Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

Canan Altan ile Yozlaşan Medya ve Yozlaşan Türkçe Üzerine Yapılan Söyleşi

Akşam Gazetesi Kitaplık eki, 20 Haziran 2003

Tüm Yayıncılar Şövalyedir

"Yozlaşan Medya ve Yozlaşan Türkçe" adlı kitabı Remzi Kitabevi'nden çıkan Emre Kongar, kitabında örnekleriyle yansıttığı medya yozlaşması ve Türkçe hatalarını eleştirirken kendi yaptığı hataları da dışlamamış. Vahşi bir kapitalizm aracı olarak gördüğü medyadan çok umutlu. Ahşap bulmaca, kalem ve baston koleksiyonu var. Sohbet ettiğimiz çalışma evinin duvarında Süleyman Saim Tokcan, Mehmet Güler gibi sanatçıların orijinal tabloları asılı. Şiiri çok seviyor. Yahya Kemal'in "Vuslat" şiirini sınavdan önce hocası olduğu Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerine okuyor. "Duyguların en güzeli sevgi ve aşktır" diyor ve onlara hayatın bilimden ibaret olmadığını anlatıyor. Eleştirilmekten korkmuyor. Kendini ömür boyu öğrenci olarak tanımlıyor. Futboldan anlıyor ama fanatik değil. Galatasaray taraftarı. Sabahları kahvaltıdan önce bir saat asker adımlarla yürüyüş yapıyor. "Anti Aging"le alakası yok. O bunu 50 yıldır yapıyor. Yürürken elinde Sydney'den, Melbourne'dan, Mağosa'dan, Sevilla'dan getirdiği taşları sıkıyor. Avuç içlerinde nasır var bu yüzden. Makul bir adam. Mütevazi. Pina Bausch'u çok beğenmiş. Moby dinliyor. Müzik konusunda yeteneksiz olduğuna üzülüyor. İşi, okumak, yazmak, öğrenmek ve öğrendiklerini aktarmak.

Canan Altan: Medya ile kamuoyu arasında yanlışların yanlışları pekiştirdiği bir kısırdöngüde medyanın görevi ne olabilir?

Emre Kongar: Sadece medya ile izleyici arasında değil, seçmenle politikacı arasında da bir kısırdöngü var. Bu iki kısırdöngünün de kırılma yeri tepe noktalar. Hırsızlar hırsız politikacıları seçer ama politikacıların görevi toplumu bire bir yansıtmak değil, toplumu daha ileriye götürmek. Medyanın Türkiye'deki önemi dünyadaki öneminden daha fazla. Çünkü aile ve okul gibi öbür sosyalizasyon kurumları zaten çökmüş. Dolayısıyla medyanın haber ve bilgi vermesinin ötesinde dünyayı yorumlamak ve aktarmak gibi bir görevi de var. Medya, gücünü kendi sermaye gruplarının çıkarlarını ön plana tutmakta ve toplumu kötü politikalarla yaptıkları kirli ittifaklara doğru yönlendirmekte kullanıyor idi şimdiye kadar..

C.A.: Nasıl aşılacak peki bu kısırdöngü?

E.K.: 2001-2002 yıllarında bir takım medya patronlarının hapse girdiğini ve bu kirli ittifak içinde büyük rol oynayan orta sağ partilerin silindiğini gördük. Bu nedenle umut ediyorum ki siyesetteki seçmen-politikacı hem de medyadaki izleyici-üretici kısırdöngüleri her iki alanda da, siyasetçi ve medya mensupları tarafından kırılsın. Yağma kültürü çok egemen olduğu için siyasette çok fazla umudum yok. Medya o kadar kötü bir dönem geçirdi ki özeleştiri yapma fırsatını değerlendirerek doğru yolu bulabilir. Bu istismar ve birbirini destekleyen anlamsız kısırdöngü devam edemez.

C.A.: Eğitimin çökmüş olduğunu söylediniz, nasıl çözülür, nereden başlamalı?

