Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

DEMOKRASİNİN GÜVENCESİ SORUNU

 

Demokrasi gökten zembille inmemiştir.

Demokrasi, sanayi devriminin ürettiği sermaye sınıfının, din baskısına ve toprak ağalarına karşı başkaldırması ile başlayan bir süreç ile kurulmuştur.

Önce kör inancın, kutsal kitapları ve müminleri kendi iktidarları için istismar eden din adamlarının egemenliğine karşı başkaldırılmıştır.

Daha sonra, başlarında kralın ya da imparatorun bulunduğu toprak ağaları ile savaşılmıştır.

Sermaye sınıfı bu savaşları kazandıkça güçlenmiş, güçlendikçe büyümüş, büyüdükçe, bir başka sınıfın, işçi sınıfının ortaya çıkmasına ve kuvvetlenmesine yol açmıştır. Sermaye sınıfının güçlenmesiyle kaçınılmaz olarak büyüyen işçi sınıfı, bir süre sonra, burjuvazinin iktidarını paylaşmak istemiş ve demokrasi, son aşamada, emekçilerin siyasal iktidara ortak olmasıyla kurulmuştur.

Demokrasi, çağdaş iki sınıfın, sermaye sınıfı ile işçi sınıfının, önce din baskısını ve toprak ağalarını tasfiye ederek, sonra da birbirlerini dengeleyerek oluşturdukları bir siyasal rejimdir.

Günlük dil ile söylersek, "demokrasiyi, fabrika yaratmıştır".

Bu sürecin bir başka ifadesi, "fabrika olmadan demokrasi olmaz" biçiminde de dile getirilebilir.

 

* * *

 

Osmanlı İmparatorluğu, endüstrileşme sürecini kaçırdığı ve bu süreci yaşayan ülkelerin sömürgesi durumuna düşerek, düşmana yenildiği ve işgal edildiği için çöktü.

Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, ülkeyi işgal eden düşmana karşı bir askeri zafer kazandığı için kurulabildi.

Fabrikasız bir ülkede "çağdaş bir devlet" kurmak, ancak daha önce endüstrileşmiş olan ülkelerin ürettikleri kültürel, siyasal ve hukuksal yapıyı benimsemekle olanaklı idi.

İşte "altı ok", fabrikasız bir ülkede, "demokrasiye giden kısa yolları" simgeliyordu.

Türkiye'de bugün kurmaya ve işletmeye çalıştığımız demokrasi, endüstrileşmenin "doğal sonucu" olarak değil, Kemalistlerin, kılıçlarının gücü ile kazandıkları bir bağımsızlık savaşı sonunda uygulamaya koydukları "ideolojik bir model olarak" ortaya çıktı.

 

* * *

 

Bugün Türkiye'deki bunalım, Batı'da demokrasiyi üretmiş olan endüstrileşmenin doğurduğu sermaye ve işçi sınıflarının, Cumhuriyet dönemindeki tüm devlet desteğine karşın, yeterince güçlenip, rejime sahip çıkamamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle siyasal islam, çağ gerisi bir rejim peşinde koşabilmekte, bu nedenle devleti yöneten bürokrat ve politikacılar, çetelerden ve tarikatlardan medet umabilmektedirler.

Akyol, benim "Toplumdaki çoğunluk, üstelik de din gibi, ya da milliyetçilik gibi mukaddes değerler adına demokrasiden vazgeçmek isterse buna kim karşı koyacak?" soruma ne yazık ki cevap vermiyor.

Sayın Taha Akyol, 16 Haziran 1998 tarihli yazısında diyor ki:

"Türkiye gibi kurumlaşmış, sosyolojik olarak ‘çeşitli' ve epeyce dünyaya açılmış bir toplumda sivil çoğunluk tehlikesi yoktur, ortada ‘çoğunluk' bile kalmadı zaten!".

Sayın Taha Akyol'un bu yargısı doğru olsaydı, zaten bir demokrasi sorunu yaşamıyor olurduk.

Üstelik Sayın Akyol, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'de yaşanan "demokrasinin mukaddes değerler de kullanılarak yozlaştırılması" sürecini ve bu süreçte, 1968'den itibaren ağırlığını duyuran "sivil ve asker ittifakını" da gözden kaçırıyor.

Çökmüş ve işgal edilmiş bir İmparatorluktan çağdaş bir devleti yani bunun günümüzüdeki yansıması olan demokrasiyi amaçlayan kadroları "tepeden inmecilik ve Jakobenlikle" suçlayacaksınız, sonra da 12 Mart ve 12 Eylül'de olduğu gibi "sivil ve asker devlet yöneticilerinin desteği ile" yani "baskıcı yöntemler" ile, üstelik işlerine geldiğinde demokrasinin nimetlerinden de yararlanarak, kısa dönemli amaçları için devleti tarikatlara ve çetelere ihale eden, uzun dönemli amaçları için ise normal eğitimi din eğitimi ile ikame eden anlayışı görmezlikten geleceksiniz.

Bence asıl sorun, bu "görmezlikten gelme" olayında yatıyor.

Ben, Akyol'un cevaplamadığı kendi sorumu yanıtlayayım:

Demokratik toplumlarda, çoğunluğun baskısına karşı güvence, hukuksal olarak Anayasa ve yasalar, sosyolojik güç olarak ise sermaye ve işçi sınıfları ile bunların uzantısı olan sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları ve demokrasiden yana tavır koyan tüm kişi ve gruplardır.

Osmanlı endüstrileşmeyi kaçırdığı için, bizim demokrasimizin temelinde, tarihsel olarak, "çağdaş sınıfların desteği" değil "devletçi-seçkincilerin ideolojik bir modernleşme projesi" yatar.

Çağdaş sınıflar ve onların sivil toplum uzantıları gelişip güçlenerek siyasal partilere ve rejime sahip çıkmadığı sürece, demokrasinin güvencesi sorunu, beceriksiz ve çıkarcı politikacıların elinde oyuncak olmaya ve her türlü müdahaleye açık kalmaya mahkûm gözükmektedir.

 


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 22 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional