Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

MARİO LEVİ İÇİN YAZI

 

NAZİLERİN CİNAYET ÇILGINLIĞI TÜM TOPLUMA NASIL BENİMSETİLDİ

 

EMRE KONGAR

 

Toplumsal bilimler öğrencisi olmaya karar vermeden çok önce de tarihe ilişkin iki soru aklımı sürekli kurcalardı:

Bu sorular, biri olumlu, biri de olumsuz nitelik taşıyan iki gelişmenin "nasıl oluştuğu" konusuna ilişkindi.

Olumlu gelişme olarak nitelediğim, "endüstrileşmeyi kaçırmış ve bu nedenle güçsüzleşerek sonunda savaşta yenilip işgale uğramış bir bir din-tarım İmparatorluğundan yepyeni bir Cumhuriyet'in, hiç bir alt yapı olmadan nasıl oluşturulabildiği" sorusu idi.

Bu soru tabii iki yönlü idi:

Birincisi, bu yenilmiş yakılmış imparatorluk toprakları üzerinde ulusal bir kurtuluş savaşının nasıl kazanıldığı, ikincisi de, bu savaş kazanıldıktan sonra, bir hilafet, ya da bir faşist ırkçı bir diktatatörlük ya da bir sovyet yönetimi yerine nasıl ve neden bir Cumhuriyet kararı alındığı idi.

Bu sorunun yanıtını, toplumbilim alanında "ebedi öğrenci" olduktan sonra derhal aramaya başladım ve vardığım sonuçları hem Atatürk'e ilişkin kitaplarımda, hem de Türkiye'yi irdelemeye çalıştığım yapıtlarımda okurlarımla paylaştım.

Kafamı kurcalayan ikinci soru, olumsuz bir gelişmeye, Alman Devletinin, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında bir "soykırım" çılgınlığı içine toplumun tüm katmanlarıyla birlikte nasıl girdiğine ilişkindi.

Nazileri onaylamıyor ama en azından ideolojilerini ve uygulamlarını görebiliyordum.

Aklımın almadığı, bütün bir toplumun, yargısıyla, ordusuyla, eğitimiyle, bilimiyle, sanatıyla, işçisiyle, köylüsüyle, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle, böyle bir cinayet çılgınlığına nasıl katılmış olmasıydı.

Atatürk ve Türkiye Cumhuhriyeti'yle ilgili çalışmalarıma koşut olarak, Nazi olayını, Almanya'yı, İkinci Dünya Savaşı'nı sürekli olarak gündemimde tuttum.

Yüzlerce kitap ve araştırma okudum.

Sonunda galiba doğru yanıta ilişkin bazı izlenimler edinebildim.

Sevgili dostum, değerli yazar Mario Levi, "Holocust" konusunda bir yazı isteyince, bu alandaki izlenimlerimi ilk kez okurlarımla paylaşmaya karar verdim.

İşte şimdi okuyacağınız yazı, bazı izlenimlerimi, bir "varsayım" olarak okurlarımla paylaşma çabamı yansıtacaktır.

Yazıda herhangi bir dip not filan kullanmadım, çünkü "klasik" anlamda bir "bilimsel" makale kaleme almak niyetinde değilim.

Sadece izlenimlerimden oluşan bir varsayımımı okurlarımla paylaşmak istiyorum.

1) Bir toplum, tümüyle bir cinayet makinası haline nasıl dönüştürülebilir: Ön koşullar.

İşe önce herkesin bildiği bazı tarihsel ve toplumsal koşulları anımsatarak başlamak istiyorum.

Çünkü varsayımımı açıkladığım zaman bunun "iktidar ve meşruiyet" olarak birbirine bağlı olan ama aynı zamanda birbirinden ayrı biçimde geliştirilen iki kavram üzerine kurulu olduğu görülecektir.

1) Alman toplumu "disiplini" ile bilinir. Bu onun Bismarck'tan sonra oluşan önemli toplumsal ve tarihsel özelliklerinden biridir.

Disiplinli bir toplum olan Almanlar, her türlü faşist gelişmeye uygun bir ortama sahip olmuşlardır.

2) Almanya ileri bir endüstri ülkesidir. Bu niteliği onun, özellikle ham madde gereksinimi açısından sömürgeleler savaşında önemli bir rol almasına yol açmıştır.

