Özet
Hegel’e göre, “gerçekleri oluşturan kavramların her biri, karşıtını kendi içinde taşır”. Düşünce, bir kavramdan (tez) onun içindeki karşıtına (antitez) bundan da yeniden karşıtına (yani ilk kavrama) dönmekle; iki kavramın birliğini oluşturan üçüncü kavrama (sentez) ulaşır.
Bu çalışmada, Emre Kongar’ın Hocaefendi’nin Sandukası adlı eserinde hakimiyeti mevcut olan “diyalektik düşünce” incelenecektir. İnceleme sırasında Hegel’in diyalektik anlayışının göz önünde bulundurulması önem arz etmektedir. Çünkü eserde sıklıkla görülen “sentez” fikri, Hegel’in anlayışında mevcuttur.
Eserde bulunan “diyalektik düşünce” olarak tespit edilmiş unsurlar, romanın akışına göre anlatılacak, örneklerle açıklanacak ve sonuca ulaşılacaktır.
Giriş
Diyalektik; kavramlar arasındaki karşıtlık ilişkisinden yola çıkarak, bunu, doğruya varan süreçlerin açığa çıkarılmasında bir ilke olarak kullanan düşünme ve araştırma yoludur. Diyalektik düşüncenin başlangıcı; doğayı ve evreni oluşturduğu düşünülen ateş, hava, su, toprak gibi ilk öğelerin (arkhe) aralarındaki karşılıklı çatışma-dönüşme ilişkileri biçiminde, Sokrates öncesi fizikçilerde görülür. Daha sonra “şey”lerin karşıtlarından yola çıkarak var olmaları ve gene karşıtları içinde yok olmalarını ele alan Herakleitos, diyalektiği evrenin etkin bir ilkesi olarak düşünmenin öncüsü olmuştur.
Yeni Çağ felsefesinde, diyalektik anlayışının temelinde yatan üçlü düşüncesini Kant’tan alan Hegel, buna bambaşka bir anlam yüklemiştir. Hegel’e göre, “gerçekleri oluşturan kavramların her biri karşıtını kendi içinde taşır”. Düşünce, bir kavramdan (tez) onun içindeki karşıtına(antitez) bundan da yeniden karşıtına (yani ilk kavrama) dönmekle, diyalektik hareket içinde, iki kavramın birliğini oluşturan üçüncü kavrama (sentez) ulaşır. Bu süreç, düşüncenin kendisinin kavranmasını sağlayan bilinç içeriğini artırır.
Hocaefendi’nin Sandukası Adlı Eserde Diyalektik Düşünce
Yukarıda bahsedilen felsefî kavramları Hocaefendi’nin Sandukası adlı romanında okuyucuya hatırlatan Emre Kongar; postmodernist romanın özelliklerini söz konusu eserine yansıtmış, birçok metin arasında bağlantı kurmuş, disiplinlerarası göndermeler yaparak, yer yer günümüze mesajlar vererek okuyucusunu aydınlatmıştır.
İkiciler Çetesi
Romanda diyalektik düşünceye rastlanılan ilk nokta İkiciler Çetesi olmuştur. Bu çete, yedi medrese öğrencisinden oluşmaktadır. Bu öğrencilerin her biri farklı bir etnik kimliğe, inanışa, gruba sahiptir fakat iyi arkadaşlardır. Yedi farklı kimlikten oluşmaları ve buna rağmen bir bütünlük içinde bulunmaları, onları “Osmanlı’nın prototipi” haline getirir. Bir gün Ebu Cafer adlı müderrisin mantık dersinde Nasihatname (Kabusname)’den bir bölüm işlerler.
“Ebu Cafer mantık dersini yine her zamanki hoşgörüsüyle yapmış, öğrencileriyle ‘zıtlıkların münasebetini’ olanca sabrı ile uzun uzun tartışmıştı. (…) Ebu Cafer çok haklı, bütün evren ve de dünyamız zıt güçler arasındaki ilişki ile varlığını sürdürüyor. Bakın Nasihatname’de Keykavus ne diyor: Teklik yalnız Allah’ta vardır. Allah’tan başkası çifttir. Yani her şey ikişerdir. Ve bu iki birbirine düşmandır. Nitekim cisim ve can; ölmek ve dirilmek; ve suret ve sıfat; ve akıl ve nefis; ve asıl ve feri; ve zaman ve mekan; ve sezgi ve işaret; ve kuşku ve kesinlik hep ikilik alametidir.” (H.S. 27)
Burada Keykavus, diyalektiği tabiattan yola çıkarak saptayan Sokrates öncesi düşünürlerin fikirlerine göre anlatmıştır. Bu düşünürler de tabiatın ilk öğeleri olan arkhenin zıtlıkları üzerinden bir sorgulamaya koyulmuşlardır.