E.K.: Eğitimle ilgili kararları politikacılar alıyor ve bunu kendi tartışmalı ideolojileri paralelinde yapıyorlar. Eğitimi din, milliyetçilik ya da başka ideolojilerin sarkıntılığından kurtarmak ve çocuklara 21.yy dünyasını aktaran bir eğitim vermek lazım. Medya daha özgür. Medya ne kadar gerçeklere uygun davranırsa o kadar tüketilir ve o kadar saygı görür. Bütün araştırmalar Türkiye'de en saygı duyulmayan iki mesleğin politikacılı ve medya mensupluğu olduğunu gösteriyor. Umutlu olmamın sebebi, bu kadar gerçeklere ve amacına ters bir iş uzun süre ayakta kalamaz. Medya mensupları rollerini ciddiye almalılar ve bunu kendi menfaatlerine uygun değil de toplumun çıkarlarına uygun yerine getirmeleri lazım.

C.A.: Sizi etkileyen yazarlar kimler ve neden?

E.K.: Beni çok etkileyen iki yazar, Haldun Taner ve Sait Faik'tir. Birincisinden mizahı öğrendim, ikincisinden ise insan sevgisini. Ortaokul biterken önce Shakespeare, sonra Zola, Balzac, Tolstoy'ları okudum. Ardından Yunanlıları. Fakat en çok Dostoyevski ve Balzac'tan etkilenmiştim. Zola'yı biraz fazla abartılı bulduğumu anımsıyorum. Özellikle Dostoyevski'nin "Kumarbaz"ı ve "Ölüler Evi"nden çok etkilendim. İkinci'sinde mahkumlara işkence amacıyla dereden, altı delikli kovalarla su taşıttıkları bölümü hiç unutamıyorum. En korkunç işkence, yaptığın işin amacına varmayacağını bilerek yapılandır, yani boş, sonuçsuz, anlamsız. Düşünün, birçok insan bürokraside çalışıyor ve yaptığı işin anlamsız olduğunu düşünüyor.

C.A.: Yeni kitap ya da roman projesi var mı, şiir yazar mısınız?

E.K.: Şu anda tezgahımda iki kitap birden var. Birincisi babam, oğlum, ben ve torunum gibi 100 yılı kapsayan, hem kendi ailem hem de Türkiye'yi koşut olarak irdeleyen bir anı-biyografi. Diğeri ise biraz bilim kurgu ve siyaset romanı olacak. Kolay yazıyorum gibi görünse de kolay yazan bir insan değilim. Haftada iki kez yayınlanan kısacık gazete makalelerimi bile üçer günde tamamlıyorum. Hele bir de benim gibi zor yazınca bütün yazma eylemim onlarla tüketiliyor. Ciddi anlamda şiir yazmıyorum bu konuda yeteneksizim ama hala sevdiğim insanlara matrak anlamda akrostik yazarım, yani baş harfleri dizdiğinizde insanın ismi çıkıyor.

C.A.: İnsanlar neden az okuyor?

E.K.: İnanılmaz derecede çok kitap basılıyor, bunu destekliyorum, bir Ayşe Kulin, Ahmet Altan ya da Orhan Pamuk 100 binin üstünde satıyor. Fakat 1970'li yıllarda bir kitabın baskısı 5000'lerdeyken bugün 2000'lerde. Bunun, ekonomik nedenlerinin yanısıra sosyolojik bir gerçeği de kabul etmek lazım. Türkiye feodal sözlü kültürden birden elektronik kültür ve medya dönemine sıçradı. Endüstri devriminin getirdiği edebiyatın, romanın, şiirin geliştiği dönemi yeterince özümseyerek yaşamadı.

C.A.: Medyanın kitapla ilgili rolü ne olabilir, kitap için reklam yapılmalı mı?

E.K.: Elektronik medya kitaba verdiği önemle, yani gazetelerde, sizin şu yaptığınız konuşma, TV'lerdeki kültür programları sayesinde yazılı kültürün de gelişmesine yol açabilir. Elektronik kültür yazılı kültürün destekçisi olarak ortaya çıkabilir. Yayınevlerinin nasıl ayakta kaldığını anlamakta güçlük çekiyorum. Türkiye'de üretim yapan herkes şövalyedir ama yayıncılar iki defa şövalyedir. Yayınevleri yöneticilerine madalye vermek lazım. Kitaplarla ilgili ne kadar reklam yapılsa azdır. Bir kitabın reklamla değerinin düştüğü görüşüne asla katılmıyorum. Kitap için yapılan tanıtımı büyük bir fedakarlık olarak görüyorum. Zavallı mankenlerin aşk hikayelerini dinleyeceğimize kitap tartışılsın, yazar tartışılsın.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 15 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional