Kitaplar Sürekli Yazılar Kitap Söyleşileri |
Türkiye'yi bir "rüşvet ve
yolsuzluk ahtapotu" sarmış bulunuyor.
Buna ek olarak cinayet, gasp
ve uyuşturucu şebekeleri devletle iç içe.
Ayrıca "faili meçhul" cinayetler
de cabası.
Belki size garip gelecek
ama, bunların içinde en önemlisi, "rüşvet ve yolsuzluk ahtapotu". Çünkü
devletle ilgili olan bütün öteki sapmaların altında bu ahtapot yatıyor.
Çünkü bu ahtapot, "sosyal-hukuk devletini"nin kanını emdi, onu yedi bitirdi.
Bütün öteki münasebetsizlikler de bu yüzden ortaya
çıktı.
Bakın neden:
Türkiye'de yolsuzluğun, rüşvetin,
cinayetin, gaspın, uyuşturucu kaçakçılığının, "faili meçhullerin" önlenmesi
neye bağlı.
Sosyal-hukuk devletinin işlemesine
Peki sosyal-hukuk devletinin
işlemesi neye bağlı?
Yasalara.
Yani hem iyi yasalarınız
olacak, hem de bunları iyi uygulayacaksınız.
Peki yasaları kim yapacak?
Meclis.
Yasaları kim uygulayacak?
Meclis'in seçtiği hükümet.
Meclis ve hükümet kimlerden
oluşuyor?
Politikacılardan.
Şimdi soru şu: Politikacıların
tümü, parti farkı olmaksızın yağma ahlâkını benimsemişse ne olacak?
Ne olacağı açık: Bugün Türkiye'de
neler oluyorsa onlar olacak.
Peki bu düzelmez mi?
Bugünkü siyasal ahlâk
ve bu siyasal ahlâkın pençesindeki siyasal
yapı sürdükçe "Hayır".
Peki bu "yaygın yağma kültürü"
nereden kaynaklanıyor?
Politikacıların hepsi mi
ahlâksız?
Yani bu ülkede hiç mi ahlâklı
kimse yok?
Ya da sadece ahlâksızlar
mı politikaya giriyor, veya sadece ahlâksızlar
mı seçiliyor?
Sema Erder'in
iki hafta önce sözünü ettiğim, "İstanbul'a Bir Kent Kondu, Ümraniye" ve
Uğur Mumcu Vakfı
tarafından yaptırılan bir araştırmanın sonucu olarak
yine aynı vakıfca bastırılan "Kentsel Gerilim" adlı kitapları ile, Mübeccel
Kıray'ın daha önce bu sütunlarda üç hafta boyunca özetlediğim görüşleri,
bu sorunun yanıtını veriyor.
1950 yılından başlayarak
büyük bir ivme kazanan kente göç olgusu, kentsel alanların yasa dışı yollarla
yağma edilmesine yol açtı.
Siyasal iktidarlar, bu yasa
dışı yağmayı destekledi ve bir süre sonra da Özal
döneminde doruk noktasını yaşadığımız gibi, bu yağmayı meşrulaştırdı.
Böylece bu alanlarda yaşayanların
arasında, kaba kuvvete dayanarak yasalara karşı gelen ve bunun sonunda
zenginleşen bir kitle ve bu kitlenin "arabesk bir ahlâk" anlayışı gelişti.
Bu "arabesk ahlâkın" en önemli
niteliği, yasa tanımazlığı ve yırtıcılığı.
Sema Erder'in "yükselen
aileler" dediği bir kesim, hem kentte tutunabilmek hem de yağmalarını meşrulaştırmak
için yerel politikaya girdi ve Mübeccel Kıray'ın "patronaj ilişkisi"
dediği mekanizmaları işleterek, bir yandan belediyelerdeki, öte yandan
partilerin il ve ilçe örgütlerindeki politikacılarla bütünleşti. Çok yırtıcı
olduklarından da bunu herkesten daha başarıyla yaptı. Belediye meclislerini,
imar komisyonlarını ve daha da önemlisi, ulusal politikayı belirleyecek
olan partilerin, delegeliklerini ele geçirdi.
"Yağma kültürü", bu yolla
tüm siyasal partilerin hem yerel hem de ulusal örgütlerine egemen oldu.
Böylece de ülkeyi ele geçirdi.
İşte "ahtapotun beyni" bu
süreçtir.
Yani Türkiye'yi pençesine
alan "rüşvet ve yolsuzluk" ahtapotunun yol açtığı hastalık öyle
basit bir ameliyatla düzeltilecek bir hastalık değildir,
Bu "ahtapotun kolları" ise,
siyasal partilerdir.
"Kent hukuku dışı gelişmiş
alanlarda" yükselen aileler ve bunların "arabesk yağma kültürü" tüm yerel
yönetimleri ve tüm partileri ele geçirmişlerdir. Hangi parti iktidara gelirse
gelsin, onlar için farketmemektedir. Belediye meclislerindeki güçleriyle
yerel politikayı, delegeliklerdeki ve örgütlerdeki güçleriyle de ulusal
politikayı bütünüyle denetlemektedirler.
Türkiye'nin kurtuluşu, "demokratikleşme
sürecinin", sosyal-hukuk devletinin güçlendirilmesi doğrultusunda gelişmesine,
ve bunun için de siyasal partilerin kendilerini "ahtapotun beyninden" kurtarmalarına
bağlıdır.
Ben umutluyum.
|
Tweet |
Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.
Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta
Son güncelleme tarihi 17 Mart 2025