“İnsan hiç tek olur mu be? Aklını kullansana: Şeytanın yarattığı duygulara esir olan nefsin, yani vücudun ile, Allah’ın emirlerine göre seni yönlendirmeye çalışan irade-i Cüzziyye’nin hakim olduğu aklının çatışmasını da mı görmüyorsun? (…) Sen aslında günahkar vücudun ile erdemli aklın arasındaki kavganın denge noktasında oluşan bir mahluk-ı eşref değil misin? (…) Bakın çocuklar, Allah da tüm evreni zıtların üzerine kurmamış mı? İşte gece ve gündüz. İşte melekler ve şeytanlar. İşte cennet ve cehennem.” (H.S. 28) Kabusname’nin üzerine tartışma yaparken medrese öğrencileri bu sözleri sarf ederek romanda pasajına yer verilen Keykavus’un sözlerinin anlaşılması sağlar.
“Ben derim ki, bu zıtların etkileşimi çok önemli bir olay. Çünkü yapıyı ikiye ayırarak yok eden bölücülüğü ortadan kaldırıyor. Tam tersine zıtların ilişkisi ile birliği ve bütünlüğü güçlendiriyor.” (H.S. 30)
Hegel’in diyalektik düşüncesindeki tez, antitez ve sentez yapısı eserde ilk defa burada görülür. Medrese öğrencileri; devletlerin, ancak zıtlıkların etkileşimiyle ve sentez ile bölünmeden ayakta durabildiklerini belirtmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet de tıpkı bu şekilde düşündüğü için hem Doğu hem Batı Roma’yı hakimiyeti altına almayı ve bütün dinleri İslam’ın hoşgörü anlayışı altında birleştirmeyi hedeflemiştir. Bu yedi medrese öğrencisi de, Fatih’in bu önemli hedefini gerçekleştirmesinde ona destek olmak istedikleri için bir topluluk halini almışlar; kitap olarak Nasihatname’yi kabul etmişler, adlarına da “İkiciler Çetesi” demişlerdir.
Fatih Sultan Mehmet
Roman Fatih Sultan Mehmet döneminde geçmektedir. Fatih, yukarıda da anlatıldığı gibi İslam’ın hoşgörü anlayışı ile hem Ortodoks ve Katolikleri, hem de İslam içerisindeki bölünmeleri birleştirmeyi hedeflemiştir.
“Üçüncü olarak, padişahımız efendimizin İtalya üzerindeki emellerini hepimiz gibi herhalde sen de biliyorsun. (…) Böylece iki Roma’nın tacını kuşanmakta işleri biraz daha kolaylaşacak.” (H.S. 114)
“Padişah bütün bu debdebeli düğünün ardında, İslami düşünceyi Batı’yı da kucaklayacak bir yapıya kavuşacak tartışmaları planlamıştı.” (H.S. 53)
Fatih’in bu kapsayıcı, bütünleştirici ve hoşgörülü tavrı, padişahın, Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olarak adlandırılmasını anımsatır. Tanrı da kullarını ve yarattığı kainatı İslam dini içerisinde düzenlemiş ve bütünleştirmiştir.
Hurufiler
Yüzlerinde Allah’ın adının yazdığını düşünen bu tarikatın üyeleri, Nesimi’nin “Ene’l Hakk” düşüncesine sahiptirler. Tanrı’nın insana kendi ruhundan üflediğini, bu yüzden bütün insanlığın Tanrı’nın tecellisi olduğunu düşünürler. Bu olgu Hegel’in diyalektiğine göre yorumlandığında ise insanın kendi kendisinin tezi ve antitezi, Tanrı’nın ise sentez olduğu görülür.
Keykavus
Romanda Nasihatname olarak adı geçen, Kavusname ve Kabusname de denilen, genel anlamıyla “öğütler kitabı” olarak nitelendirilebilecek bir eserin yazarıdır. İkiciler çetesi derslerinde gördükleri bu kitabın üzerine faydalı tartışmalar yaparlar. Bu tartışmalardan biri de Kabusname’nin kırk dördüncü babındaki “civanmertlik” tezi üzerinedir.
“O günkü konu Keykavus’un kırkdördüncü babta ‘civanmertlik’ üzerine yazdıkları arasında, ayrıca tek başına ele alınmayı gerektiren ‘Alem ile adem ayniyeti’ idi. Yani ‘evrende ne varsa, insanda da aynısı vardır.’ tezi tartışılmıştı. (…) Burada zıtların birliği de vardı. Çünkü ateş ve su birbirine düşmandı, hava ile toprak da. Fakat Allah bu dört öğeyi birbirine öyle bir bağlamıştı ki, bizzat kendisi istemedikçe, evren de insan da kendi kendine dağılmıyordu.” (H.S. 94)
Keykavus burada tabiatın zıtlıklarının sentezlenmesinden bahsetmiştir. Dolayısıyla hem Sokrates öncesi düşünürlerin hem de Hegel’in diyalektik düşüncelerini birleştirmiştir.