3) Almanyanın ekonomik ve toplumsal gelişmişliği, onun "bir üst topumsal ve siyasal aşamaya" geçmesi için uygun bir ülke olmasına yol açmıştır. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru güçlenen milliyetçilik akımlarının bir üst aşaması, ya da bu aşamaların bir seçeneği, yanlış bir doğrultuda da olsa, "ırkçılık"olarak algılanmıştır. Irkçılık, Birinci Dünya Savaşa sonunda tasfiye edilen tarım-din imparatorluklarını ortadan kaldıran "milliyetçilik" akımlarının tüm dünyada görülen sonuçlarından biridir. (Öteki seçeneklerin, sosyalizm, Leninizm, emperyalizm, sendikalizm, demokratik ve laik sosyal refah devleti çizgilerinde oluştuğunu anımsayalım)

4) Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya'ya dayatılan Versay andlaşması, toplumun hem ekonomik ve siyasal anlamdaki gelişmesinin önününde bir engel olarak görülmüş, hem de "Almanların ulusal gururunu" zedelemiştir.

5) 1929 dünya ekonomik bunalımı, bir yandan Almanya'nın ağır savaş borçlarının ödenmesinde yardımcı olan, Amerika ile arasındaki mali ve ekonomik ilişkileri zedelemiş öte yandan, ülkenin tam bir "hiper enflasyon krizi" içine sürüklenmesine yol açmıştır.

6) Sovyetler Birliği'nin kurulmuş olması, Almanya'daki "komünist" akımları güçlendirmiş, ülke sadece ekonomik ve toplumsal olarak değil, siyasal ve ideolojik olarak da büyük bir kargaşanın ve "iktidar mücadelesinin" yani rejim bunalımının içine sürüklenmiştir.

7) Hitler ve Naziler, ülkedeki siyasal yönetimin kararsızlıklarından ve beceriksizliklerinden olduğu kadar, İngiltere'nin ve özellikle Fransa'nın "aymazlığı" sonunda, rahatça güçlenmişlerdir. Demokrasi, henüz içte de dışta da, "korunması gereken ideal bir rejim" olarak algılanmamaktadır.

8) Gerek ekonomik kriz, gerekse komünizmin yükselişi, Hitler'in yani Alman Nazileri'nin Alman büyük sermayesinin desteğini almasına yol açmıştır.

9) Hırıstiyan kültürü, Yahudi düşmanlığını, tarihsel ve dinsel olarak Avrupalıların "toplumsal bilinç altlarına" iyice kazımıştır.

10) Her uluslaşma sürecinde ve her ulusal eylemde "ortak düşman" kavramı "olmazsa olmaz" bir sosyal psikolojik ve siyasal koşuldur. Eylemin gücü ile düşman kavramının gücü ve dolayısıyla, "düşmana karşı alınacak önlemlerin şiddeti" doğru orantılıdır.

Evet, dönemin bu kitlesel cinayet çılgınlığını hazırlayan "ön koşulları" çok kaba hatlarıyla, özet olarak bunlardır.

Şimdi özel uygulama koşullarına bakalım.

2) Bir toplum, tümüyle bir cinayet makinası haline nasıl dönüştürülebilir: Uygulama koşulları

1) Naziler yavaş yavaş, tedricen güç kazanmışlardır.

2) Demokrasi, temel hak ve özgürlüklere dayalı bir rejim olarak değil, faşizmi davet eden biçimde sadece "çoğunluğun yönetimi" olarak algılanmış, yalnızca oy mekanizmasının işlemesi, sürecin demokratik sayılması için yeterli görülmüştür. Naziler bunu kendi amaçları için çok güzel kullanmışlardır.

3) Eğitim ve örgütlenme etkinlikleri Naziler tarafından son derece etkin bir biçimde kullanılmıştır. Özellikle çocuklar ve gençler arasındaki örgütlenmeye önem verilmiş, tüm toplum, milli eğitim olanakları kullanılarak gençler ve çocuklar aracılığıyla etkilenmiştir.

4) Nazilere karşı çıkanlar yavaş yavaş temizlenmiş, Hitler karşıtları hiç bir zaman örgütlenme ve güçlenme şansı bulamadan teker teker tasfiye edilmişlerdir.

5) Ülkenin bir "savaş durumu" içinde bulunması her türlü milliyetçi duyguların aşırı biçimde yorumlanmasına, "ihanet" kavramı üzerine dayalı propagandanın muhalefeti bütünüyle susturmasına yardımcı olmuştur.

6) Siyasal ve toplumsal propaganda en ileri tekniklerle, en yaygın ve en şiddetli biçimiyle, toplumun beyninin yıkanması için kullanılmıştır. Bu çerçevede radyo, önemli bir iletişim kanalı olarak Naziler tarafından çok iyi kullanılan bir araç olmuştur.

