıstiyanların ezici çoğunlukta olduğu NATO"nun, "Ortodoks-Sırp" saldırısına karşı savaş ilan etmesiyle, Bosna katliamını da aynı biçimde sona erdirmiş bir kişi olarak, artık yeni yüzyılın farklılığını yapısal bir biçimde işaret etmiş oluyor:

Bu yeni yüzyıl, din ve ırk farklılıklarına dayalı faşist yönetimlerin "etnik temizlik" adı altındaki soykırımlarıyla simgelenen kan ve gözyaşına doğru değil, dini, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun, sırf insan oldukları için eşit doğmuş bulunan kişilerin, devlet karşısında aynı hak ve özgürlüklere sahip oldukları hukuken eşitlikçi, sosyo-ekonomik olarak da adaletçi bir düzene doğru gelişecek.

Türkiye'deki varlıkların din ve mezhep farlılıklarının vurgulanmasına ya da ırk ve milliyet kimliklerinin abartılmasına bağlamış olan "şeriatçıların" ya da "Kürt ve Türk milliyetçilerinin" pek hoşuna gitmese de yeni yüzyıl, bu farklılıkları aşan bir "demokrasi" ve "uygarlık" anlayışı ile geliyor.

İşte Clinton'un, Huntington'a, demokrasi ve insan haklarına dayalı uygarlığın, ırkçılığa ve dinsel ayrımcılığa karşı zaferi, bir daha dünyanın hiçbir yerinde savaş olmaması dileğiyle Avrupa göklerinde izlediğimiz tomahawk füzlerinin başlıklarında ışıldıyor.

Kosova'nın son savaş olması dileğiyle, bu ışıltının Türkiye'yi yönetmeye talip olanların da önünü aydınlatmasını ve özellikle de ülkemizdeki seçmenlerin gözünü açarak, 18 Nisan seçimlerinde yamyamlara oy vermelerini önlemesini temenni ediyorum.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 30 Eylül 2024

Valid HTML 4.01 Transitional