“…Böylece bütün öğeler birbirine bağlanırken, ateş, ilk patlamaya, ilk patlama evrene, evren yıldızlara, yıldızlar güneşe ulaştı.” (H.S. 95)
Başta her şey bir bütündür. Ancak sonrasında bütünlüğün zıttı bir konuma geçer, yani parçalanır. En sonunda ise baştaki halini aldığında döngü tamamlanır. İşte Hegel’in tez, antitez, sentez fikri; Keykavus’un eserinde bu şekilde kullanılır. Başta her şeyin birbirine bağlı olması ve sonrasında ateş aracılığıyla dağılıp evreni oluşturması ve evrenin de güneşe ulaşması, Big Bang’i hatırlatır. Her şeyin tekrar güneşe bağlanması ise, patlama ile bütün evrenin dağılışını ama birbirinden kopmayışını, yani güneş sistemini açıklar.
“Güneş her şeyin özüdür. Beşinci öğedir. Nur’dur. Tüm cevheri besler. Cevher nesnelere dönüşür, nesneler beden olur. Önce varlık sonra akıl gelir. Önce varlık akılı oluşturur. Sonra akıl, döner varlığı etkiler. Akıl yeniden bedene, beden gıdaya bağlanır.” (H.S. 95)
Güneş sisteminin özelinde dünyaya inildiğinde, dünyanın oluşum evrelerinde kıtaların ilk hallerinin bir bütün şeklinde olduğu söylenmektedir. Yani bütün kıtalar önceden birbirine bağlıdır ve bu büyük kıtanın adı pangeadır. Yüzyıllar geçtikçe kıtalar da bölünür. Bu sırada insan da oluşur, çoğalır. Yalnızca iki hücreden meydana gelen insan, hücreleri bölünüp çoğaldıkça o da bir bütün halinde büyür, çoğalır. Böylece insan da dağılmış ve yeryüzüne yayılmış olur. Kıyamet aracılığıyla mahşerde tekrar bütünleşilir ve Tanrı’ya dönülür. İnsanı meydana getiren hücrenin de özeline inildiğinde atomun da parçalandığı görülmektedir. İşte Güneş, atomu besleyerek bütün evrenin sürekliliğini sağlar.
“Beden gıdadan, gıda maddeden, madde gökyüzünden, gökyüzü evrenden, evren cevherden, cevher bedenden, beden akıldan kuvvet alır. Böylece hem zıtların karşıtlığı ile doğan bütünlük varlığını sürdürür, hem de bütün öğeler cevher aracılığı ile birbirini besler. Evren ile insan eşanlamlı, eşzamanlı ve aynı cevhere bağlı olarak ayniyet içinde varlıklarını sürdürür.” (H.S. 95)
Evren zıtlıklardan oluşmaktadır, dolayısıyla Hegel’in diyalektiğine göre yorumlandığında evren birbirinin tezi ve antitezidir. Bu yoruma devam edilirse sentezin de Tanrı’nın yansıması olduğu tespit edilir. Çünkü İslam dinine göre Tanrı, “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek istedim, kainatı yarattım.” (Acluni, Keşfü’l Hafa, II/132) buyurmuştur. Adem’e ruhundan üflemiştir. Bu yüzden “Kendini bilen, Rabb’ini bilir.” (Suyuti, 2013) hadisi söylenmiştir. Ve bu yüzden Nesimi işkenceli ölümü pahasına “Ene’l Hakk” (Ben Hakk’ım) ifadesini kullanmıştır. Çünkü evrenin tamamı, Tanrı’nın tecellisidir. Bu zıtlıkların sentezi, Tanrı’nın yansımasıdır.
SONUÇ
Hocaefendi’nin Sandukası adlı esere Hegel’in diyalektik düşünce perspektifinden bakıldığında; evrende bir döngü halinde her şeyde mevcut olan tez, antitez, sentez üçgeninin söz konusu roman içerisinde de varlığının hakimiyetini koruduğu görülmektedir.
KAYNAKÇA
-Acluni (Erul, B.). Keşfü’l Hafa, Türkiye Diyanet Vakfı.
-Kongar, E. (2014). Hocaefendi’nin Sandukası, İstanbul: Remzi.
-Özçınar, Ş. (2014). Düşüncenin Tarihsel Sürecinde Hegel’in Varlık, Yokluk ve Oluş Diyalektiği. Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 22, 91-111.
-Platon (1985). Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu, M. Ali Cimcoz, İstanbul: Remzi.
-Suyuti, İ. (çev. Avcı, S.) (2013). el-Camiu’s Sağir-1, Serhat.
-Ural, Ş. (1991). Diyalektik Düşünce ve Mantık, İstanbul: Felsefe Arşivi.
-Yenişehirlioğlu, Ş. (1985). Felsefe ve Diyalektik, Ankara: Maya.