7) Toplu cinayetler, toplama kampları, gaz odaları, fırınlar, toplumda açık ve şeffaf biçimde meşru ortamlarda tartışmaya fazla konu edilmemiştir. Bu konudaki çabalar derhal engellenmiş, cinayetlerin üstü örtülmeye çalışılmıştır. Toplum, gözü önünde olanları adeta bir "sessiz film izler gibi" seyretmiştir.

8) Soykırım, temel olarak asil ve yüce bir değer olarak takdim edilen "Germen ırkçılığına" dayandırılmış, insanların kimlikleriyle ilgili olan "milliyetçilik duygusu" en aşırı biçimde istismar edilmiş ve cinayetlerin arka planındaki gerekçe olarak kullanılmıştır.

9) Toplumsal çapta uygulanan soykırım, ülke sınırlarını da aşan daha büyük ve daha yüce bir "evrensel dünya düzeni" çerçevesinde ele alınmış, insanların tarih ve "insanlık" bilinci "Germen ırkçılığı" çerçevesinde yeni bir tarih ve yeni bir insanlık adına uygulamaya konulmuştur.

10) Bilimin, sanat ve kültürün her alanı, adaleti de kapsayacak bir biçimde bu "yeni ideoloji", "yeni dünya düzeni" çerçevesinde yönlendirilmiş, toplum, bu kanallar aracılığıyla da manipüle edilmiştir.

11) Yahudi "tehlikesi", evrensel bir "dünya tehdidi" olarak ele alınmış, sadece dinsel ve tarihsel olarak değil, güncel ve siyasal olarak da, gerektiğinde yapay düzenlemeler ve sahte eylemlerle de desteklenerek büyütülmüştür.

Evet Nazi Almanyası'ndaki uygulama düzenlemelerinin kabaca sınıflaması da özet olarak böyle.

Şimdi artık işin temelinde yatan iki esas ögeye ve bunların nasıl kullanıldığına bakabiliriz:

3) Bir toplum, tümüyle bir cinayet makinası haline nasıl dönüştürülebilir: İktidarın gücü ve meşruiyet aldatmacası: Hükümet-devlet ayniyeti ve seçim aldatmacası.

Buraya dek hep toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel "yönlendirmeler" üzerinde durduk.

Şimdi artık asıl soruyu sormak gerekiyor:

Normal bir insan, ister Alman olsun, ister başka bir milletten, ister Hırıstiyan olsun, ister başka bir dinden, bir soykırıma nasıl destek verir, kendinden farklı insanların topluca yok edilmesine nasıl katılır?

Tabii bu soruyu sorarken, "normal bir bireyin" toplu katliam biçiminde örgütlü olarak uygulanan bir "soykırıma" "normal koşullarda" destek vermeyeceği varsayımından hareket ediyoruz.

"Toplumsal çılgınlığa katılan ve soykırım cinayetlerine gönüllü olarak destek veren" bireylerin neden böyle davrandıklarının tarihsel, toplumsal ve siyasal nedenleri yukarda özetlenen maddelerde belirtilmiştir.

Tabii bunlara pek çok "bireysel sapma" nedenini açıklayan "psikolojik" ögeler de eklenebilir.

Naziler üzerine yazılmış inceleme yapıtları bu "psikolojik çözümlemeler" açısından da çok zengindir.

Ama ben burada, "normal bir iyi insanın" nasıl olup da bu soykırım cinayeti çarkının bir parçası haline dönüşebildiğinin toplumsal ve siyasal mekanizmalarını çözümlemek istiyorum.

Konuya bu açıdan baktığımda karşıma iki öge çıkıyor:

Bunlardan biri, bireyi "vatandaş" haline getiren, yaşadığı toplumun bir parçası olarak işlevlerini yerine getirmesini sağlayan, onun yaşamını meşrulaştıran ve daha doğrusu yaşamasını olanaklı kılan bir "iktidar, ve onunla anlamdaş olarak yozlaştırılan devlet" kavramıdır.

Bireyin içinde yaşadığı toplumun iktidarı (devleti), önce bireyin "vatandaşlığını" onaylar: Ona bir nüfus kağıdı verir.

Daha sonra bütün medeni hakları bu iktidarca onaylanır: Evlenmesi, çocukları ve sonunda ölümü.

Yani birey, kimliği, içinde yaşadığı toplumun iktidarı tarafından onaylanan ber varlıktır.

Kendisinin ve çocuğunun eğitimi, aldığı diploma, yargılandığı mahkeme, gittiğini hastahane, kendisine kent hizmetlerini sağlayan belediye hep o "siyasal iktidar" onayladığı için vardırlar ve kendisinin de varlığını onaylarlar.

İşte "birey", genel olarak çağdaş demokrasinin geliştirdiği bir kavram olan "eylemli ve devleti denetleyen vatandaş" olmaktan çok "varlığı siyasal iktidar tarafından onaylanan bir kimliktir".

Tek başına bireyin, "siyasal iktidara" yani "devlete karşı" hemen hemen hiç bir gücü yoktur; daha doğrusu devlete karşı sahip olduğu bütün güçler yine ancak "devletin koruması ve güvencesi altındadır".

Tam bu noktada, "siyasal iktidar" ile "devlet" kavramlarını eş anlamlı kullandığıma dikkat edilsin.

Oysa biz biliyoruz ki, "çağdaş demokrasilerde" "devlet", "siyasal iktidardan" yani "hükümetten" daha büyük, daha geniş ve daha farklı bir varlıktır: "Bireyin haklarını hükümete karşı da koruyan bir varlık".

İşte Nazi Almanyası'nda "normal ve iyi insanları" da soykırım cinayetlerinin bir parçası haline getiren birinci öge, bu "devlet-hükümet ayrımının ortadan kaldırılmış olması", bireyin, Nazi iktidarı karşısında yalnız ve korumasız bırakılmış olmasıdır".

Bu saptamayı yaptıktan sonra, ikinci olarak Nazilerin "devlet-hükümet ayrımını" nasıl ortadan kaldırdıklarına ve bireyi kendi iktidarları karşısında nasıl korumasız ve zavallı birer piyon haline getirdiklerine bakalım:

Burada tartışmak istediğim konu, siyasal manevralar ya da ince hukuksal ve siyasal oyunlar değildir.

Üzerinde durmak istediğim nokta "devleti ele geçirme mekanizmasının" yani onlara kamuoyu vicdanında ve siyasal-hukuksal ortamda tanınan "meşruiyetin" temelleridir.

Nazilerin meşruiyetlerinin iki temeli olduğunu görüyoruz:

Bunlardan biri demokrasiyi sadece "oy kullanmaya", yalnızca kaba bir "seçim mekanizmasına" indirgeyen bir uygulama, ikincisi de, "Germen ırkçılığıdır".

Bir başka deyişle, Naziler, "ideolojik meşruiyetlerini" Germen ırkçılığından, "yasal-hukuksal meşruiyetlerini de" "seçim mekanizmasından" almışlardır.

Sonuç olarak, Alman toplumunun "iyi ve normal bir bireyi", devlet kavramı ile Nazi iktidarını özdeşleştiren bir süreç sonunda devlet karşısında korumasız ve yalnız bırakılmış, bu yalnızlaştırma sürecinin "mekanizması" olarak "seçim", "ideolojisi" olarak da "Germen ırkçılığı" kullanılmıştır.

Böylece "meşrulaşan ve devletle özdeşleşen iktidar" bireyi, kendi cinayet çarkının anlamsız ve karşı konulamaz bir parçası yapmıştır.

4) Sonuç olarak Nazilerin uyguladığı soykırımdan alınacak iki ders.

Bütün bu kuramsal çözümlemelerimiz gösteriyor ki, demokrasinin ayrılmaz bir parçası olan "seçim mekanizması" ve kimliğimizin önemli bir bölümünü oluşturan "milliyetçilik ideolojisi" son derece tehlikeli kavramlardır.

Demokrasinin öteki güvenceleri olmadan kullanılan bir seçim mekanizması toplumları en kanlı cinayetlere sürükleyen katilleri, diktatörleri başa getirebilir.

Kimliğimizin bir parçasını oluşturan "milliyetçilik duyguları" ise, kendimizden farklı olanları aşağı görmemize yol açtığında bir "soykırımın" gerekçesini ve ideolojik kılıfını oluşturabilir.

İşte Nazi Almanyası'ndaki normal ve iyi insanları da bir soykırım çarkının dişlileri haline getiren ögeler "seçime ve milliyetçiliğe" dayalı, "meşru sanılan iktidarın devletle özdeşleşmesi" sürecidir.

İnsanlığın "Yahudi soykırımından", bu inanılmaz vahşetten alacağı ders, seçim süreçlerini demokrasinin öteki güvencelerinden ayırmamak, milliyetçilik duygularını ise, başka milletleri aşağı görmek olarak kullanmamaktır.

Ve tabii, hiç bir zaman bireyi iktidarın karşısında güvencesiz bırakmamak, devlet-hükümet özdeşliğine izin vermemektir.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 29 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional